30 Temmuz 2014

Pensylvania-Pandispanya... Haya ve de iffet...

Peki niçin adını dobra dobra söylemiyor, cemaat ya da Fethullah Gülen demiyorsunuz?

Hey Allahım...Türkiye bu hallere düşecek ülke miydi? Uzun zamandır gündelik hayatımıza böylesine yabancı sözcüklerin, ırak coğrafya adlarının, tozlu kitaplarda kalmış kavramların egemen olacağını, ülkenin böylesine bir traji-komik tuluat tiyatrosuna döneceğini kestirebilir miydik?

Şu Pensylvania lafına bakınız. Hazretin ağzından düşmeyen...Sanki bize Amerikan coğrafyasını öğretmeye çıkmış...Pensylvania ABD’nin bir eyaleti. Onu ezberledik. O zaman öbürlerinin günahı ne? Başlamışken Texas, Arizona, Alabama, Georgia veya California’yı da bellesek olmaz mı?

Peki niçin adını dobra dobra söylemiyor, cemaat ya da Fethullah Gülen demiyorsunuz? Bu bizden sözcükler yerine, daha ilk bayram günü sabah namazından çıkar çıkmaz, böyle bir günde hoşgörülü, yumuşak, insancıl olmak, biraz mizahın, biraz dinbilimin, biraz felsefenin ardına sığınarak birkaç bayram mesajı vermek yerine yine bir Amerikan eyaletinin adını anmak, hangi olgun devlet adamlığına, hangi gerçek müslümanlığa, hangi Cumhurbaşkanı adaylığına yakışıyor?

Bu halka ve bu topluma gerçek anlamda huzur vaad eden ve habire gerilen sinirlerimize sakinleştirici etkisi yapan Ekmeleddin Bey'in, Pensylvania’nın yanına Pandispanya esprisini eklemesi hoş değil mi? Hadi, itiraf edin: siz de ilk duyduğunuzda mutlaka güldünüz. Ama elbette bunu sakladınız.

Oysa arada sırada biraz gülmeyi deneseniz...Biraz empatiyi, ‘öteki’ yaptığınız ve karşınıza aldığınız  tüm o çok büyük kitleyi rahatlatmayı amaçlasanız... Öncelikle kendinize iyilik etmiş olacak, o gerginleşen hatlarınızı, yaşlanan yüzünüzü, çatallaşan sesinizi  tedavi edeceksiniz. Ama nerede!...

Ve traji-komedi sürüyor. Toplumu her dakika biraz daha gerginleştirip  hergün başka bir kesimi tedirgin ederek... Önce Ergenekon dendi, tüm askerler ve aileleri azap dolu günler yaşadı, komutanlar içeri atıldı, sağlık sorunları olanlar ölüp gitti. Geriye kalan, vidaları gevşemiş, vurucu gücü azalımş, morali çökmüş, tümüyle pasifize edilmiş bir milli oldu oldu. Kimse askeri darbe istemiyor ve beklemiyordu, ama bunu sağlamanın yolu Türk ordusunun bu hale düşürülmesi mi olmalıydı?

Aradan zaman geçti, devran değişti. Siz bu arada yargıya da el attınız ve onu hallaç pamuğu gibi dağıtıp hukukun dibine kibritsuyu ektiniz. (Bu eski deyimleri bilenler bilmeyenlere anlatsın!).

Şimdi sıra, o askere karşı sivil darbede ittifak ettiğiniz polise geldi. Ve bayram filan demeden, üç günlük tatili bile gözetmeden, o harekatın önünde gözüken tüm başları ve ardındakileri içeri aldınız. Yasal gözaltı süresini de çok aşarak, hala içerde tutuyorsunuz. Ne güzel bir bayram hediyesi, daha dün ‘benim polisim’ dediğiniz bu emirkulu insanlara...

Oysa onlar sadece sizin emirlerinizi yerine getiriyor, sizin bahşettiğiniz yetkileri kullanıyordu. O gün o yetkilerin aşırı, o tutuklamaların insanlık-dışı olduğunu hiç farketmemiştiniz!... Ama zaten neyi farkediyorsunuz ki? Ancak anlık kararlar, konjonktürel önlemler alıyor, sanki sürekli bir savunma içgüdüsüyle, olabilecek en fevri biçimde davranıyorsunuz. Öyle olmasa, sizin içeri attırdığınız İlker Başbuğ paşa için, şimdi ‘O bana vaktiyle söylemişti de inanmamıştım, haklıymış’ türünden gülünç bir savunmaya başvurur muydunuz? “Bad-el harab-ül Basra”...

