15 Mayıs 2012

20 soruda başkanlık sistemi ve parlamanter sistem

Başkanlık sistemi, çeyrek yüzyıldır cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde Türkiye\'nin rutin tartışma konularından biri oldu...

Başkanlık sistemi, çeyrek yüzyıldır cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde Türkiye'nin rutin tartışma konularından biri oldu. Tartışmanın kaynağında, siyasetin içinden gelen cumhurbaşkanlarının Köşk'te kuvvetli yetkilerle oturma isteği bulunuyor.

Başbakan'ken Köşk'e çıkan Turgut Özal ile başlayan tartışma, yine Başbakan'ken Köşk'e çıkan Süleyman Demirel ile sürdü. Başbakanlık'tan Köşk'e çıkma kararı alacağına şimdilik kesin gözüyle bakılan Tayyip Erdoğan da aynı geleneği sürdürüyor. Erdoğan'ın başlattığı tartışmanın diğerlerinden iki önemli farkı var. Birincisi; bu tartışmayıbaşlatan  liderlerin seçmen desteği açısından en güçlüsü Erdoğan. İkincisi; Erdoğan TBMM'de yeni anayasa çalışması yapılırken başkanlık (ya da yarı başkanlık) sistemi tartışması başlattı.

AKP'yi kuran çekirdek kadro arasında da tam mutabakat sağlanmadığı anlaşılan başkanlık sisteminin nasıl doğup geliştiğini, parlamanter sisteme de değinerek soru ve cevaplarla anlamaya çalışalım.

1- “Parlamanter sistem” deyince ne anlamak gerekir?

Parlamanter sistem; seçim esasına dayanan ve temsil niteliği bulunan bir parlamento ile bu parlamentoya karşı sorumlu olan bir hükümeti ifade eder. Parlamanter sistemde parlamentonun iki temel işlevi; yasama faaliyeti yapmak ve hükümeti (yürütme) denetlemektir. Ancak parlamanter sistemin işleyişi ve “parti disiplini” gibi temel kavramları nedeniyle yasama ile yürütme organları arasında “güçler ayrılığı”ndan çok “güçler kaynaşımı” söz konusudur. Yani parlamentonun hükümeti denetleme işlevini, hükümeti parlamento çoğunluğuna hâkim olan parti veya partilerin kurduğu gerçeğiyle birlikte düşünmek gerekir. Bu nedenle parlamanter sistemde “güçler ayrılığı” denilince şekilde “yasama, yürütme ve yargı” görünmekle birlikte, özde “yürütme ve yargı” ayrılığı kastedilir.

2- Parlamanter sistemin Türkiye'deki tarihi nereye uzanıyor?

Cevabı tartışmalı bir soru bu. 1876 yılında II. Abdülhamid'in fermanıyla ilan edilen ve Rumî tarihle anılan 1293 Kanun-u Esasîsi “ilk Osmanlı Anayasası” olarak biliniyor. Bu anayasada, “Meclis-î Umumî” adı verilen iki meclisli bir parlamento öngörüldü. Üyeleri padişah tarafından ömür boyu bu görevde kalmak üzere atanan Heyet-î Ayan ve üyeleri iki dereceli  bir seçimle belirlenen Meclis-î Mebusan.

“Anayasa”nın Osmanlıca karşılığı olan “Kanun-u Esasî” ile 1876'da öngörülen bu düzen bu topraklarda ilk “parlamento”yu kurmuştur. Ancak bu parlamento, yapılan seçimin esaslarının demokratik temsili ne kadar sağladığı bir yana, hükümeti (vükelâ-yı devlet) denetleyebilen bir parlamento değil. Sadrazamlık görevinin “taraf-ı padişâhîden emniyet buyrulan” kimseye verilmesini, bakanların “irade-î şahane” ile iş başına gelmelerini ve azledilmelerini öngören Kanun-u Esasî'ye göre, bakanlar padişahtan başka kimseye hesap vermek zorunda değil. Özetle, “konuşulan yer” anlamına gelen bir parlamentoya sahip bu düzen, özünde parlamanter sistem değil.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla sonuçlanan Kurtuluş Savaşı, 23 Nisan 1920'de kurulan ve bütün yetkileri elinde toplayan Büyük Millet Meclisi ile yürütüldü. Klasik bir anayasa metni olmamakla birlikte “1921 Anayasası” olarak anılan “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu” ile “Meclis Hükümeti” sistemi kuruldu. Bugüne kadar etkileri süren “Meclis üstünlüğü” ilkesinin temellerini atan o düzen, daha sonra parlamentonun yürütmeyi kısıtlamasına karşı düzenlemelerle aşıldı ve parlamanter sisteme doğru evrildi. 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında yasama ve yürütme ile yargı arasında değişen dengeler kurulsa da, temelde parlamanter sistemden ayrılınmadı.

