27 Nisan 2017

Barış’ın Yazgı’sı böyle mi olmalıydı?

Bir genç yoksulluktan, geleceksizlikten kaçarken, kemanına sarılmış halde sularda boğuldu!

Kemanına sarılmış halde suların dibini boylayan Barış’ın Yazgı’sı böyle mi olmalıydı?  Nasıl tuhaf, nasıl da ironik! Yok hayır, inanın birileri bizimle oyun oynamıyor! Gerçekten de adı Barış, soyadı da Yazgı.  Barış’ın yazgısı Çanakkale’nin Bademli Köyü sahilinden Yunanistan’ın Midilli Adası’na doğru yola çıktığında tamamlandı. Savaş, yoksulluk, geleceksizlik ve genç olmak yana yana geldi ve yaşamı yok saydı.

Bir genç yoksulluktan, geleceksizlikten kaçarken, kemanına sarılmış halde sularda boğuldu! Bütün bunlar, kısa bir yaşamı özetlemek için yeterli mi? Cümleleri biraz daha fazlalaştırıp, onun sularda boğulan umutlarını, sevinçlerini, beklentilerini sıralamak daha mı doğru olur?  Ama böyle yaptığımızda da hüznün ağdası fazla kaçar ve  arabesk olur.

Peki ne demeli, nasıl anlatmalı?

Adı: Barış

Soyadı: Yazgı

Savaşın olduğu topraklarda yaşama umudunu yitirdiği, özlemlerini gerçekleştiremediği, istediği eğitimi alamadığı için mülteci olmayı göze aldı. Zaman zaman istemediği koşullarda çalışarak  biriktirdiği parayı denkleştirdi. İnsan kaçakçılarına verdi. Tamamdı... Bir tekne onu ve diğerlerini alıp Middilli açıklarından Yunanistan’a götürecekti. Oradan da -gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra- ver elini Belçika... Müzik bölümünde okuyan bir öğrenci, hele bir de eğitimini keman üzerine alıyorsa neler yapmaz ki(!?) İyi bir keman virtiözü olmak mesala... Ya da hep hüzünlü parçalar çalarak insanları şefkate, huzur bulmaya davet etmek...

Böyle mi anlatmalı?

Çok düz bir anlatım mı oldu ve yine arabesk tadı mı var?..

Olay daha çok yeni.

Hemen hemen bütün basında yer bularak, etrafa yayıldı: “Yeni bir hayat için ‘umut yolculuğuna’ çıkan genç kemancı Barış Yazgı, Midilli açıklarında batan teknede hayatını kaybetti. Belçika’ya gitmeye çalışan Siirtli Barış’ın cesedi keman kutusuna sarılmış halde bulundu...”

Uluslararası sularda...

 

“Uluslararası sular” denilince ölüm geliyor akla. Zira bu sularda milyonlarca mülteci boğularak can verdi. Uluslararası suların görevlileri batan her tekneden -en az- üçyüz-dörtyüz cansız mülteci bedeni toplamaya devam ediyor halen. Yalnız, haftada iki-üç kez batarak çok sık tekrarlandığından binlerce mültecinin bu sularda boğuluyor olmasının haber değerini yitirdiğini de söylemek mümkün.

Ama Barış, -tıpkı Aylan bebek- gibi bu alışıldık durumu bozup, boğularak yitip gidenlerin bütün çığlıklarını duyuruyor. Bu yüzden kulakları aşıp vicdanlarda patlıyor. Ancak konu dönüp dolaşıp sorunun nedenlerine geldiğinde, vicdana da, akla da bir şeyler oluyor.

Örneğin; olayla ilgili yapılan birçok haberde “vize alamadığı için” vurgusu öne çıkıyor. Tam da burada Barış da, yazgısı da gümbürtüye gidiyor. Akıl ister istemez suçluyu başka yerlerde arıyor. Böylelikle akıl ve vicdan, uluslararası suları aşıp, uzaklardaki karaların yönetim merkezlerinde dolaşıyor.

 “...ulaştığı bilgiye göre Barış Yazgı, İstanbul Fatih’te müzisyen ağabeyi Cengiz Yazgı ile yaşıyordu. Yedi ay önce bir süreliğine Belçika’ya büyük ağabeyinin yanına gitmiş, vizesi bitince Türkiye’ye geri dönmüştü. İşsiz ve sigortasız olan Barış, ikinci kez vize başvurusunda bulunmuş, ancak reddedilince bu zorlu yolculuğu seçmişti...”

İlgili haberlerin birçoğunda vize konusuna yapılan vurgu, asıl gerçeğin yerini değiştirip, sorunu da, Barış’ı da diğer milyonlarca mülteciye ekleyerek uzaklara itiyor. Yaşadığı ülkenin genç bir vatandaşı olarak Barış’ın çalışmak zorunda kalmadan eğitimini tamamlaması, ülkesinin şehirlerinde rahatlıkla yaşaması için ne tür engellerle karşı karşı kaldığını sorgulamak gerekmez mi? Hem, bir insan doğup-büyüdüğü,  her yerini anılarıyla süslediği bir yeri terk etmek ister mi hiç? Genç yaşında, güvenilir olmadığını bildiği halde bir tekneye binip mülteci olmayı da istemeyeceğini bilmek için başka sulara dalmaya gerek yok...

Çünkü, “coğrafya kaderdir...”

Büyük düşünür İbn-i Haldun (14.yy)  saptadığı gibi, yaşadığımız coğrafya kader(imiz) olarak karşımıza dikiliyor. Tıpkı Barış’ın adı ve soyadı gibi.

Ama şimdi 21. yüzyıldayız ve hiç bir kader, kader değil artık. Marx iki yüz yıl önce bunu söyledi. Yani kaderin bütünüyle kader olmadığını... Zira önemli bir kısmı da bizim elimizde; değiştirilmeyi bekliyor...

Yazarın Diğer Yazıları

Edebiyat sosyetesi, baskıcı iktidar(lar) ve arzunun halleri…

Arzunun ta kendisinin kitap halindeki tasarımcılarıyla karşı karşıyayız. Ve onlar büyümüş bir kibirle nesnelerini piyasaya sürerken "iktidarsız öfke"leri körükleyip, celladıyla kurbanı arasındaki ilişki misali, çift taraflı ulaşılamazlık yanılsaması yaratıyorlar

Trajik kötülük varsa, Thomas Sankara da var!

İçimizden birkaç Thomas Sankara çıksaydı bütün bunları yaşar mıydık?

Gayya Kuyusu’ndaki Gregor Samsa…

Düşman olarak görülenlerin de hakları olduğunu unutmamakta yarar var; öyle ki, düşmanın bile olsa kara çalamazsın, iftira atamazsın!