15 Ocak 2018

Yoksullar neden her yerde artık sağa oy veriyor?

Yoksullar, neredeyse yüz yıl boyunca yan yana yürüdükleri sol ve sosyal demokrat partilere neden sırtlarını çevirdiler?

Türkiye’yi zaten biliyoruz: CHP, İstanbul’un zengin semtleri Etiler, Levent ve Bebek’i sınırları içinde bulunduran Beşiktaş’ta yüzde 60, yoksul semti Bağcılar’da yüzde 15 oy alıyor.

Kanıksadığımızdan olacak, bu durumu tartışmıyoruz ama başta Trump şokunu üzerinden atamayan Amerika olmak üzere dünya tartışıyor. Çünkü dünyada da durum farklı değil: Amerika’da bir zamanlar Demokrat Parti’nin kalesi olan yoksul beyazların yaşadığı bölgeler son seçimde Trump’a verdi. Fransa’da aşırı sağ, bir zamanlar solun güçlü olduğu yerleri ele geçirdi. İngiltere’de bir zamanlar İşçi Partisi’nin güçlü olduğu Kuzey bölgeleri aşırı sağcı UKIP’e kaydı. Bu arada İşçi Partisi’nin güçlü olduğu yerlerden muhafazakârların bayraktarlığını yaptığı Brexit’e, yani Avrupa Birliği’nden ayrılığa evet çıktı.

Ne oluyor sahiden? Yoksullar, neredeyse yüz yıl boyunca yan yana yürüdükleri sol ve sosyal demokrat partilere neden sırtlarını çevirdiler?

Dediğimiz gibi dünya bu soruyu tartışıyor. Son olarak, yoksulların “solu sattığı” tezine uzun zamandır direnen ve bunun Güney’deki eyaletlere özgü bir durum olduğunu savunan Nobelli iktisatçı Paul Krugman da “acı gerçeği” kabul etti ve “Amerika’nın ekonomi politiğinin temel meselesin, dar gelirli beyaz seçmenin, oyunu zenginlerden yana politikacılara (yani Trump’a) vermesi” olduğunu yazdı. (Bu duruma uzun zamandır dikkat çeken yazarlar da Krugman’a, “Uyan da balığa çıkalım” diye dokundurdular, haklı olarak. [1])

Anglo-sakson iktisatçıların kendi aralarındaki “Ben söylemiştim”, “Hayır, ben söylemiştim” kavgalarını bir kenara bırakarak asıl soruya odaklanalım: Yoksullarla sol partiler arasındaki gönül bağı neden ve nasıl koptu?

“Çünkü yoksulların kafası bidondan” diyenlerdenseniz, bu yazıyı okumayı burada bırakabilirsiniz. Çünkü yazının geri kanalında bu tezi destekleyecek şeyler bulunmuyor. Yok eğer çuvaldızı başkalarına batırmadan önce iğneyi sola batırmak gerektiğini düşünenlerdenseniz, gelin, Paul Krugman kadar etkili bir başka iktisatçının, Wolfgang Streeck’in bir yazısıyla bu esrar perdesini aralamaya çalışalım ...

Almanya’daki Max Planck Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’nün başkanlığını yapan

Streeck, geçen yılın Mart ayında New Left Review dergisinde yayınlanan

“Bastırılanın Geri Dönüşü” başlıklı yazısında sol - sosyal demokrat partilerin son 30 yılda geleneksel politikalarından koparak neoliberal söylemin esiri haline geldiklerini öne sürdü. (2)

Sol, “Piyasalarla inatlaşma olmaz”, “Başka çaresi yok”, “Yoksa kriz çıkar” diye diye geçmişine ihanet etti, Wolfgang Streeck’e göre. Gelir dağılımındaki adaletsizliği mesele etmeyi bırakıp "ulusal rekabetçiliği" artıracak "reformlara" odaklandı. İşgücü piyasasının esnekleştirilmesinden (yani işten çıkarmaların kolaylaştırılmasından), özelleştirmelerden dem vurmaya başladı.

Sonuçta sol partiler teknokratik bir söylemin, devletin partileri haline geldiler. Yoksullarla bağları koptu. Yoksullar da siyasete inancını yitirdi, seçimlere katılım oranı her yerde düştü.

Bütün bunlar durduk yerde olmadı elbette. Her toplumsal gelişme gibi bunun da bir evveliyatı vardı.

