20 Ağustos 2014

Ortadoğu’dan ABD’ye; çağımızda süregelen insanlık faciaları

İktidarların her yerde aynı kompleksleri var, yöneticiler her yerde aynı yönetici.

Dünya üzerinde öylesine ilginç şeyler oluyor ki... Ülkemizin talihsiz kaderinin bizi mahkum ettiği kısır ve gündelik yerel politikadan biraz başımızı kaldırıp baksak ne iyi olur!..

Önce şu Gazze ve İsrail sorunu. Tarihin gördüğü en büyük soykırım, yani Nazilerin altı milyon yahudiyi katletmesi olayı, benim bilinçsiz bebeklik çağıma denk geldi: 1939 doğumlu olduğuma göre... Ama belki daha o büyüme yıllarında radyolardan veya çevremdeki sohbetlerden, biraz da hemen sonrasında yapılagelen savaş ve soykırım üzerine filmlerin ilk seyircilik dönemimi çok etkilemesinden... Bu büyük ve kolektif suç, benim için hep ibret alınacak, unutulmaması gereken bir olay oldu.

Yıllar sonra bile Anna Frank’ın Hatıra Defteri’nden Sophie’nin Seçimi,’ne, Kabare’den Lanetliler’e, Mefisto’dan Lili Marleen’e, Schindler’in Listesi’nden Kiev’dekiAdam’a birçok filmi gözyaşları içinde izledim. Ve o büyük Alman halkının, Beethowen’den Wagner’e, Kant’tan Marx’a, Fritz Lang’dan Fassbinder’e onca sanat ve bilim dehaları yetiştirmiş bir ulusun böylesine çılgın bir kolektif suça nasıl izin verdiğini hep kendime sordum.

Ve kaçınılmaz olarak, tarihin değişmez biçimde acı çektirilmiş, vatansız bırakılmış, ezilip vurulmuş ırkı olan yahudilere sempati duydum.

Ama şimdi Gazze’de olana bakınız. Sanki sonunda, biraz da o soykırıma borçlu olduğu bir tarihsel gelişmeyle vatanına kavuşmuş ve bir araya gelmiş bir halkın devleti, nasıl akıl almaz cinayetler işliyor... Acaba hep kurban olmuş olmanın getirdiği, “artık biraz da cellat olalım!” içgüdüsü mü bu? Bir devletin varlığını çok çetin koşullarda savunma psikolojisini anlamaya çalışsam da, böylesine kör atışlarla çoluk-çocuk demeden vurulan sivil halk artık Filistinlileri çağın kurbanı yapmıyor mu? Ve Yahudilere karşı uyanagelmiş sempatiyi de iyice zedelemiyor mu?

Şu olaya bakınız, pek duyulmadı. İkinci dünya savaşında bir yahudi çocuğunu Naziler’den saklayıp kurtaran, bugün 91 yaşındaki Hollandalı Henk Zanoli, bunun için 2011’de kendisine verilen Uluslararası Dürüstler nişanını iade etmiş. “Ödülü bu koşullarda elimde tutmak, Gazze’de tüm bireyleriyle öldürülen ailelere ve kendi aileme karşı hakaret olacaktı” diye. Ne ibretlik bir olay, değil mi? Özellikle aklı başında, aydın Yahudiler için...

 

IŞİD denen bir çete

 

Öte yandan, IŞİD katliamları sürüyor. Müslüman-olmayan tüm halklara karşı bitmek bilmeyen bir kinin, bir cihad anlayışının sınırları çoktan aşıldı. Artık açık ve akıl almaz bir mezhep kavgasına dönüştü. Hitler’i öylesine büyük bir suça iten, korkunç şekilde ırkçı bir kafa yapısıydı: Yüksek ari ırkı karşısında, başta Yahudiler tüm diğer ırkları ezmek, giderek yok etmek... IŞİD denen iğrenç çetenin ölçütleri belli bile değil. Ne din temel faktör, ne de ırk.  Egemen olan galiba son derece ilkel bir kafanın, yüce İslam’ı kavramak şöyle dursun, insanlık denen o durumdan da habersiz bir cahil mantığın kendine göre emir ve uygulamaları. Sürekli kıyımlar, kafa kesmeler, kadınları kaçırıp tecavüz etmek ya da satmak... İnanılmaz bir öldürme ve kafa kesme şehveti. Hangi din, hangi inanç, hangi insanlık kırıntısı?

