22 Nisan 2015

Eminönü hanları: Kurtarılmayı bekleyen bir hazine

İstanbul’un tahribi öylesine büyük boyutlara ulaştı ki, artık bir yerde buna dur denilmesi kaçınılmaz oldu

Bu sitede 15 Nisan günü çıkan Eminönü Hanları Yıkılıyor: Sanki IŞİD İstanbul'da!” başlıklı yazım büyük ilgi gördü. Benim öyle Facebook, Twitter gibi şeylerle ilgim yok!.. Ben yarım yüzyıllık (tam olarak 49 yıllık!) bir yazı emekçisi olarak, hayatımı yazılı basında geçirdim. Son bir küsur yıldır ise T24’de yazıyorum; yazılı basının hal-i pürmelali karşısında buraya sakin bir limana sığınır gibi sığınmış olarak... Ve şu hareketli-bereketli günlerde yazabilmeyi (ister filmler, ister politik kargaşa, isterse yok edilen İstanbul ve Türkiye üzerine olsun, fark etmez) bir ayrıcalık sayarak ve bundan gayet mutlu olarak...

Ama hem ben fark ettim, hem de bilenlere (özellikle de site yöneticilerine) sordum. Gerçekten de o yazımın gördüğü ilgi ve aldığı yankılar sıradışı olmuş. Benim yazılarım, sinema gibi o özel alanda oldukları zaman pek yankı yapmazlar. Bilirim, okunurlar. Ama site (ya da gazete) okuru bir film eleştirisine tepki göstermez, yanıt yazmaz. Ama iş elbette daha popüler olan siyaset ya da ondan ayrılamayacak çevre sorunlarına gelince, ilgi daha büyük oluyor, bir dokunup bin ah alma şansınız çok daha büyüyor.

Benim için de öyle oldu. Kimi çevre ya da siyaset yazılarım, kimi zaman birkaç yüz yanıt aldı, bunun 600-700’lere çıktığı da oldu. Ama o yazı Facebook’ta şu ana dek 6700’ü bulan (evet, altı bin yedi yüz!) kişi tarafından paylaşılmış. Gelen tweet sayısı ise 300 küsur.

Ben ne Facebook’a üyeyim, ne de tweet atıp alıyorum. Dolayısıyla bu paylaşmaların niceliğini biliyorum da, niteliğini bilmiyorum, onlara ulaşamıyorum. Belki kimileri küfredip duruyordur!..

Ama galiba öyle değil. Çünkü sanal ortamda beğenilen yazılar öylesine dolanıyor ki, kimi zaman dönüp dolaşıp mail şeklinde size geliyor. Nitekim kimi dostlarımdan aslını okudukları için değil, birileri yolladığı için haberdar oldukları yazı için kutlamalar aldım. Örneğin Gila Benmayor. Hürriyet gazetesinin değerli ekonomi yazarı özetle şöyle demiş: “Yazınız harika olmuş, elinize sağlık. O hanlardan bazılarını şahane bir rehberle geçtiğimiz günlerde gezme fırsatını buldum. Bu hanların her biri bir hazine, o küçücük odalarında mesleklerini binbir güçlükle sürdüren zanaatkârları görseniz...
Kösem Sultan tarafından yaptırıldığı söylenen bir tanesinin içinde bir kilise gördük! İnanılmaz bir dünya...”.

Kırk yıllık dostum sinema yazarı Sevin Okyay da şöyle yazmış:

Atillacığım, Eminönü hanları yazını bir arkadaş gönderince ancak şimdi okuyabildim. Mim koymakta haklısın, çünkü sahiden çok önemli. Tarihi değerlerin korunmaması bir yandan, halka zerrece aldırmamak bir yandan, bizim bildiğimiz, tanıdığımız, inandığımız her şeyin göz göre göre yıkılması içimi acıtıyor. Ne mutlu ki sen her zamanki hassasiyetinle bu olaya dikkatimizi çektin.”

Doktor Ensar Köse ise şöyle diyor:

Yıllardır takip ettiğim sinema yazılarınız sayesinde kalitenin ne olduğunu öğrenmiştik. Diğer başka konularda da yazmanız ne güzel. Şu Eminönü hanlarıyla ilgili yazınızı hüzünle okudum. Bir tarihçi olarak binlerce yılın birikimi şehir dokusunun, yoz bir anlayış tarafından ranta kurban edilmesine bilmiyorum, kim dur diyecek. Lütfen yazmaya devam ediniz. Kaleminize kuvvet.”

Ne güzel, değil mi? İnsanı böylesine cesaretlendiren dostları ve okurları oldukça, yazma arzumuz, bu sorunları deşme inadımız ve bu gidişe dur deme kararlılığımız hiç sekteye uğrar mı?