 

Türkiye'de parlamanter sistemin sınırı aşıldı

 

3- Bugün Türkiye'de gerçek anlamda parlamanter bir sistem yürürlükte mi?

Hayır. Zira parlamanter sistem, seçimden çıkan parlamentoya hesap veren bir yürütme organının yanı sıra yetkisiz ve yetkisiz olduğu için de sorumsuz bir devlet başkanı modeline dayanır. 1982 Anayasası, darbeyi yapan generallerin, 1980 öncesi ülkenin içinde bulunduğu durumu “güçsüz yürütme organı”na bağlaması nedeniyle parlamanter sistemi zorlayan hükümlerle inşa edildi. 1982 Anayasası'yla, yine sorumsuz, ancak bu kez yetkili bir Cumhurbaşkanı modeli benimsendi. 2007'de kabul edilen Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesi esası ve 12 Eylül 2010'da yapılan Anayasa değişikliği referandumunda Cumhurbaşkanı'nın yetkilerinin artırılması bu durumu daha da pekiştirdi. Bugün Türkiye'de, Prof. Ersin Kalaycıoğlu'nun deyimiyle “yarı parlamanter sistem” diyebileceğimiz bir düzen bulunuyor. Gerçekten, parlamento ve hükümet üyeleri gibi seçimden çıkan bir Cumhurbaşkanı'nı yürütmeye müdahale etmeden parlamanter sistemin çizgileri içinde tutmak hiç de kolay değil.

4- Başkanlık sistemi özel koşullarda mı ortaya çıktı?

Evet. Başkanlık sisteminin nasıl ortaya çıktığını ve geliştiğini görmek için ABD'nin bir “federasyon” olarak nasıl kurulduğuna bakmak gerekiyor. ABD'nin kuruluşuyla sonuçlanan yol, 17. yüzyılın başında, Britanya'da Stuart hanedanının işbaşına gelmesiyle başlayan kıtaya yoğun İngiliz göçüyle açıldı. İlk İngiliz kolonisi olan Virginia 1607'de kurulmaya başlandı. 1620'de Britanya'nın Southampton Limanı'ndan Mayflower gemisiyle yola çıkanlar Massachusetts kolonisini kurdular. Bu iki öncüyü New Hampshire, Maryland, Connecticut, Rhode Island, North Carolina ve South Carolina izledi. 1664'te New York, Delaware ve New Jersey Hollanda'dan alındı. Pennsylvania 1681'de, II. Charles'ın W. Penn'e verdiği topraklarda kuruldu. Georgia, ilk kümenin sonuncusu olarak 1732'de koloni oldu.

5- Kuzey Amerika'daki bu kolonileri Britanya mı yönetiyordu?

Evet. 13 koloninin çoğu, Britanya örnek alınarak yönetiliyordu. Kralın yerine kralın atadığı bir vali, Lordlar Kamarası'nın yerine yine kralın atadığı bir meclis bulunuyordu. Avam Kamarası'nın yerini de kolonilerde halkın - elbette oy hakkının sınırlı olduğu bir seçimle – seçtiği bir meclis tutuyordu. Ancak Britanya'nın uzakta bulunması ve ulaşımın zorluğu; Amerika'da mutlak monarşinin bulunmaması; göç edenlerin kendi dünyalarını kurmaya kararlı, soyluluğa dayalı yönetim anlayışını reddeden insanlardan oluşması ve yeni kıtanın uçsuz bucaksız olanakları, bu kolonileri doğrudan demokrasi yöntemleriyle yönetilen cumhuriyetler haline getirmişti.

 

Britanya vergileri 'birleşik devletler'e giden yolu açtı

 

6- Amerika'daki koloniler Britanya'dan nasıl koptu?

Koloniler, Kuzey Amerika'daki özgür ortamda hızla geliştiler, 18. yüzyılın ortalarından itibaren kıtada tarım ve ticaret büyüdü. Bu sırada Avrupa'da savaşlarla boğuşan anavatan (Britanya) maddi sıkıntılar çekiyordu. O tarihe kadar sadece gümrük vergileriyle yetinen Britanya maddi sıkıntılarını aşmak için 1765'te Amearika'daki uyruklarını hedef alarak, bütün resmî belgelere damga pulu yapıştırılmasını zorunlu kılan bir harç yasası çıkardı. 1770'de, Amerika'daki yerel meclislerin onayını almadan Amerikalıların ithal ettikleri bir dizi mala yeni vergi koydu. Bu vergi üzerine Amerikalılar İngiliz mallarını boykot edince Britanya askerleri Boston'da halka ateş açtı, beş kişiyi öldürdü.

