29 Ekim 2018

Ben buralarda "yokken"...

"Sevinsem mi, sövsem mi, bilemiyorum: Valla ben 'yokken' değişen hemen hiç bir şey olmamış"

Neredeyse bir haftadır yorgan döşek, hapşırık öksürük, salya sümük yataktaydım.

Ne gazete, ne internet, ne televizyon, ne akıllı, ne akılsız telefon... (Laf aramızda, pek hoş oluyor. Hasta numarasına yatıp siz de bir deneyin. Bana hak vereceksiniz).

İki gündür biraz gözümü açtım, biraz (evet: Biraz) toparlandım. Verilmiş bir sözüm vardı, sözümü tuttum, zorlanarak da olsa Bursa'ya gidip bir toplantıya katıldım. Döndüm. Ayaklanmakta acele etmişim; haydi yine tumba yatak.

Neyse bugün biraz daha toparlandım (galiba).

Sabahtan bu yana, çok lâzımmış gibi, "Acep ben yokken ülkede ve dünyada ne olmuş, ne olmamış" hesabı gazeteler, internet haber siteleri içinde sıkı bir gezintiye çıktım. Arada Google hazretlerine filan da danıştığım oldu. Hatta televizyonda haber bile seyrettim.

*   *   *

Sevinsem mi, sövsem mi, bilemiyorum: Valla ben "yokken" değişen hemen hiç bir şey olmamış.

Günlerdir İstanbul'da Almanya'nın Başbakanı Merkel, Fransa'nın Başbakanı Macron, Rusya'nın başkanı Putin ve bizim AKP Reisi'nin bir araya gelip "Suriyenin geleceğini Suriyesiz" konuşacakları söyleniyordu. "Ben yokken" toplanmışlar. Her biri Suriye üstüne başka bir hesap yaptığından "sade suya tirit" bir kapanış bildirisi yayınlayıp dağılmışlar.

Merkel ve Macro'nun derdi Suriye'den gelecek yeni göçmen dalgalarına karşı AKP Reis'inin "dalgakıran" olması idi. Bunun sözünü almışlar ki toplantı sonrası konuşmalarında AKP Reisi'ni öve öve bitiremediler. Eh Putin de Suriye'nin geleceği üstüne istediğini elde etmiş ki, o da "sade suya tirit'e bir kaç tas daha su kattı ve "tarihi zirve" bitti.

Demek ki ben yokken yapılan bu çok önemli(!) toplantıda yeni ve ciddi bir gelişmenin habercisi, işareti filan yok.

*   *   *

Ardından Kaşıkçı cinayetine ilişkin  haberleri sıraya sokup satır satır okudum.

Yuf be, onda da ciddiye alınacak bir gelişme yok. Yerli ve milli olup yerli ve milli medyaya yüz vermeyen "kaynaklar" WSJ, NYT, Washington Post, AP, CNN gibi Amerikanın medya devlerine sıram sıram ve her biri öteki ile çelişen haberler sızdırdılar. Kimi ceset parçalara ayrılıp, paketlenip binadan çıkarıldı demekte; kimi "Hayır bir bütün olarak halıya sarılıp çıkarıldı" haberi ile ötekileri atlattığını sanmakta; kimi Yalova'da toprağa gömüldüğünü kesin bir dille bildirmekte; kimileri adresi Belgrad Ormanları olarak vermekte. Hasılı medyanın miniklerinden büyüklerine ve devlerine kadar hemen hepsi zekamızla alay edercesine "güvenilir kaynaklara göre" yalanına dayanan asparagas yaymakta.

Ama bu arada ortada ne ceset var, ne katiller yakalandı. Bize de sonuçta komedi bile değil, kaba saba cambazhane esprilerine dayanan bir "Fars" seyretmek kalmış.

Öyle ya cinayetin bilmem kaçıncı gününde Kaşıkçı'nın takım elbisesini sırtına geçirip, takma sakal kuşanıp konsolosluktan çıkan, Sultanahmet'te dolanan. Sonra bir otelde üstünü değişip, Kaşıkçı'nınkine benzer elbiseleri ve takma sakalı çöp kutusuna atıp çekip giden bir dublör maskaralığına fars denmezse ne denir?

Dahası "Suudi Arabistan bu cinayetin hesabını mutlaka verecek yoksa..." diye efelenip kostaklanan Trump ve Macron gibi "ilkeli siyasetçiler"  o lanetli ilkelerine sımsıkı bağlı kalmışlar ve her ikisi de "Tabii bu olanlar, bu cinayet Suudi Arabistan'a silah satışını durdurmamıza yol açmayacak" demeyi ihmal etmemişler.

Yani "Benden istediğin kadar silah al, sonra da istediğin cinayeti işle" demişler...

Yani "ben yokken" dünyada değişen pek bir şey olmamış...

*   *   *

Dünya böyle.

Türkiye'ye gelirsek...

Meselâ AKP Reisi'nin iki gün önce "Yav niye dünyanın en iyi 500 üniversitesi içinde Türkiye'den bir üniversite yok" diye sorup, iki gün sonra "Türkiye üniversiteleri en parlak dönemlerini yaşıyor" deyişini hatırlarsak...

CHP'nin beldelerden büyükşehirlere kadar belediye başkan adaylarını "örgüte rağmen tepeden belirleme" inadının halâ sürmekte olduğuna değinirsek...

Cumhur ittifakı denen siyasette bezirgan pazarlığının öyle belediyelere, devlet kadrolarına filan uzanmayacağı belli oldu diye "Cumhur İttifakı bozuldu" hesabı yapıp sevinç naraları atanlara "Yav o ittifak zaten Kürt siyasal hareketini tepelemek, demokrasinin sesini olabildiğince kısmak, Türk milliyetçiliğini yeniden dörtnala kaldırmak  için kurulmuştu ve öyle yürüyecek" diye hatırlatmak zorunda kalırsak...

Yani Türkiye'ye gelirsek...

I-ıh... Gelmeyelim.

Yoksa ben yine yorgan döşek, salya sümük, öksürük, hapşırık dümenine yatıp, yorganı kafama çekeceğim...

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim