18 Temmuz 2013

#MelihGökçekAbesleİştigalEdiyor

Toplumsal hareketler sıradışı olayları haberleştirmeye meyilli medyada kendine yer açar. Kolluk kuvvetlerini alışılmadık eylemler karşısında ne yapacağını bilemez hâle getirir

Böyle bir hashtag yok. Ama gayet rahatlıkla olabilir. Gezi Parkı direnişi hakkında söyledikleri, Twitter’da yazdıkları, ortaya attığı iddialardan dolayı bunu sonuna kadar hakediyor.

Ne yapıyor Melih Gökçek? Yapılan eylem biçimlerine bakıyor. Sonra bu eylem biçimlerini anlatan, listeleyen bir takım kitaplar karıştırıyor. Aynı eylemleri kullanan başka bir hareketi öne çıkarıyor. Sonra sonuca varıyor: direnişin kökü dışarıda. Kurduğu komplo teorisine göre tüm bu eylemleri direnişçiler kendi iradesiyle seçip, uygulamış olamaz. Olsa olsa birileri bunları onlara öğretmiştir. Bu birileri de Türkiye’nin yükselişini engellemeye çalışan örgütler, çıkar grupları ve ülkelerden oluşan gizli güçler. Sonrasında sabahlara kadar tweet atıp, elinde bir takım resimlerle televizyon ekranlarında iddialarını tekrarlayıp duruyor.

Bu komplo teorilerini dillendiren sadece Twitter’ı savaş alanına çevirmeyi öneren Melih Gökçek değil. Hashtag Melih Gökçek desin, siz muhafazakar basının geneli diye anlayın.

Sosyoloji öğretmek kimsenin ‘haddine değil’ ama toplumsal hareket teorileri bunların tam tersini söylüyor.

Şimdi bu teoriler genel olarak ne diyor, kısaca bir bakalım.

***

Protesto zeka ve yaratıcılık isteyen bir iştir. Eylemciler meramlarını anlatırken, olabildiğince seslerini duyurmak isterler. Ama zaten muhalefet yapabilmenin, dertlerini anlatabilmenin yolları oldukça kısıtlıdır. Kurumsal siyasetin kapıları kendilerine kapatılmıştır. Karar alma mekanizmalarından dışlanmışlardır. Muhalefetteki partilerin kendilerini ve meselelerini yeterince savunmadıklarını düşünürler. Böylesine bir durumda sokağa çıkmak tek çaredir. Yoksa, eylem yapmak gibi meşakkatli bir işi kim göze alır?

Ama kuru kuruya da sokağa çıkılmaz. Evet, yürüyüş, gösteri ve toplantı gibi her hareketin başvurduğu olmazsa olmaz eylem biçimleri vardır. Fakat, her hareket eylemlerine çarpıcı unsurlar ekleyip, protestolarını renklendirmeye çalışır.

Ki böylelikle, toplumsal hareketler sıradışı olayları haberleştirmeye meyilli medyada kendine yer açar. Kolluk kuvvetlerini alışılmadık eylemler karşısında ne yapacağını bilemez hâle getirir. Başlarını tam ters yöne çeviren iktidarların, şirketlerin ve diğer karşıtlarının kulağına kar suyu kaçırırlar. Yaşadıkları adaletsizliği kamuoyuna duyurarak, destekçilerinin sayısını arttırırlar.

***

Farkettiyseniz toplumsal hareketleri anlatan kısım geniş zaman kipi kullanılarak yazıldı. Bunun da bir nedeni var.

Yukarıda sayılan bu özellikler, zamanı veya mekanı farketmeksizin her hareket için geçerlidir. Üstüne basa basa söyleyelim. Toplumsal hareketler zaman ve mekan sınırlarına sığmayan büyük bir kollektif zeka ve çabanın ürünüdür. Altını tekrar çizelim, toplumsal hareketler zaman ve mekan sınırlarının ötesine geçen kollektif bir birikimin üzerine inşa edilir.

Bir örnekle açarsak, muhtemelen Hindistan bağımsızlık hareketi başlamadan önce, yolda oturan  bir grup insanı gören polis veya yoldan geçen birisi ‘Herhalde sıcak bunalıp, yoruldular’ diye düşünüp kafasını bile çevirmezdi. Çünkü oturmak henüz bir eylem biçimi olarak algılanmamaktaydı.

Ta ki, Gandi pasif direnişi ve şiddet içermeyen sivil itaatsizliği Hindistan bağımsızlık hareketinin temel ilkeleri olarak benimsetene kadar. Büyük bir disiplinle şiddeti tamamen reddeden bu ilkeler çerçevesinde, Gandhi ve taraftarları kamusal alanı bir süreliğine işgal ederek oturmayı bir eylem biçimi olarak kullandı. Sonrasında,dünya geneline yayılan oturma eylemleri yaşanılan adaletsizlikleri ifade etmenin en etkili yollarından biri olarak kabul edile geldi.

Mesela, Amerikalı siyahlar, 1960’lardaki sivil haklar hareketleri sırasında protesto etmek için oturdular. Vietnam Savaşı karşıtları da oturdu. Çevre, kadın, insan jakları gibi aklınıza gelecek her mesele hakkında seferber olan hareketler oturmaya devam ettiler.

Yani, oturma eylemleri yayıldı da yayıldı. Hindistan’dan Amerika’ya. Amerika’dan dünyaya.

***

Özetle teori şunu söylemekte: toplumsal hareketler protestolarını kitlelere ulaştırabilmek için yeni eylem biçimleri icat ederler. Bu eylem biçimi etkili olduğu zaman, diğer hareketler de bu eylemleri alıp, kendi şartlarına uyarlayarak kullanırlar. Aynı zamanda yenilik arayışlarına da devam ederler.