Ardından Amerikalıların “Dayanılmaz Yasalar” (the Intolerable Acts) adını verdikleri yasalar geldi. Belli bir ödeme yapılmadıkça Boston Limanı'nın kapalı tutulmasından Massachusetts'in koloni statüsü iptal edilerek doğrudan Britanya Krallığı'na bağlanmasına, suç işleyen İngiliz memurların sadece Britanya'da yargılanmasından valilerin istedikleri eve, ahıra, ambara el koyarak Britanya askerlerini yerleştirebileceklerine uzanan bu yasalar direnişle karşılandı. Önce harekete geçen  ve asker toplamaya başlayan Massachusetts diğer kolonilerden yardım istedi. Bu çağrının ardından 5 Eylül 1774'te, Georgia dışındaki 12 koloninin temsilcileri Philadelphia'da toplandılar. Amerika'daki ilk “Kongre” olarak tarihe geçen bu buluşmada Amerikalılar, vergi yükümlülerinin haklarına ilişkin bir bildirgeyi kabul ettiler.

10 Mayıs 1775'te yine  Philadelphia'da toplanan ikinci Kongre'de “ordu” kurulması kararlaştırıldı ve George Washington başkomutanlığa getirildi. Nihayet 1776'da, ABD'de halen “bağımsızlık günü” olarak 4 Temmuz'da “Bağımsızlık Bildirgesi” kabul edildi.

7- Bağımsızlık Bildirgesi'nin önemi Amerika ile mi sınırlı?

Hayır. Bağımsızlık Bildirgesi'nin kabulü, demokrasi tarihinin önemli dönemeçlerinden biri olarak kabul ediliyor. Zira Bağımsızlık Bildirgesi ile tarihte ilk kez resmi bir belgede “insan hakları” kavramı ile yönetilenlerin yönetimi belirleme yetkileri açıkça ortaya kondu. Prof. Cem Eroğul, “siyahların eşitlik anlayışı dışında tutulduğu” şerhini düşerek, bildirgenin özünün şu ifadelerde saklı olduğunun altını çiziyor:

“Bütün insanlar eşittir; herkesin dokunulmaz hakları vardır; yaşam, özgürlük ve mutluluk arama hakları bunların arasındadır; hükümetler bu hakları gerçekleştirmek için kurulmuştur; yetkilerini yönetilenlerin rızasından alırlar; halkın haklarına el atan hükümetleri yıkmak, güvenlik ve mutluluk getirecek yeni bir yönetim kurmak halkın hakkıdır.”

 

Britanya kolonilerinin bağımsızlığını tanıdı

 

8- Bağımsızlık Bildirgesi'nden sonra Birleşik Devletler”e nasıl gidildi?

İkinci Kongre'deki önemli gelişmelerden biri de, “birleşik devletler”in ilk adımı olan “konfederasyon” (devletler topluluğu) kararının alınması oldu. Bu, “Birleşik Devletler”e giden önemli bir adımdı. 7 Temmuz 1776'da sunulan “konfederasyon” önerisi üzerinde çalışan Kongre, 15 Kasım 1776'da konfederasyon esaslarını kolonilerin onayına sunmaya karar verdi. Bir yıl içinde 11 devlet (koloni) esasları kabul etti ve Kongre'nin kararıyla 15 Kasım 1777'de “konfederasyon” kuruldu. Delawere 1779'da, Maryland 1781'de konfederasyona katıldı.

9- Konfederasyon ile ayrı bir üst devlet mi kuruldu?

Başlangıçta hayır. Kabul edilen esasların ikinci maddesi ile bir “dostluk birliği” olan bu toplulukta her devletin egemenliğini, özgürlüğünü, bağımsızlığını koruması hükme bağlandı. Ortak yürütme ve yargı organı bulunmayan konfederasyonun en önemli ortak kurumu Kongre'ydi. Savaş, dış ilişkiler, savunma anlaşmalarının onaylanması ve para birimi gibi konularda yetki öngörülen Kongre'nin bu yetkilerini kullanabilmesi de en az dokuz devletin onayına bağlanmıştı.

10- Konfederasyon nasıl “Amerika Birleşik Devletleri” oldu?