Bu tiyatro içinde görmek isteyen gözler, duymak isteyen kulaklar için hergün bir başka haber var. Örneğin eski AKP’li, partinin kurucularından  ve bir dönemin genel başkan yardımcısı, Kürt kökenli Dengin Mir Mehmet Fırat da istifa edenlere katıldı. Ve özetle şöyle dedi: “Bir parti kurulurken, programı ve tüzüğü bir nevi sosyal kontrattır. En son 2007-8’lerde parlamenter sisteme vurgu yapılmış, Cumhurbaşkanı’nın yetkileri sınırlandırılmıştı. Ne değişti, böyle bir değişime niçin gerek görüldü? Toplumla AKP’nin yapmış olduğu konrat münfesih hale geldi”.  

Tam zamanında AKP’den istifa ederek, en azından şimdi olanların sorumluluğundan sıyrılan eski kültür bakanı Ertuğrul Günay ise sözlerinde bu soruya yanıt vermiş. Günay (ki Emek sineması konusundaki pasif tavrını asla affetmeyeceğiz!), başbakana hitaben şöyle demiş: “Egemenliğinizi bu dünyada kurduğunuz zaman, ahireti de satın aldığınızı düşünüyorsunuz. Ve 17 Aralık’ın sonuçlarından kurtulmak için, Cumhurbaşkanı olmaya çalışıyorsunuz”. Ne de olsa yıllarca RTE’nin çok yakınında olmuş ciddi bir siyasetçiden gelen bu sözlere ne denir?

Ve elbette kadınlarımıza da bir bayram hediyesi var!..O da, AKP’nin zaman zaman ters çıkışlar yapsa da RTE tarafından hemen hizaya getirilen ‘gözüyaşlı’ siyasetçisi Bülent Arınç’tan gelmiş. Gerçi meclis kürsüsünde değil, halkla sohbette etmiş bu lafları... Buyrun bakın:

“Haya meselesi çok önemlidir. Kadında olsa daha da güzeldir. İffet de çok önemli. Sadece bir isim değil, kadın için bir süstür iffet. Erkek için de bir süstür. Erkek zampara olmayacak. Kadın da iffetli olacak. Mahrem-namahrem bilecek. Herkesin içinde kahkaha atmayacak. Bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak. İffetini koruyacaksın!”

Evet, AKP’nin başkan yardımcısından kadın ve erkeklerimize bayram mesajı bu...Erkeksen zampara olma...Kadınsan iffetli ol, ulu-orta kahkaha atma, cazibeli gözükme...İffetini koruyamazsan, o zaman gelir “Vurun Kahpeye”. Tam üç kez filme alınmış bu ünlü roman kadar, günümüzde Türk kadınına erkek yaklaşımını özetleyen başka ne olabilir?

Ayrıca bundan böyle mahkemelerde kadın cinayetlerinden sanıklara yepyeni bir savunma imkanı sunuluyor: “Ne yapayım hakim bey, toplantıda bir Nasreddin Hoca fıkrası anlatıldı, bizim hanım herkesin içinde kahkahayla gülmeye başlamasın mı!...Vallahi dayananadım!"

İşte 2014 yılında, AKP’nin tepesindeki bir politikacıdan önemli mesajlar. Artık 10 Ağustos’da sandıklara gidecek kadınlarımız düşünsün.....

Hepinizin bayramını kutluyorum...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bir korku klasiğinin ilk günlerine dönüş

Bu türü sevenler ve özlemiş olanlar için iyi bir seyirlik sayılabilir

Hindu kültüründen gelen kendine özgü bir kitle filmi

Karşımızda gerçekten hayli değişik bir film var. Hem anlattıkları; hem anlatma biçimleriyle...

Aziz Nesin'i sinemaya aktarmanın belki en usta işi örneği

Hikâyelerin tümü usta biçimde yoğrulmuş; alabildiğine serbestçe, özgür ve özgün biçimde perdedeki yerini almış: Nesin'e çok yakışan bir mizahın yer yer absürt biçime dönüşmesiyle...