30 Mart 2017

Yılmaz Güney sineması yıkılırken...

Bu işleri yapanları ve yaptıranları da affedemiyorum

Evet, Batman’da eski Yılmaz Güney sinemasını yıkmışlar. Zaten eskimiş ve terk edilmiş durumda imiş, bu kez tümüyle yıkmışlar.

Hayrettir: Uygar ülkelerde ‘eskimiş’ gerekçesiyle yıkılan bir tek tiyatro veya sinema salonu görmedim. Bugüne dek gitme fırsatını bulduğum, kimilerine birkaç kez (ya da Paris gibi çok kez) gittiğim yerlerde o salonların hep özenle korunduğunu gördüm. Elbette Paris, ama ayrıca Londra, New York, Los Angeles de öyle idi. Bizde hemen yıkıverirler ya da açık tutup ölüme mahkûm ederler.

O Yılmaz Güney ki, geçen pazar Hürriyet’de sevgili Uğur Vardan’ın yaptırdığı Sinemamızın En İyi 100 Filmi anketinde iki filmiyle başa kuruldu: Yazıp yönettiği Umut ve hemen ardından yazdığı, ama hapiste olduğu için yerine Şerif Gören’in yönettiği Yol.

Jüriyse sinemanın her alanından kişilerdi: Oyuncular, yönetmenler, senaryocular ve eleştirmenler. 100 film için 100 kişilik bir  jüri.

Ertuğrul Özkök’ün itirazları

Gerçi hemen sonra Ertuğrul Özkök bunu “Yılmaz Güney tutulması” ve de “Potemkin Zırhlısı” benzetmeleriyle eleştirdi. Potemkin, malum, sessiz bir  Sovyet filmi. Çok eski (1925), ama önemli şeyler getirdiği için her listeye girer. Özkök “Ama kim seyreder” diye sordu...

Oysa Umut ve Yol ülkemizde ayrıca çok izlenmiş filmlerdir. Her ne kadar 70 başlarının gerilimli ortamında hep yasaklansalar da, önemli bir kitleye ulaşmışlardır.

Yine de Özkök’ün diğer örneklerine katılıyorum. Üç Arkadaş’a değil. Çünkü o listede var: 33. film olarak... Gerçi bence Memduh Ün’ün şaheseri daha önde olmalıydı.

Ama diğer iki örneğe, Issız Adam ve Kaybedenler Kulübü’ne katılıyorum. Benim 100 filmimde ikisi de vardı.

Neyse... Tüm bunlar ülkemizde belki Yılmaz Güney adını taşıyan tek salonun yokolmasının getirdiği üzüntüyü azaltmıyor. Ama yıkım örnekleri öylesine çok ki...

Beyoğlu’nun yıkılan salonları

Yeniden ve yorulmadan, bir kez daha Beyoğlu örneğini vereyim. Son 10-15 yılda yıkılan/kapanan salonlara bir bakalım, Taksim’den başlayıp Tünel’e inerek:

Eski Şan sineması/müzikholu. Eski Taksim, sonra Venüs sineması/sonra DT-Devlet Tiyatrosu Taksim sahnesi olan salon. Malum, terk edilmiş duran AKM.

Beyoğlu’na girelim. Tarihi Lale sineması. Tarihi Saray sineması. Hayli eski Lüks sineması. Yıkılan tarihi Emek sineması. Yıkılan Sinepop sineması. Kapalı tutulan tarihi Alkazar sineması.

Eski Sümer, sonrasının Küçük Emek sineması.Kapalı tutulan Yeni Melek sineması. Büyük salonu kapanan (Allah'tan çok güzel balkonu tarihi olduğu için kapanamayan) Atlas sineması. Girişindeki açık olup olmadığı bilinmeyen tarihi Küçük Sahne.

Galatasaray’dan sonra yine içinde ne olduğu bilinmeyen çok tarihi Elhamra sinema/tiyatro salonu. Ve yine kapalı tutulan o güzelim ve tarihi Muammer Karaca tiyatrosu.