Konfederasyon esasları kabul edildiğinde diğer yandan Britanya ile savaş sürüyordu. George Washington 1781'de Yorktown'da Britanya'yı yenilgiye uğrattı.  1783'te Versailles'da imzalanan anlaşma ile Britanya 13 koloninin bağımsızlığını ayrı ayrı tanıdı. Böylece uluslararası alanda resmen tanınan bu 13 devlet ya ayrı ayrı devam edecek ya da aralarında bir birlik kurucaklardı. 1777'de kurulan konfederasyon işlevsel değildi,  13 devleti tehdit eden Britanya ve İspanya'ya karşı ilişkileri tek elden yürütmekte sorunlar yaşanıyordu. Diğer yandan 13 devlet arasındaki ticareti düzenleme, yargı güvencesinin olmaması nedeniyle toprak sahiplerinin duyduğu kaygı gibi sorunlar da vardı. Sonuçta Kongre Şubat 1787'de, konfederasyon esaslarının gözden geçirilmesi için bir kurucu meclisin toplanmasını kabul etti. 25 Mayıs 1787'de Philadelphia'da toplanan kurucu meclis, 17 Eylül 1787'de yeni anayasa önerisini 3'e karşı 39 oyla kabul etti. Dokuz devletin onayı gelince (daha sonra dört onay daha gelecek) Kongre yeni anayasanın 1 Ocak 1789'da yürürlüğe gireceğini ilan etti. Ocak 1789'da, o sırada anayasayı onaylayan 11 devlette başkanı seçecek olan ikinci seçmenlerin seçimi yapıldı. Şubat başında ikinci seçmenler oy kullandı, Nisan başında oylar sayıldı ve “oybirliği” ile seçilen George Washington 30 Nisan 1789'da ant içerek ABD'nin ilk başkanı oldu.

1803 ve 1819'da Fransa'dan Louisiana ile Florida satın alındı, 1845'te Maksika'dan ayrılan Teksas birliğe katıldı, 1846-1848'de Meksika ile savaşın sonunda New Mexico ile Kaliforniya birliğe dahil edildi. 1848'de üzerinde Oregon ve Washington eyaletleri kurulacak olan Oregon toprakları için Kanada ile anlaşmaya varıldı.

Kuruluş hikâyesi özetle böyle olan ve kısa sayılabilecek bir sürede dünyanın en güçlü devleti haline gelen ABD, bugün 9 milyon 372 bin 606 kilometrekareye yayılan büyük topraklar üzerindeki 50 eyaletten oluşuyor.

 

ABD Anayasası toplam yedi maddeden oluşuyor

 

11- ABD Anayasası'nın temel özellikleri neler?

ABD Anayasası, dünyadaki en eski yazılı anayasa olarak kabul ediliyor. 17 Eylül 1787 tarihini taşıyan bu anayasa toplam yedi maddeden oluşuyor. İlk üç madde, sırasıyla yasama, yürütme ve yargı güçlerini; dördüncü madde merkez-eyalet ilişkilerini; beşinci madde anayasayı değiştirme yöntemini; altıncı madde borçların ödenmesini ve anayasanın üstünlüğünü; yedinci madde de ilk anayasa metninin oylanmasını düzenliyor.

İlk “yazılı anayasa” gerçeği, yasaların anayasaya uygunluğunu denetleme işlevini de beraberinde getirdi. Böylece ABD Anayasası, yasaların anayasaya aykırılığını saptama ve sonuç çıkarma yetkisini kullanan bir “Yüce Mahkeme” doğurdu. Ancak Anayasa'da; kurucu devletleri gelişen merkezi güç karşısında ürkütmemek için Yüce Mahkeme'den söz edilmedi. ''ABD'nin temel hukukunu Anayasa, Anayasa'ya uygun olarak kabul edilen yasalar ve uluslararası antlaşmaların oluşturduğunun'' belirtilmesiyle yetinildi. Yüce Mahkeme, izleyen 30 yıllık süre içinde  “yorum birliğini sağlamak” gerekçesiyle Anayasa'ya uygunluk denetimini fiilen ele geçirdi.

Dünyanın en katı anayasalarından olan ABD Anayasası'nı değiştirmek, “kabul” ve “onay” aşamalarına ayrılan bir süreçle çok zorlaştırılmış. Kabul sürecindeki iki yöntemden birincisi ve bugüne kadar en çok kullanılanı, Kongre'yi oluşturan iki meclisin üye tamsayısının ayrı ayrı üçte ikisinin rızası. Kabul sürecindeki ikinci yöntem ise; eyalet yasama organlarının üçte ikisinin isteği üzerine toplanacak kurucu meclisin Anayasa değişikliği kararı alması.

