28 Ağustos 2016

Nefes almak yetmez

Aslı Erdoğan’ın yeri duvarların içi değil, dünyaların ötesi

‘Nefes alsın yeter’ bu bazı seçimler için basit kriterdir. Canlı olma halidir yani. İşte epeydir bizler böyle yaşıyormuşuz gibi geliyor. Yönetimdekiler sadece nefes almamızı önemsiyorlar, bazen o bile önemsiz ama hadi hala canlılık gösteren bizler için öyle olsun. Gerisi teferruat olmaya başladı. Hala işimizin olması, düşündüklerimizi fısıltılarla sadece iyi tanıdıklarımız arasında konuşabiliyor olmamız, eve sağlam dönebilme halimiz, sevdiklerimize kavuşabilmemiz bunlar nimetten sayılıyor. Çünkü ‘nefes alıyoruz’ ve bu kimileri için yetiyor.

Aslında artık nefes de alamıyoruz. Göğsümüze oturmuş kocaman öküzü var hissediyor musunuz? İşte ben bu öküz nedeniyle nefes de alamıyorum. Yaşamın renklerini kaybediyor olmaya öykünmek böyle bir zamanda ayıp olabilir. Her yerde insanlar yok pahasına ölürken, tutuklanırken ben hayatta elimizden birer birer alınmış zevklerimizden bahsediyorum. Ama artık acının, kaybın doz aşımındayız ve delirmemek için renklere ihtiyacımız var.  

İptal edilen konserleri, festivalleri anlayışıyla karşılamamız beklenirken, televizyonda hunharca yayınlanan evlendirme programları ne olacak? Konu sınırı 3-5 arasında değişen, hiç bir zeka, sanat pırıltısı göstermeyen senaryolarıyla, dizileri televizyondan izlemeye mahkum edilmiş, ev dışında hareket kabiliyeti ekonomik ve kültürel olarak yok eşiğine gelmiş bir toplum ne olacak? Sosyal medyada kendini gösterdiği gibi ancak siyah-beyaz olacak. Kavgacı, öfkeli, empatiden yoksun hale gelecek.

Türkiye’de kitap okuma oranı %0,1, Avrupa’da %21. Daha ne söyleyeyim ama söylüyorum; o dizilerin, evlendirme programlarının yayınlandığı televizyon için Türk insanı günde 6 saatini harcarken, internette 3 saat ve kitap okumak için ise 1 dakika harcıyor. Gerçekten hayatlarını harcayan bir toplumda hangi barıştan söz edebiliriz? O yüzden Aslı Erdoğan’ın hapiste olması bir avuç kalan bizi yaralıyor, isyan ettiriyor.

Birileri ölümleri kutsayıp, acılı suratlarla, bir dakikada rakamlardan ibaret kalan insan hayatlarını anons edip, ardından programlarına ve hayatlarına kaldığı yerden devam edebilirken, gerçek acılı, kayıplı insanların bu vatana feda edecek kaç canı daha kaldı? Delirmiş, çürümüş olmakla bile açıklanamaz artık bu olanlar.

‘Allah gördüğünden geri koymasın’ der büyüklerimiz. Geçmişe bakıyorum acı, kan, şiddet eksik olmamış ki bu coğrafyada daha beteriyle test ediliyoruz sadece. Ölümü gösterdiniz, sıtmaya da razı ettiniz ama biz sağlıklı olmanın ne demek olduğunu da biliyoruz. Onun için hala sanat değeri olan kitapları buluyor okuyoruz. Büyük tekellere teslim edilmiş okuma listelerinden başımızı kaldırıp gerçek edebiyata sığınabiliyoruz. Sonra onların yazarları, sanatçıları da ceza sistemine takılıyor. Elimizden alınmaya çalışılıyor.