Toplumsal hareketlerin yayılması adıyla anılan bu süreç sadece eylem biçimleriyle de sınırlı değil. Kullanılan söylemler, örgütlenme biçimleri ve anlamların her biri farklı yer ve zamanlarda meydana gelen toplumsal hareketler arasında yayılabilir. Çünkü, eylemciler kendileriyle benzer sorun ve şartları paylaştıklarını düşündükleri diğer hareketlerin başarılı unsurlarını alıp, kullanırlar. Bu paylaşım kurulan birebir ilişkilerle olduğu kadar medya üzerinden dolaylı bir şekilde de gerçekleşir.

Aynı Gezi Parkı direnişinde olduğu gibi. Gezi Parkı direnişçileri protestolarında oturma eylemi gibi bilindik eylem biçimlerini kullandılar. Aynı zamanda, düşünüldüğünde oturma eyleminin farklı bir şekli olan duran adam eylemini de uyguladılar. Üstelik iletişim teknolojilerin bu kadar ilerlediği, elektronik ortamda sayısız sosyal mecranın ortaya çıktığı günümüzde bilginin bu hızlı ve yaygın bir şekilde dolaşmasına şaşırıp, bunun altında başka şeyler aramak yersiz. Ortada bir dizi mağduriyet varken bunların ifadesi pek tabi dünyadaki toplumsal hareketlerin kullandığı yollarla olacaktır.

Ama ne oluyor? Gezi Parkı’nda kullanılan yöntemlerden yola çıkıp, bu yöntemleri kullanan diğer hareket ve örgütlerle bir takım ‘gizli’ ilişkiler oluşturuluyor. Sırbıstan’daki demokrasi hareketinin ana örgütlerinden Otpor’un da aynı eylem biçimlerini kullandığına dikkat çekiliyor. Buradan da bir takım kötü emelli güçlerin koca bir hareketi organize edip, yönlendirdiği sonucuna varılıyor.

Anlatılmaya çalışılan taleplere, yaşanılan mağduriyetlere bakılmıyor.

Toplumsal hareketlerin biribiriyle dolaylı ya da dolaysız sürekli etkileşim hâlinde olduğu, bu bağlar için hareket dışında aktörlere ihityaç olmadığı düşünüldüğünde, üretilen komplo teorileri  abesle iştigal etmekten başka bir şey değil. Sosyolojik kesinlikle değil.

Kısaca nasıl AKP seçmenleri ‘göbeğini kaşıyan’ ‘bidon kafalılar’ değilse, Gezi Parkı direnişçileri de ‘dışarıdan’ yönlendirilip başkalarının emellerine hizmet eden bilinçsiz kuklalar değil.

Adını koyalım. Bu insanlar kendi iradeleriyle zeka ve mizahlarını konuşturan, sosyal hareketler dağarcığından feyz aldığı kadar genel eylem repertuarına bolca katkı yapan protestoculardır.

Yoksa, biri çıkar 1990’lar boyunca eylemleriyle başörtüsü hakkını savunanları da Otpor’dan ya da Gene Sharp’ın kitabından etkilenmekle suçlayabilir. Neden mi? Çünkü hatırlayın onlar da haklarını ararken oturma eylemleri ve yürüyüşler düzenlemişlerdi. Muhafazakar kanat komplo terorilerine bazı gizli serviclerler şaibeli ilişkileri olduğunu iddia ettikleri Albert Einstein Enstitüsü’nün kurucusu akademisyen Gene Sharp tarafından yazılan ve ilk basımı 1993 yılında yapılan Diktatörlükten Demokrasi’ye isimli kitabı kaynak olarak kullanmakta. Kitaptaki eylem listesinde –ki bu liste çeşitli hareketler tarafından daha önceden kullanılmış olan ve her yerden kolaylıkla ulaşılabilen eylem biçimlerinin bir derlemesi-  yürüyüş 38inci, oturma eylemi de 138inci madde olarak geçmekte.

E şimdi, böyle bir sonuca varmak sonuna kadar haklı bir kültürel haklar ve hatta insan hakları hareketi olan başörtüsü eylemlerine kara çalmak olmaz mı?

Not: Hadi bu teorilerden bir iki örnek verelim ki havada kalmasın. Meraklısı Sidney Tarrow’un Power in Movement ya da Givan, Roberts ve Soule’un derlediği The Diffussion of Social Movements kitaplarına göz atabilir. Twitter’da dönecek olası bir komplo teorisini şimdiden engellemek için de ekleyelim. Akademi dünyasının en ünlü toplumsal hareket teorisyenlerinden olan bu sosyologların CIA, faiz lobisi veya herhangi bir çıkar grubuyla hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır. Ayrıca, daha başka eylem biçimlerinden amalizlerinde bahsetmektedirler.

Yazarın Diğer Yazıları

Brezilya Amazonların geleceğini oyluyor; ekoloji ve çevre adaleti notları...

Brezilya'da Bolsonaro değil de Lula seçilirse Brezilya Amazonu'ndaki ormansızlaşmanın yüzde 89 oranında daha az gerçekleşeceği öngörülüyor. Bu tahminler sadece her iki liderin başkanlığı süresince uyguladığı politikaların ve bunların sonuçlarının muhasebesine dayanmıyor. Lula, aynı zamanda ileriye dönük Brezilya Amazonu'nu korumaya yönelik vaatlerde bulunuyor

Dünya siyasetinin yeni ikilisi: Corbyn-Sanders - II

Corbyn ve Sanders’in kurumsal siyasetin labirentli yollarından geçip, başarıya ulaşıp ulaşmayacaklarını kestirmek güç

Dünya siyasetinin yeni ikilisi: Corbyn-Sanders - I

Corbyn zenginlerin daha çok vergilendirmesi gerektiğini söylüyor