Değişikliğin kabulü durumunda “onay” için şart olan iki yöntemden hep başvurulan birincisi; eyalet yasama organlarının dörtte üçünün onayının alınması. İçki yasağının kaldırılması dışında bugüne kadar başvurulmayan ikinci “onay” yöntemiyse, her eyalette Anayasa değişikliği kararı için kurulacak kurucu meclislerin dörtte üçünün onayı. Hangi yöntemin seçileceğine Kongre karar veriyor.

 

230 yılda 26 kez değişiklik

 

ABD Anayasası, bu koşullar altında 200 yılı aşkın bir süre içinde toplam 26 değişiklik geçirdi. ABD Anayasası'nda değişiklikler, ana metnin sonuna ekleniyor ve – 5. Amendment gibi – sıra sayısıyla anılıyor. Birliğe katılan yeni devletlere verilen sözler gereği 15 Aralık 1791'e kadar yapılan ilk 10 değişiklik özel bir önem taşıyor ve bunlara toplu olarak “Bill of Rights” (Haklar Bildirgesi) adı veriliyor.

İlk on değişiklik özetle; Kongre'nin bir dini kabulünü ya da reddetmesini ve basın özgürlüğünü kısıtlamasını yasaklıyor; halkın silah sahibi olabilmesini; barış zamanında sahibinin onayı alınmadan hiçbir yere asker yerleştirilmemesini; bireylerin üstleri, evleri, eşyaları ve belgelerinin makûl bir sebep olmadan aranamamasını; ağır suçlarda kimsenin “büyük jüri” olmadan yargılanmamasını; kimsenin hukuk devleti kurallarına aykırı biçimde yaşamından, özgürlüğünden ve mallarından yoksun bırakılamayacağını; herkesin doğal yargıç ilkesine göre ve savunma haklarından eksiksiz yararlanarak yargılanmasını; aşırı kefalet ve aşırı para cezası ile zalimce cezalar verilmemesini; anayasada birtakım hakların sayılmasının halka ait olan başka hakların tanınmadığı anlamına gelmeyeceğini ve anayasada merkeze tanınan yetkiler dışındaki yetkilerin eyaletlere ve halka ait olduğunu düzenliyor.

12- Anayasa federalizmi nasıl düzenliyor?

Anayasa'da “federal” ya da “federalizm” kelimeleri geçmiyor. Ancak ABD, 13 devletin egemenliğini bir ölçüde koruyarak kurduğu bir devlet. “Haklar Bildirgesi” olarak anılan ilk on değişiklik de Anayasa'nın merkeze açıkça tanımadığı yetkilerin eyaletlere ait olduğunu içeriyor.  Anayasa'nın “yasama”yı düzenleyen birinci maddesinde ise Kongre'nin yetkileri birer birer sayılarak federalizm fiilen inşa ediliyor. Anayasa'da Kongre; vergi koymak; ABD adına borçlanmak; iç ve dış ticareti düzenlemek; yurttaşlık kurallarını koymak; para basmak ve değerini belirlemek; posta işlerini düzenlemek; telif hakları ile patentleri düzenlemek; mahkemeler kurmak; açık deniz suçlarını tanımlamak ve cezalandırmak; savaş ilan etmek; deniz ve kara kuvvetleri  oluşturmak; birlik yasalarını uygulamak için milis gücü oluşturmak ve Anayasa'nın verdiği diğer yetkileri kullanmakla yetkilendiriliyor. Daha sonra bu alanı genişletmek için “ulusal refahı artırmak” gibi esnek bir madde eki yapıldığını belirtelim.

 

'Birleşik devletler'den ayrılma hakkı yok

 

13- Federal yapı bütün gücüyle sürdü mü?

Hayır. Zamanla düzenli olarak güçlenen hep merkez oldu. Şu nokta önemli; eyaletlerin “gönüllü” olarak kurulan “birleşik devletler”den ayrılma hakkı yok. Eyaletler, ABD'nin güçlü devlet olması yolunda giderek kaynaşma gerçeğine itaat ettiler ve Kongre'nin Anayasa'nın ilk metninde sınırlandırılan yetkilerini esnek ifadeler taşıyan değişiklikler ve Anayasa'nın merkezi güçlendirecek şekilde yorumlanmasını kabul ederek artırdılar.

Ancak, federal yapıyı vurgulayan ve Temsilciler Meclisi ile Senato'dan oluşan Kongre'nin oluşum biçimi esasını koruyor. Temsilciler Meclisi nüfus esasına dayalı olarak 435 üyeden oluşurken, Senato'da, nüfusu ne olursa her eyalet iki temsilci (toplam 100) ile temsil ediliyor.