Ve tüm uygar dünya buna karşı birleşiyor. Ağır ağır da olsa, insanlık suçu karşısında akıl ve izan biraraya geliyor. Nasıl büyük savaşta Alman nazizmi o dönemde iki büyük zıt kutup olan Batı ve Doğu’yu, bir diğer deyimle neredeyse yüzyıllık düşmanlar olan kapitalizm ve komünizmi biraraya getirdiyse ve zafer ancak özellikle ABD ve Sovyletlerin işbirliğiyle kazanıldıysa, yine öyle olacak. Şimdiden CİA tarafından Irak’a yollanan yüz kişilik Amerikan komandoları ekibi, İŞİD’in başındaki Ebubekir El Bağdadi’yi öldürmeyi planlıyormuş. Elhak becerirler ve kadın yönetmen Kathryn Bigelow nasıl Zero Dark Thirty filminde El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in öldürülmesini anlattıysa, yeni filminde de bunu anlatır!.. 

Ne acıdır ki bir müslüman toplum olan Türkiye’de ve elbette daha birçok müslüman ülkede, millet malum ve meşhur CİA’nin operasyonlarına ve daha genelde ABD’nin Ortadoğu’daki müdahelesine alkış tutmak, hatta bunu beklemek zorunda bırakılıyor. Sorunları kendi içinde, kendi inançları ve kültürü içinde çözemeyen tüm müslüman ülkeler utansın!..

 

Ferguson’da hortlayan ırkçılık

 

Ve de çok daha uzaklardan, ABD’den gelen büyük ırkçılık çatışmasının hikâyesi. Missouri eyaletinin Saint-Louis kentindeki (vaktiyle görmüştüm!) Ferguson kasabası, artık gündelik konuşmamızda Pensylvania’nın yerini almaya aday!.. Yanlış iş ve nüfus politikaları yüzünden yoksullaşan, öte yandan artık neredeyse yüzde 70’e yakın siyahi nüfusuyla bir zenci yerleşimi olan kasaba, bir de dikkatsiz biçimde beyaz ve ırkçı polislerden seçilmiş asayiş kadrosuyla, tümüyle ayaklanmış durumda. Ünlü siyahi ayaklanmaların olduğu 60’lara bir dönüş sanki. Ki onları da yine sinemada az mı izlemiştik:

Kader Bağlayınca, Gecenin Sıcağında, Mississipi Yanıyor, Sevgili Öğretmenim gibi filmlerde..

Her şey bir kurbanla başladı. Sonradan ikisi başında tam altı kurşun yediği anlaşılan 18 yaşındaki Michael Brown’un vahşice öldürülmesiyle... Ki o da artık bu olayın simgesi olacak, biryerlere heykeli dikilecek ve törenlerde anılacaktır kesinlikle...

Ardından sanki iyi şeyler olur gibi oldu. Obama bizzat polisin aşırı müdahelesini kınadı ve polis örgütünün başına tombiş, sempatik bir zenci müdür getirildi. TV’de onu isyancılarla dostça konuşur ve yatıştırmaya çalışırken izlediğimde, gözlerimin dolduğunu ve şöyle düşündüğümü hatırlıyorum:

 “Ne güzel... Bizde gençler ayaklanırken, aralarından birinin, yani genç bir insanın sorumlu bir göreve getirilmesi hiç düşünülüldü mü?”.

Ama elbette orada da şahinler var. Ve kentin (elbette beyaz) valisi kızıp köpürdü, siyahi gençlere ‘çapulcu’ dedi ve otoriteyi sertleştirdi. Obama da tatilini kısa kesip dönmek zorunda kaldı. Bakalım ne olacak!..

Kıssadan hisse:

İktidarların her yerde aynı kompleksleri var, yöneticiler heryerde aynı yönetici. Gücü ellerinden kaçırmaktan, isyana söz hakkı tanımaktan, sokak yoluyla birşeylerin değişmesine alet olmaktan ödleri kopuyor.

Oysa tarih boyunca o kadar çok şey sokaktan geldi ki... Spartaküs başkaldırısından Fransız İhtilali’ne, 68 olaylarından Arap baharına, Sultanahmet mitinginden 27 Mayıs devrimine... Sokağa biraz daha kulak vermek, sokağın sesini dinlemek, sokak mesajlarını almak herkesin lehine olacak.  

Yazarın Diğer Yazıları

Son Reha Erdem başyapıtı: Derin Anadolu'da yaşam kavgası

Has sinefillere sesleniyorum: Lütfen bu tür filmlere biraz daha ilgi gösterin

Arkeolojiye dayanan kendine özgü bir aşk ve aile filmi

Kusursuz olmayan, ama yine de görülmeye değer bir film...

İyilikle kötülüğün bitmez savaşımına parlak bir bakış

Film tüm dinlerin, felsefelerin ve sanatların ana temalarından önde gelen birine dayalı: iyi ve kötünün bitmeyen savaşımı...