17 Temmuz 2016

Fantom

Benim elim, hayatım, hayallerim, geleceğim, kocaman yok olamayan ağrım...

Temmuz 2016, Malta

İşte gene başladı aynı ağrı. Hep geceleri, bu saatte başlıyor, bir iki saate dayanılmaz oluyor ve sonra güneş doğarken aniden geçiyor. Sanki hiç yokmuş gibi. Yok zaten, o bir hayalet.
Ağrıyan sağ elim, sağ kolum. Uyuşuyor, dirseğimden başlıyor parmak uçlarıma kadar devam ediyor. Tek tek çizebilirim sinirlerin geçtiği her noktayı. Kimse inanmıyor bana. İlaçlar fayda etmiyor. Ağlıyorum her gece ılık ılık ıslanıyor yastığım, ağzımın içine dolan kendi tuzumu yutuyorum. Gece olmasından korkuyorum. Gündüzleri uyumamaya çalışıyorum ki gece olduğunda aldığım ilaçlar ve yorgunluk beni diğer aleme taşısın. Uyku ölümün kardeşi, ben yaşamakla cezalıyım. 
Gözümü her kapatışımda tek bir şey oluyor. Her şey paramparça oluyor. Eller, kollar, kafalar, insan parçaları saçılıyor etrafa. Kulaklarımda sadece uğultu var. Kimseyi duyamıyorum. Oysa etrafta sağa sola koşan, panik halinde insanlar, ne yapacağını bilemez yerde yatan sağır ben. Acım var mı anlamıyorum o anda. Yanımda yatan kadın kıpırdanıyor, ayağa kalkmaya çalışıyor ama tam kadın da sayılmaz eksilmiş, birazdan da öylece seriliyor olduğu yere, kıpırdamıyor artık. Bir can çekişme anı bu. Elimi uzatsam ölüme dokunacağım o kadar yakınım. Duman var, koku var. Ses sadece uğultudan ibaret. Bir kaç saniye önce bir şey oldu. Çok kötü bir şey oldu. 
Gün ağarmak üzere gecelerin kısalması tek şansım, acaba kuzey ülkelerine mi yerleşsem? Sadece iki üç saat sürer ağrım. Nasıl gideceğim oralara? Gidemem ki. Ben bu evden çıkamıyorum artık, sadece hastane ve terapiler dışında olmaz, çıkamam dışarıya. Gökten insan parçaları yağıyor üstüme. İnsan eti kokuyor dışarısı, yanmış insan eti. 
                                                                     *
Uçağın zamanında kalkması nadirdir ve kendimi günün başında çok şanslı hissetmiştim. Yolculuk da fena değildi. Öncesi iyiydi çünkü ve eve dönmenin heyecanını  yaşıyordum. İki aydır yoktum ortalıkta, ama iyi iş çıkarmıştım. Artık mikroskop başında harikalar yaratabilecektim, ‘Çok yeteneklisin, kısa sürede en incelikli işleri yapmayı öğrenen bu parmaklar pek fazla bulunmaz, şanslısın’ demişti beni uğurlarken klinik şefim. Daha ne olsundu? Alkol, kahve iki ay bir yudum bile içmemiştim ellerimde en ufak bir titreme bile benim başarısız olmam demekti. Uçakta üçüncü küçük şişe şarabı istemeye utandığımdan ikide kalmıştım ama o bile çakır keyif yapmaya yetmişti beni. 


                                                *


Üç koca ay geçti, hastane günlerini saymazsak tabii. Evim hala yas evi. Ziyarete gelenin de, evde yaşayanların da ağzını bıçak açmıyor. Yalandan sohbetler, gülümsemeler. Biliyorum oysa dışarıda herkes pür neşe, yaşam sürüyor. Benim kapımın ardı ve önü ikiye bölüyor hayatları. Gün ağarıyor, ağrım neredeyse kalmıyor. Zavallı sağ elim.


                                                *


İnanılır gibi değildi. Şansın da şansı gümrükte sıra yoktu, bavullar çabucak gelmişti, alışverişi kısa kesip çıkmıştım. Tek şansızlığım trafiğe takılıp beni karşılamaya yetişemeyen nişanlımdı. Kiminin şansızlığı başkasının şansıymış meğer. Tam kapıdan çıkacakken param olmadığını hatırlayıp bankamatiğe gidiyorum. İlk deneme başarısız, ikinci bankamatik başka banka ve tamam artık güvendeyim, cebimde param da var. 


                                                *


Yataktan kalkıyorum, hala aksıyorum ama bacaklarım kopmadığı için mutlu olmam gerektiğini söylüyor psikiyatristim. Yani tam olarak bu kelimeleri kullanmasa da toplamda anlam bu; yaşadığıma şükretmem gerekliliği! Bir de diyor ki; ‘artık sahip olmadığımız uzuvlarımızın seneler geçse de ağrımaya devam edebileceğini unutma’. Sağ kolum ve elim ondan ağrıyormuş. Acısını tarif edemem. Mengeneyle sıkıştırsalar etimi ancak bu kadar acır. Nasıl olmazlar, karanlıkta ağrıdığına ve var olduğuna yemin edebilirim. Gündüz ise kocaman bir boşluk var sağ tarafımda. Yok. Sağ elim, sağ kolum yok.  

                                              *

Derin bir soluk alıyorum, kapıdan çıktığımda. Geri döndüm işte, harika. Etrafıma bakıyorum, pürtelaş insanlar, kornalar, birbirine karışan insan sesleri, rengarenk ortalık. İçim buruluyor Sedat sımsıkı sarılamadı kapıdan ilk çıktığımda diye ama evde buluşacağız. Muhtemelen yatak odasına gelmeden salonda çırılçıplak kalmış olacağız. Çapkın gülümseme yüzüme çakılı kalıyor o anda. Büyük bir gürültü, alev topu, havada uçuşan insan parçaları, hepimizin bedenleri diğerlerine karışıyor. 

Benim elim, hayatım, hayallerim, geleceğim, kocaman yok olamayan ağrım. Benim fantomum, hayaletim. 

Yazarın Diğer Yazıları

TOKİ, yuvaları yanmış hayvanlara orman da yapar mı!

Bizim hikâyemiz yeni başladı ve bizim resmi kayıtlı söndürme uçak sayımız en küçük doğal sayı. Prometheus ateşi insana verirken Türk politikacılarını hesap edemediği için yaptığına pişman olmuş olabilir. Tanrıları dize getiririz...

Benim bedenim, benim yumurtam, benim kararım

Yumurta dondurmak yani doğurganlığını istediği zamana ertelemek için kadınları kurallarla hizaya sokamazsınız. Hekim olarak itirazım var. Kadın olarak itirazım var

Bir doktor olarak Covid-19 güncem: Bir ayda hasta yakını da oldum, hasta da...

Virüs aramızda. Etkisini zayıflattığı söylense de kimi seçeceğini, ne derecede hasta edeceğini bilemezsiniz