Peki, bu mütevazi yazı nasıl oldu da böyle bir ilgi gördü? İstanbul’un eski hanları konusunun böylesine ilgi görüp en azından binlerce kez paylaşılacağını bekler miydiniz? Ki bilenler her bir facebook paylaşımının veya tweet’in ardında binlerce imza olduğunu da söylüyorlar...

Bunun gizi galiba birkaç şeyle açıklanabilir. Bir kez, İstanbul’un tahribi öylesine büyük boyutlara ulaştı ki, artık bir yerde buna dur denilmesi kaçınılmaz oldu. Uzmanlar, sanatçılar, İstanbul aşıkları, hayatlarını estetikle,  güzellikle dolduranlar, elbette zaten kahrolup duruyorlar. Ama bunlara, bu gidişatın gündelik yaşamlarına nasıl zarar verdiğini ve bu zararın giderek korkunç boyutlara varacağını algılayan sade vatandaşlar da katılıyor.

Örneğin sabah-akşam saatlerinde hiç yürümeyen bir trafikte hayatlarının değerli saatlerini yitirirken, sinirleri ve psikolojileri de altüst olanlar... Biraz da içindeki yeşil alanlar için aldıkları dairelerinin sitelerindeki o alanların birden imara açıldığını görenler... Hayatlarını filanca Boğaz kıyısında (Tarabya’dan Bebek’e, İstinye’den Kuzguncak’a) geçirmiş olup, şimdi oralarda yapılmak istenenleri görenler... Manzaralı katlarının önünde birden yükselen ve dünyalarını karartan gökdelenler bulanlar. Ve daha kimler de kimler…

Belki de o otele dönüştürülmek istenen 1700 küsur hanın öyküsü, tüm bu acıları akla getirdi. Üstelik o hanlarda, Benmayor’un çok iyi belirttiği gibi, çeşitli güzellikler ve onları yaratan emekçiler hala çalışıyor, hala üretiyorlar. İstanbul denen büyüleyci kentin tarihi merkezini yönetmek gibi büyük bir sorumluluğun, ama ayni zamanda müthiş zevkli bir maceranın kahramanı olma şansını yakalamış bir başkansa, konuya sadece en iyi halde bir şirket CEO’su gibi yaklaşıyor. Ve sadece rant, yatırım, karlılık gibi kavramlarla konuşuyor. Ne acı!

Ama o da beni aradı. Yani Fatih belediye başkanı Mustafa Demir telefon etti. Önce son derece farklı yerlerde durduğumuzu, dolayısıyla tartışacak birşey olmadığını söyledim. Beni kınadı, gazetecilik merakımın nerede olduğunu sordu. Haklıydı, bunu söyledim ve onu dinledim. Mimar olduğumu bilmiyordu, öğrendi. Oraları yakın zamanda görüp görmediğimi sordu, beni gezdirmek istedi. Ben de öncelikle bir karşı yazıda görüşlerini açıklamasını istedim,  mutlaka kullanırız dedim. Ama o yazı gelmedi. Zaten bildiğim o hanları gezsem ne olacak... Gila Benmayor’un taze izlenimleri yeterli değil mi? 

Durum şimdilik böyle, Ama ben umutluyum. Zaten ezelden iyimserimdir, şimdi daha da çok öyleyim. Böylesine büyük tepkiler olunca, bu tartışmalı konular eninde sonunda aklın, mantığın ve koruma içgüdüsünün zaferiyle sonuçlanır diye düşünüyorum. Bir diğer okurum, Ayşe Parman şöyle yazmış: “Uyardığınız için teşekkürler. Bir kampanya başlatılırsa, belki sonuç alınır. Sadece korunmaları için değil, işgalcilerden de kurtarılarak temizlenip onarılıp geleneksel hallerine döndürülebilir. Böyle bir kampanyayı başlatabilir misiniz?”.

Vallahi, böyle kampanyalara çok katıldım, imzamı attım. Ama kendim organize etmeyi beceremem. Umuyorum ki çeşitli koruma kurulları, herdaim aktif Mimar veya Mühendis odaları, bu kente gerçekten vurgun izan ve kalem sahipleri de destekler.

Ve yüzyıllar boyu bir sanatsal üretim merkezi oldukları kadar, bir yaşam biçimini de simgeleyen o Eminönü hanları kurtulur. Başka şeylerle birlikte... 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

ABD'deki hayali bir savaşın korkunçluğu tam şu günlere denk düşüyor

Dünyamızın savaş denen korkunç olaya sayısız ülkede esir düştüğü şugünlerde, bu film önemli bir eleştiri sayılabilir

Bir korku klasiğinin ilk günlerine dönüş

Bu türü sevenler ve özlemiş olanlar için iyi bir seyirlik sayılabilir

Hindu kültüründen gelen kendine özgü bir kitle filmi

Karşımızda gerçekten hayli değişik bir film var. Hem anlattıkları; hem anlatma biçimleriyle...