1970’lerde dünyayı tehdit eden yüksek enflasyona karşı alınan sert önlemler işsizliğin yükselmesine yol açmıştı. Aynı dönemde Batı ülkelerindeki sanayi, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu gelişen ülkelere kaydı. Sonuçta, bu iki nedenden ötürü Batı’da işsizlik patladı. Sosyal devlet, işsiz kalan yığınları beslemek için borçlanmaya gitti. Bu da kamu borcunda artış getirdi. Politika borcun esiri haline geldi. Neoliberal söylem solu böyle teslim aldı.

Bu dönemde ortaya çıkan “sol” liderlere solcu demek için bin şahit isterdi. İngiltere’yi yıllarca yöneten İşçi Partili Tony Blair’in solla ne ilgisi vardı sahiden? Amerika’da Demokratlar’ın son seçimlerdeki adayı Hillary Clinton’ı, yerleşik düzenin önde gelen kurumları, bankalar, şirketler neden destekledi?

Trump’ın karşısında solcu değil, bankaların desteklediği neoliberal bir aday vardı. Trump, “Amerika’yı yeniden büyük yapmaktan”, yurtdışına giden fabrikaları geri getirmekten söz ederek, yoksulların desteğini aldı.

Neoliberal yazarlar Trump’ı “popülizm”le suçladılar. Belki de sol burada hata yapmıştı. Çünkü ekonomik popülizm, teknokratik söyleme teslim olmadan önce solun politika aracıydı.

Nitekim neoliberal entellektüeller tarafından bugün popülizmle suçlananlar arasında Demokrat Parti’nin sol kanadının Başkan aday adayı Sanders ve Ingiliz İşçi Partisi’nin yeni lideri Corbyn de yer alıyor.

İşte böyle… Wolfgang Streeck, sol partilerle yoksullar arasındaki aşkın sona eriş öyküsünü böyle anlatıyor.

Bu öykünün Türkiye’ye uyan kısımları var, uymayan kısımları var.

Türkiye’nin işbaşında gördüğü son sosyal demokrat politikacı, Streeck’in öyküsündeki gibi “Piyasalarla inatlaşılmaz”, “Yoksa kriz çıkar” diye diye IMF politikalarını uygulayan Kemal Derviş’ti. (O dönemde, yani 2001 krizinde, muhtemelen gerçekten de başka çare yoktu ama yoksullara zarar verecek teknokratik politikaları uygulamak sosyal demokratlara mı düşmeliydi?)

Aradan geçen zamanda pek bir şey değişmedi. Bugün de ekonomi yazarlarının birçoğu, politikacıları “reformlara” sahip çıkmaya çağırıyor (Ama şu sihirli “reformlar”ın içeriğini kimse tam olarak açıklamıyor), Hükümet’i gelir dağılımını bozucu politikalar izlemekle değil “piyasa gerçeklerinden” kopuk olmakla suçluyorlar.

Bunlar, Streeck’in söylediklerinin Türkiye’ye de uyan kısımları.

Ama uymayanlar da var. Türkiye, Amerika ve Avrupa’da olduğu gibi sanayisizleşme sürecinden geçmedik mesela. Türk şirketleri fabrikalarını Çin’e, Pakistan’a (henüz) taşımadılar. Bir zamanların mesut günlerini özleyen işçi sınıfı kökenli büyük bir kitle, bizde yok.

Yine de fakat, Türkiye’ye özgü bir durum diye düşündüğümüz, yoksullarla sağ aşkının aslında küresel bir olgu olduğu görmek şaşırtıcı. Türkiye’ye bir de böyle bakmakta yarar var.

______________________________________________________________

https://www.theguardian.com/commentisfree/2018/jan/10/paul-krugman-mistake-white-working-class-voters-republicans

https://newleftreview.org/II/104/wolfgang-streeck-the-return-of-the-repressed

Yazarın Diğer Yazıları

Helalleşme yazısı

Helalleşelim. Ama ayrılmayalım

Cumhurbaşkanı Erdoğan faiz indirimi konusunda neden ısrarcı? Kafasındaki plan ne?  

Muhtemelen (İki aydır olduğu gibi) kur akışa bırakılacak, faiz indirimleri sürecek, seçim öncesi olası atakları karşı rezerv açığı kapatılmaya çalışılacak, inançla yola devam edilecek.

Anadolu burjuvazisi şimdi ne düşünüyor?

2018’e kadar amasız, fakatsız destekledikleri AKP’nin arkasında dimdik duruyorlar mı hâlâ? Yoksa ekonomideki, dış politikadaki maceracılıktan, beceriksizlikten bezdiler mi?