27 Kasım 2017

Oyuncaklar cesetlerden önce karaya vurur!

Tiyatro yaralar!

Suriyeli bir büyükanne, insan kaçakçıları tarafından botlara doldurulup bilinmeyen bir Avrupa’ya doğru yol alan oğlunun ailesini arıyor. Tam da cesetlerin karaya vurduğu bir kasaba var, oğlu ve ailesi muhtemelen o kasabaya gömülmüş. Büyükanne oralara kadar bir rehber eşliğinde gidiyor ve cesetleri gömmekle görevlendirilmiş yaşlı adamı buluyor. Boğulanların kim ve kaç yaşında olduğuyla ilgili hiçbir bilgi yok. Kimlik bilgileri daha bota binmeden önce silinmiş. -Aslında bu silinmeyle daha yola çıkmadan ölmüşler demek doğru olur- Yani yaşlı adamın büyükanneye gömülenlerle ilgili bilgi vermesi mümkün değil. Zaten daha önemli bir gerçek var, kimlik ikinci planda kalıyor. “Burası küçük bir yer, bu gidişle karaya vuranları gömecek yer bulamayacağız!” diyor yaşlı adam.

Yaşlı kadın ısrarlı, torunundan bir iz bulmak istiyor. Karşı taraf çaresiz, yardımcı olamadığı için kıvranıyor. Sonunda aklına geliyor yaşlı adamın, “belki bir oyuncağı vardır” diyor. Aslında o da çaresiz, kadına yardımcı olmak için oyuncaklardan medet umuyor. O da, cesetlerden önce kıyıya vuran oyuncakları topladığından. Ama adam öylesine söylüyor, çok az olasılık payı bırakıyor olur ya, belki…Tam köşede bir dolap var, yaşlı adam orayı işaret ettiği anda… Kadından ses çıkmıyor, sanki dolabın içinde kaybolmuş. Sessizlik fena yırtılıyor sonra. Yer gök inliyor adeta; yaşlı kadının elinde oyuncak bir bebek…

Kuşlar göç etmeye başlayınca…

Peki, bu bir dram mı? Buna bir dram demek çok hafif kaçıyor. Böbreklerini o –bilinmeyen- Avrupa’ya gitmek için satmaya ikna edilenlerin yaşadıkları da dram değil. Kadınların seks kölesi olarak çalıştırılmaları da, sahte can yelekleriyle hızlıca suyun dibini boylama süreci de… bunların hiç birisi dram değil. Zira hiç bir egemen dram yazmaz. Zaten “küresel politikalar sonucu…” dediğimizde de ortada ne bir acı kalıyor ne de bir dram. Bugünlerde egemenler “Suriye’nin bütünlüğü” ne karar vermişken, “Göçmenleeeer” diye bağırarak kulakları tırmalayan ses, sanki bu bütünlüğe karşılık geliyor. İşte dile getirilen bu bütünlükte değil dağılan parçalar, onların bir daha bulunamaması var. Bir de küresel politikalar… Göçmenleeeer sadece bir tiyatro oyunu değil. Şu küresel politikaların neden olduğu yıkımların üzerimizdeki izinin on yıllarca silinmeyeceği gerçeğiyle birlikte, milyonlarca acı hikayenin ömrümüz boyunca sarmal halinde bizi takip edip, hayatlarımızın yönünü belirleyeceğini söylüyor. Egemenler görüşmeler yapıp, yeni yeni kararlar alırken, yeni facialara da başka kapılar açılıyor. Gerisi çok aşağılarda karınca misali kıvranan değersiz kalabalıklar. Yukarıdan bakıldığında hiçbir kıymeti harbiyeleri yok. Kalabalık da yukarıya baktığında kendini yukarıdan bakıldığı gibi görüyor. Hem zamanlı yaşamakta olduğumuz gerçekliğimize bazen bir tiyatro sahnesinden bakmak yararlı olabilir. Hem böylelikle –farkında olmadan- yukarıdan bize baktıkları gibi kendimizi gördüğümüzün de ayırdına varıp, -kimbilir- silkiniriz. Zira buna ihtiyaç var!

Genco Erkal, Göçmenleeeer’lerle adeta elinde bir megafon, kalabalıklara göçmen değilsiniz demek istiyor. Zira göçmenlik, içinde gönüllüğü de barındıran koşullardan kaynaklanıyor. Göçmenlik, göçmen kuşların kışın sıcak yerlere göç etmeleri türünden bir imajı da içinde saklıyor. Bir kavimsel hareket, Ortadoğu halklarının bir “göç” ü yok ortada yani…

Tiyatro yaralar!

Tekrar tiyatroya dönersek, gerçek de anlaşılmak için bir araç gereksiniyor. İnsan tutulabiliyor bazen, tepkisiz kalabiliyor…

Misal, Kraliçe Elizabeth Shakespeare’nin 2. Richard isimli eserinin sokakta ve özel evlerde oynandığı haberini aldığında da benzeri şeyi yapıyor. Essex ayaklanması esnasında tehdit edilen Kraliçe Elizabeth, “ben 2. Richard’ım bunu bilmiyor musun?” diyor. Bu esnada, yani isyanın olduğu yerde, kendisini tahttan etmek isteyen ve –Kraliçe Elizabeth’e göre- kendisinin yerine Essex Kontunu geçirmek isteyen insanların olduğu yerde, 2. Richard oynanıyor. Bunun Kraliçe Elizabeth açısından korkunç bir şey olduğunu söylemeye gerek yok. “Çünkü tiyatronun destekleyicisi Shakespeare’i hiçbir düşmanlığı olmayan birisi olarak Kraliçe, 2. Richard’ın pek çok erdemi olduğunu biliyor.

2.Richard’ın zayıflık mizacı da anlatılıyor oyunda. Kendisini toprağın üstüne oturtan ve kralların ölümleri hakkında üzücü hikayeler anlatmasına neden olan türden bir zayıflık mizacı bu. Elizabeth oyunun 4. Henry tarafından gasp edilen ve eski hanedan yerine yenisini koyan bir kral hakkında olduğunu biliyor. Kraliçe Elizabeth, “ben 2. Richard’ım bilmiyor musunuz?” diye boşuna demiyor yani. Tümüyle yerinden edilip, idam edileceği gibi bir olasılığı göz önünde bulundurduğundan.

Yazarın Diğer Yazıları

Edebiyat sosyetesi, baskıcı iktidar(lar) ve arzunun halleri…

Arzunun ta kendisinin kitap halindeki tasarımcılarıyla karşı karşıyayız. Ve onlar büyümüş bir kibirle nesnelerini piyasaya sürerken "iktidarsız öfke"leri körükleyip, celladıyla kurbanı arasındaki ilişki misali, çift taraflı ulaşılamazlık yanılsaması yaratıyorlar

Trajik kötülük varsa, Thomas Sankara da var!

İçimizden birkaç Thomas Sankara çıksaydı bütün bunları yaşar mıydık?

Gayya Kuyusu’ndaki Gregor Samsa…

Düşman olarak görülenlerin de hakları olduğunu unutmamakta yarar var; öyle ki, düşmanın bile olsa kara çalamazsın, iftira atamazsın!