Ama en acısı ve tuhafı ne, biliyor musunuz? Böyle bir çöküşü yaşayan güzelim Beyoğlu semtini iki dönemdir yöneten belediye başkanı, Yeni Emek’te bir gece düzenliyor. Ve 20 küsur yaşlı tiyatrocuya saygılar sunup plaket veriyor. Sanki onca salonun kapanmasında veya kapalı tutulmasında hiç dahli yok gibi, tüm bu olup bitenlere dışardan bakan bir yabancı gibi. Pes!

Sedat Ergin’in Galataport yazısı

Öte yandan, Hürriyet’de yayın yönetmenliğinden ayrıldığından beri çok güzel yazılara vakit bulan Sedat Ergin, son yazısınaGalataport yıkımları çok baş ağrıtacak” başlığını koymuş. Ve o proje esnasında yine insafsızca yıkılan tarihi Karaköy Yolcu Salonu (ki içindeki o harika Liman Lokantası'yla birlikte) ve de Paket Postanesi’nin hesabını soruyor. 'Amiral gemisi’nin tam göbek sayfasında ne güzel bir çevreci yaklaşım... Gözlerimden yaşlar geldi desem inanın.

Çünkü o yolcu salonundan uzun yıllar boyu sayısız turist geçip  kente ayak bastı. Ve ben, gençlik yıllarımda yazları tercüman-rehberlik yapan biri olarak onları orada karşıladım.

Ayrıca o Liman Lokantası’nda ne benzersiz yemekler yedik. Daha geçen gün Deniz Türkali’yle orada Atıf ağabey, Hülya ve Ali Uçansu’yla yediğimiz bir akşam yemeğini anıyorduk. Ve geçen haftalardan birinde, sevgili Mehmet Yaşin orası üzerine çok aydınlatıcı geniş bir yazı yazdı.

Paket Postanesi ise daha  birkaç hafta önce yine Galataport gereği yıkılacak olan eski yapılardan birindeki Müze Modern’in geçici olarak taşınacağı yer diye açıklanmıştı. Gelin de inanın!...

Hiç yaşamamışlar ki korusunlar!..

  Olanın özeti şu: Her yerde he rşey en çok ve çabuk paraya tahvil edilecek biçimde planlanıyor. Bir koruma, gözetme tasası kesinlikle yok. Kamuya ait sayılıp olduğu gibi bırakılacak, mümkünse onarılıp  sağlamlaştırılacak yapılar diye bir kavram yok sanki. Çok-çok önemli bir avuç gerçek tarihi eser dışında yani...

Olayın ekonomik yanı rant. Kimi örneklerde yağma ve talana doğru uzanan... Ama sosyolojik yanı bence şöyle: Bu işleri yapanlar, yaptıranlar, izin verip yol açanlar, hiçbiri, ama hiçbiri bu yapıların değerini kavramıyor, kuşaklar boyu bıraktığı izleri göremiyor. Çünkü ne tiyatroya gitmişler, ne sinemaya... Ne müzik sevmişler, ne bir konserin tadına varmışlar... Ne operaya gitmişler, ne de Lüküs Hayat operetine...

Ne bir müzenin kapısından adım atmışlar, ne de diyelim ki AKM’den girerken ceketlerinin düğmesini iliklemişler. Ne festival bilmişler, ne de sokak şenliği izlemişler. Öylesine yaşayıp gitmişler...

Yarım yüzyıldır yazıyorum, okurlarım bilir. Halk kesimlerini asla küçümsemem. “Göbeğini kaşıyan adam” edebiyatını da hiç yapmadım. 

Ama kusura bakılmasın: Bunları sevmiyorum. Bu işleri yapanları ve yaptıranları da affedemiyorum.


YARIN: HAFTANİN FİLMLERİ

Yazarın Diğer Yazıları

ABD'deki hayali bir savaşın korkunçluğu tam şu günlere denk düşüyor

Dünyamızın savaş denen korkunç olaya sayısız ülkede esir düştüğü şugünlerde, bu film önemli bir eleştiri sayılabilir

Bir korku klasiğinin ilk günlerine dönüş

Bu türü sevenler ve özlemiş olanlar için iyi bir seyirlik sayılabilir

Hindu kültüründen gelen kendine özgü bir kitle filmi

Karşımızda gerçekten hayli değişik bir film var. Hem anlattıkları; hem anlatma biçimleriyle...