 

Eyaletlerde yarı doğrudan demokrasi

 

14- ABD'de yasama organı nasıl oluşuyor, eyaletler nasıl çalışıyor?

ABD'nin yasama organı Kongre.  Kongre Temsilciler Meclisi ile Senato'dan oluşuyor. Temsilciler Meclisi'ne seçilme koşulları 25 yaşında ve en az yedi yıldır ABD vatandaşı olmak, aday olunan eyalette ikamet etmek. İkamet şartı aynı olan Senato üyeliği için yaş koşulu 30'a, ABD vatandaşı olma süresi de dokuz yıla yükseliyor

Temsilciler iki yılda bir seçimle değişiyor. Senato ise üçte bir oranında iki yılda bir yenileniyor, yani senatörlerin görev süresi altı yıl. İki mecliste de yeniden adaylık mümkün.

Eyaletlerin nüfus esasına göre üye gönderdiği Temsilciler Meclisi'nin sayısı, 1929'da doldurularak 435 olarak belirlendi. Hangi eyaletin ne kadar temsilci göndereceği, on yılda bir yapılan nüfus sayımına göre tespit ediliyor. Halen en çok temsilciyi Kaliforniya eyaleti gönderiyor. Senato'da ise eşit temsil esası geçerli, 50 eyaletin tamamı ikişer senatörle temsil ediliyor.

Yürütme gücünün başında “valilerin” bulunduğu eyaletler ise federal yetkiler dışında kendi anayasalarıyla yönetiliyor. Eyelatlerde “geri çağırma” (recall), “halk oylaması” (referandum) ve “halk girişimi” gibi yarı doğrudan demokrasi yöntemleri yaygın olarak kullanılabiliyor. Halk girişimi, örneğin seçmenlerin yüzde 8-10'unun imzaladığı bir halk dilekçesi üzerine anayasa ve yasa değişiklikleri için halk oylaması gerektiriyor. Eyalet gelirleri, genellikle ticaretten alınan dolaylı vergiler ve motorlu taşıtlar vergisi gibi kalemlerden oluşuyor.

15- Kongre nasıl çalışıyor?

Kongre'nin yapısı, yetkileri ve çalışma usulleri ile başkanla ilişkiler “güçler ayrılığı” ilkesiyle özdeşleşmiş ABD sistemi açısından önemli. Kongre, her yıl 3 Ocak'ta toplanıyor. Temsilciler Meclisi Başkanı “speaker” unvanını taşıyor. Speaker, söz vermek veya vermemek, oy eşitliğinde kararı belirlemek, çoğunluğun olup olmadığına karar vermek, yasa tekliflerini komisyonlara dağıtmak, değişiklik önergelerinin görüşülebilir veya görüşülemez olduğuna karar vermek, geçici komisyon üyeleri ile Senato ile çıkan anlaşmazlıkları çözecek komisyon üyelerini belirlemek gibi önemli yetkilere sahip.

Kongre'de dört tür komisyon görev yapıyor. Birincisi; TBMM'deki ihtisas komisyonlarına benzeyen ve sayıları 40'a yaklaşan sürekli komisyonlar. Bu komisyonların, sayıları sık değişen ve 200'e yaklaşan alt komisyonları bulunuyor. İkincisi; iki meclis arasındaki görüş ayrılıklarını çözmek için kısa süreliğine kurulan ancak Kongre'nin benimseyeceği görüşü tayin etmekte etkili olan komisyonlar (Conference Committees). Üçüncüsü; temelde geçici kurulmakla birlikte bazıları süreklileşen özel komisyonlar. Dördüncüsü de; Kongre'nin ortak idari işlerinden sorumlu olan ve iki meclisten eşit sayıda üyeyle oluşan komisyonlar.

Kongre üyelerinin hangi komisyona gireceği kendileri açısından önem taşıyor. Bu seçim için özel olarak kurulan komisyonlardan yararlanılıyor.

Senato'nun yetkileri önemli atamalar ve uluslararası antlaşmaların onaylanmasında, Temsilciler Meclisi'nin yetkileri bütçe ve mali düzenlemelerde odaklanıyor.

 

Kongre üyeleri üzerinde parti disiplini yok

 

16- Güçler ayrılığı Kongre'nin işleyişine nasıl yansıyor?