AKM kapatılalı 8 yıl oldu. Sayan var mı? Bu sekiz yılda ne yollar, ne köprüler açıldı, kaç bin tane toplu hapis/yaşam konutları yapıldı. Bir AKM tekrar yapılamadı. Neden? Opera gibi, bale gibi, tiyatro gibi sanatların, klasik müziğin nüfusu 15 milyonu geçmiş İstanbul’da hiç mi izleyeni, dinleyeni yok? Eski bir sinemadan bozma, harika bir bina (ki Süreyya Opera Binası aslen opera için tasarlanmış ama ne olduysa 80 yıl önceki kafayla sinema salonu olmuş, 2007den bu yana aslına dönmüş) opera-bale için ek bina olmak yerine ana bina olup, 500 kişilik salon ile İstanbul’luya alın oynayın, dinleyin, oyalanın denilen susturucu oldu. Bir de özel sektör için muhteşem bir bina yapıldı ve sanattan anlayıp da parası olanla, sanattan anlamayıp çekin-yoklama için orada görünenlere hizmet ediyor. Ben hep izleyen dinleyen tarafından yazıyorum elbet sanatın icracıları ıstıraplar içindedirler. Ama olsun ‘nefes alıyorlar!’

Her meselemizin üzerine nasıl gidilmesi gerektiğini bilen otorite tiyatroyu da gereksiz buluyor olmalı ki özel tiyatro ödeneklerinden, Şehir Tiyatrolarının dramaturgisine kadar, sanatçıların rol dağılımı dahil müdahale halindeler. Sanatçının varlık sebebi kendi kadar toplum içindir de. Burada bahsettiğim sanatçı, ömrünü, yetenekleri ve eğitimi doğrultusunda ürettiklerine adayanlardır. Sanatçı olma hali bile kavram çatışması içinde değersizleştirildiğinden, içi boşaltıldığından onlara sahip çıkılmamız gerekiyor. Onlara ve yapıtlarına.

Ben Ankara’da bu güzel insanların eserlerini izleyerek, dinleyerek, okuyarak büyüdüm. İstanbul hep daha büyüğü için hayallerimdeki şehirdi. Avrupa’da ilk izlediğim operada göz yaşlarımı tutamamıştım. Şimdi hiç bir şeyin tadı kalmadığı gibi var olanlar da yavaş yavaş hayatımızdan çekilmeye zorlanıyor. İçimde mesleğimden kaynaklı olduğu kadar sanattan da beslenen hümanizmamın renkleri bu bahsettiklerim nedeniyle soluklaştı. Direniyorum, zorlanıyorum, içim eziliyor, hala, zoraki  ‘nefes alıyorum’ ama daha fazlasını hak eden insanların olduğu bu ülkede yalnızlaşmamıza her gün birileri bir avuç toprak atıyor.

Aslı Erdoğan’ın yeri duvarların içi değil, dünyaların ötesi. Bu zihinlerin tutsak edilemeyeceğini, sadece bedenlerin kilit altına alınabileceğini söylemek romantizm. Aslı da benim gibi istediği zaman kahvesini içmeli, istediği zaman sokağa çıkıp, o delirmiş, harika cümlelerini istediği kadar yazabilmeli.

Sadece nefes almak yetmiyor...

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

TOKİ, yuvaları yanmış hayvanlara orman da yapar mı!

Bizim hikâyemiz yeni başladı ve bizim resmi kayıtlı söndürme uçak sayımız en küçük doğal sayı. Prometheus ateşi insana verirken Türk politikacılarını hesap edemediği için yaptığına pişman olmuş olabilir. Tanrıları dize getiririz...

Benim bedenim, benim yumurtam, benim kararım

Yumurta dondurmak yani doğurganlığını istediği zamana ertelemek için kadınları kurallarla hizaya sokamazsınız. Hekim olarak itirazım var. Kadın olarak itirazım var

Bir doktor olarak Covid-19 güncem: Bir ayda hasta yakını da oldum, hasta da...

Virüs aramızda. Etkisini zayıflattığı söylense de kimi seçeceğini, ne derecede hasta edeceğini bilemezsiniz