Kongre'deki iki mecliste de parti liderleri kendi grupları tarafından seçiliyor. Temsilciler Meclisi'nde çoğunluk partisinin lideri, “speaker” unvanını da alıyor. Ancak Kongre'deki parti liderleri, parlamanter sistemin aksine, grup üzerinde tayin edici bir etkiye sahip değil. Yasama-yürütme ilişkilerinde de “güçler ayrılığı” açısından önem taşıyan bu sonucu temelde iki özellik sağlıyor. Birincisi; ABD'de bir “parti disiplini” anlayışının olmaması. Bir “seçim makinesi” gibi çalışan partiler Kongre üyelerinin yasama faaliyetinde “parti disiplini” üzerinden tayin edici bir etkiye sahip değil.

Kongre üyelerinin, gerektiğinde grup liderlerinden ve partiden bağımsız hareket etmelerini sağlayan ikinci neden; ABD'de bu görevlere mutlaka önseçim kazandıktan sonra talip olunabilmesi. Yani bir kişi, ancak bulunduğu eyalette önseçimi kazanmışsa partisi tarafından Temsilciler Meclisi üyeliğine aday gösterilebiliyor. Dolayısıyla, bağımsız hareket eden bir kongre üyesi “partim tarafından bir daha aday gösterilmeyebilirim” baskısına veya tehdidine maruz kalmıyor.

Çok sayıda parti olmakla birlikte, sistemi, aralarında ciddi bir ideolojik fark bulunmayan iki parti - Cumhuriyetçi ve Demokrat partiler- yürütüyor.

17- Güçlü bir başkan ABD kurulurken öngörülmüş müydü?

Hayır, başlangıçta öngörülmedi, ancak Anayasa'da güçlenen bir başkanı önleyen bir hüküm de yoktu. ABD güçlendikçe merkezin artan yetkilerinin doğal sonucu “güçlü bir başkan” oldu. Bugün yürütme gücünde öne çıkan tek kişi başkan. ABD'nin siyasal düzeninin “başkanlık sistemi” olarak anılmasının nedeni başkana tanınan büyük yetkiler. Ancak “güçler ayrılığı”na dayanan Amerikan sistemi güçler arasında “fren ve denge sistemi”ne dayanıyor.

Yetkiler başkanda toplandığı için Beyaz Saray Ofisi, Executive Ofis gibi çok sayıda örgütte dev bir bürokrasi başkana bağlı olarak görev yapıyor.

Başkan ve Kongre dışında özerk federal kurumlar var. Ancak Kongre'nin de bu kurumlara karşı ödenek kısıtlama yetkisi bulunuyor.

Resmen “Senato Başkanı” statüsü bulunmakla beraber hiçbsir yetkisi olmayan başkan yardımcılarının en önemli işlevi, başkanlık boşaldığında görev yapmak üzere bir tür “yedek başkanlık” pozisyonunu doldurmak.

 

Güçler ayrılığı ve fren-denge sistemi

 

17- Yasama ile yürütme arasında “güçler ayrılığı” ilkesi nasıl inşa ediliyor?

Başkan Kongre'yi dağıtamıyor, Kongre de başkanı siyaseten suçlayıp sorumlu tutamıyor.

Aslında Anayasa'da başkana açıkça tanınan yetkiler çok az. Ancak başkanlar zaman içinde fiilen güçlendi. Örneğin; Jefferson, Kongre'nin ödenek ayırarak istediği iki savaş gemisinin yapılmasını reddetti. Nixon döneminde ise, Kongre'nin ayırdığı ödeneklerin başkan tarafından harcanması zorunlu kılındı.

ABD'de başkan ve kabinesi, yasa tasarısı sunamıyor. Kongre'de sadece üyelerin teklif ettiği düzenlemeler yasalaşabiliyor. Bu nedenle yürütme organı, tasarılarını, yasama organında kendisine yakın üyeler aracılığıyla yasa teklifi yoluyla Kongre gündemine getirebiliyor. Başkan, Kongre'ye, sadece çıkarılmasında yarar gördüğü yasal düzenlemelerle ilgili bir sunuş yapabiliyor.

Bir teklifin yasalaşabilmesinin ilk adımı, önerinin ayrı ayrı iki mecliste de kabul edilmesi; ikinci adımı ise başkanın onayı. Başkan Kongre'de kabul edilen bir yasayı 10 gün içinde veto edebiliyor. Başkanın veto ettiği bir yasanın tekrar gönderilmesi için Kongre'deki iki mecliste de üçte iki çoğunlukla onaylanması gerekiyor. Başkanın on gün içinde hem veto etmediği, hem de onaylamadığı yasalar ise kendiliğinden yürürlüğe giriyor.

Başkanın önemli yetkilerinden biri, büyükelçileri atamak, dolayısıyla devlet adına diplomatik tanıma yetkisini tek başına kullanmak, uluslararası antlaşmaları imzalamak. Ancak bu atama ve imzalar Senato'nun onayına tabi. Senato'nun onaylama yetkisi çok geniş. Yüce Mahkeme üyeleri, federal yargıçlar ve hükümet üyelerini de kapsayan 60 bin dolayında görev için Senato'nun onayı gerekiyor. Bugüne kadar 132 başkan önerisinden 28'i ya reddedildi ya da başkan önerisini geri çekmek zorunda kaldı.

Kongre'nin başkan ve bütün federal yetkilileri “impeachment” yetkisiyle suçlama yetkisi var. Vatana ihanet, rüşvet gibi ağır suçlarda bütün federal görevliler Kongre tarafından geri çağrılabiliyor. Bu durumda suçlama yetkisini Temsilciler Meclisi, yargılama yetkisini de Senato kullanıyor. Karar üçte iki çoğunlukla alınıyor.

 

Senato başkanın önerdiği bakanı reddedebiliyor

 

18- Başkanların istediği hükümet üyelerinin, uluslararası antlaşmaların Senato'da veto edildiği oldu mu?

Evet, bugüne kadar dokuz kez bakan önerisi reddedildi. Örneğin George Bush'un Savunma Bakanlığı'na önerdiği John Tower, özel hayatı gerekçe gösterilerek veto edildi ve bakan olamadı.

Senato uluslararası antlaşmaları üçte iki çoğunlukla onaylayabiliyor. Bu nedenle ABD Versailles Antlaşması'na taraf olamadı. Bu durum dikkate alınarak yalnızca başkan onayıyla yürürlüğe girecek uluslararası antlaşmalar (executive agreement) formülü geliştirildi.

 

ABD 60 yıldır ilan etmeden savaşa giriyor!

 

19- Uygulamada katı anayasanın sınırlarının zorlandığı ve aşıldığı oluyor mu?

Evet. Örneğin Anayasa'ya göre savaş ilan etme yetkisi Kongre'ye ait. Ancak ABD bugüne kadar dünyanın birçok bölgesinde savaşırken Kongre 1946 yılından beri hiç savaş ilan etmedi! Kongre'den sadece “asker gönderme” izni alan başkanlarla ABD on yıllardır ilansız savaşlara giriyor.

Diğer yandan, Kongre'nin yasama yetkisi Anayasa ile sınırlanmış durumda. Bu sınırı aşmak için “Amerikan halkının genel refahını artırmak” gibi son derece esnek bazı yetkiler Anayasa'ya eklenmiş durumda. Buna karşılık Kongre, ulusal refahı artırmak için “sadece ödenek ayırabildiği” konularda yasal düzenleme yapabiliyor. Özetle Kongre, bir yasa çıkardığı zaman herhangi bir şekilde Anayasa'nın bir hükmüyle bağlantı kurmak zorunda.

Kongre'nin yasa yapma yetkisinin önemli bir sınırını “basın ve ifade özgürlüğünü kısıtlamak” oluşturuyor. Kongre, “barışçı toplantı ve dilekçe hakkını kısıtlama” yönünde de yasa yapamıyor.

20- Başkanlık sistemi Türkiye'ye uzak mı, uygun mu?

Bu tartışılır. Ancak Amerikan sisteminin, devleti yönetmek ihtiyacından önce, bireyleri, hakları ve özgürlükleri koruma noktasından hareket ederek geliştiğini unutmamak gerekir. Başkanlık sistemiyle sonuçlanan 400 yılı aşkın Amerikan tarihinde “özgürlüklerin güvence altına alınması” temel hareket noktası oldu. O kadar ki, yasama organı olan Kongre'ye Anayasa'da açıkça birçok alanda yasa yapma yasağı getirildi. ABD'den sonra Güney Amerika'da örnekleri gören başkanlık modelleri ise, demokratik ölçütlere uzaklığı nedeniyle siyasal literatüre “başkancı sistemler” olarak geçtiler.

Türkiye'nin temel sorunları sistemden değil, siyasetin demokratik haklar ve özgürlükler konusunda geniş bir ortak paydada buluşamamasından kaynaklanıyor.

___________________________________________________________________________

 

Kaynaklar: Prof. Cem Eroğul / Çağdaş Devlet Düzenleri (başkanlık sistemine ilişkin bilgiler önemli ölçüde birebir aktarımla Eroğul'un kitabından alındı); Prof. Mümtaz Soysal / 100 Soruda Anayasa'nın Anlamı / Prof. Server Tanilli / Devlet ve Demokrasi

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?