25 Temmuz 2014

Elveda sevgili Çolpan, yakında buluşmak üzere...

Hiç yaşlanmayan ve yaşlanmayacakmış gibi duran fiziğin, bitmeyen enerjin, hayata dört elle sarılmanın her an verdiğin örnekleriyle, hiç sana yakıştırılacak şey miydi ölüm

Çolpan, sevgili Çolpan... Nasıl yapabildin bunu bizlere? Hiç yaşlanmayan ve yaşlanmayacakmış gibi duran fiziğin, bitmeyen enerjin, hayata dört elle sarılmanın her an verdiğin örnekleriyle, hiç sana yakıştırılacak şey miydi ölüm?

İlk gençlik yıllarımdan hatırlardım seni... Saray sinemasında Kamelyalı Kadın adlı o tuhaf Avrupai filmi izlediğimden beri... İlk filminmiş. Arkası da iyi gelmişti. O Yalnızlar Rıhtımı, sanki Fransız şiirsel-gerçekçilik akımından gelip İstanbul’un ortasına bomba gibi düşmüştü. Ne yazabilmiş, hatta ne de tam olarak  kavrayabilmiştim. Ama yıllar sonra -2014’de- kader bana o filmi yeniden ve düzgün bir kopyadan izleyip üzerine uzunca ve özgün bir yazı yazabilme şansını getirdi: 100 Yılın 100 Türk Filmi kitabım için...

Ardından Bir Şoförün Gizli Defteri, nasılsa ‘sosyete sineması’ Yeni Melek’te izlediğimiz (çünkü film, sinemanın sahibi İpekçiler’in yapımıydı) yine o Avrupai Zümrüt geldi. Ve senin o filmdeki unutulmaz repliğin: “Yak da ver”. Dudaklarında bir sigara, en çapkın bakışınla (çok da güzel kadındın!) erkeklere söylediğin bu lafın perdeden yaydığı erotizmi hala hatırlarım.

İzmir’den ağabeyin Attila İlhan’la birlikte mi gelmiştiniz? Onun Paris yıllarının kazandırdığı o Şiirsel-Gerçekçilik uslubu, kadına erotizmle hülyanın karıştığı özel bakışı ve her şeye sindirdiği o şiir duygusu seni de mi etkilemişti? Ama sonra daha tipik Yeşilçam filmlerinde de oynadın: Avare Mustafa, Cumbadan Rumbaya, İkimize Bir Dünya, Bütün Suçumuz Sevmek, Ahtapotun Kolları... Ve o incelik, o esmer ve batılı görünümün, ülkede hep ve hala var olan sınıfsal çatışmanın kurbanlarından olmana neden oldu. Belki ‘sarışın benzerin’ Filiz Akın gibi, sen de ayakları yere basmayan rüya kadınları, hep bir tutam fettanlık içeren ve meşum da olabilen ‘sosyetik’ dişileri oynadın.

Ve elbette erkekler hep sana hayranlıkla baktılar. Üst üste üç ünlüyle, Metin Erksan, Fikret Hakan ve Münir Özkul’la nişanlandığın söylenir, yazılır!.. Ama galiba beklemeyi seçtin, iyi de ettin... Çünkü Sadri Alışık gibisini bulamazdın... En çok Yalnızlar Rıhtımı’nda başlayan aşkınız, sonunda evliliği getirdi. Ve Kerem’in de doğmasını sağladı.

Ama ne evlilikmiş o... Ne sadakat, ne güven, ne vefa imiş. Masallara layık... En parlak çağında seni, yani yeni doğmakta olan Yeşilçam’ın Cahide Sonku, Sezer Sezin ve Muhterem Nur’dan sonraki dördüncü starını, evine ve yuvasına düşkün bir ev kadını yapıverdi!.. Gerçi sinemaya döndün ve baş ya da ikincil rollerde uzun yıllar film çevirdin: Toplam sayısı 300’e varacak kadar... Daha 50 sonlarında ilk kez sahneye çıktığın Küçük Sahne’de yıllar sonra, Sadri’ni yitirdikten sonra kurduğun Sadri Alışık tiyatrosu ve başka sahnelerde de bizleri büyülemeyi sürdürdün.

Ve de elbette TV dizileri. Aşk-ı Memnu, Ağaçlar Ayakta Ölür gibi klasikleşmiş diziler. Çok sevdiğin Türkan Şoray’la birlikte rol aldığın Tatlı Hayat. Ve en son Yanık Koza. Halk bunları kolay unutur mu?

Ama artık senin temel uğraşın ve asıl başarın, 1995’de vefat eden Sadri’n için giriştiğin o görkemli etkinliklerdir. Hemen ardından başlattığınız Sadri Alışık ödülleri, iki alanda, sinema ve tiyatroda ülkenin en ciddiye alınan ödülleri arasında yer aldı. Ben de sinema dalında bu ödüllerin seçici kuruluna katıldım ve yakın zamana dek kaldım.

Bu da seni daha iyi tanıma fırsatını verdi bana... Çünkü tüm toplantılarda vardın. Bunun da katkısıyla, seninle SABAH için yaptığımız o uzun söyleşi, bana en keyif ve de onur veren söyleşilerimden biri olmuştur.

Ne yazık ki seninle biraz dargın ayrıldık. Ve bu yüzden hayli zamandır görüşemedik. Bunu ömrümün çok büyük bir kaybı ve hep üzüntü kaynağı olan bir anı olarak saklayacağım, öyle olduğunu biliyorsun. Sen bizim son SİYAD ödüllerinden birinde önemli bir ödülü sunacakken gelmedin, bunu da bana en son dakikada telefonla bildirdin. Durumu zor idare ettik. Ve ben sana kırılıp Sadri Alışık ödüllerinden ayrıldım.

Sonra sen /sizler benim gönlümü almak istediniz. Ve hemen sonraki Alışık ödüllerinde, bana bir ödül ve plaket layık gördünüz. Ama kimse bana bundan söz etmedi!.. Ben de aynı gece yapılan bir başka törene gitmeyi seçtim, orada da kaldım. Oysa sonradan birinize dediğim gibi, herkes ödül almayı ister, bunu sever. Bana bildirilseydi, elbette gelirdim. O kadar kaba olabilir miyim?

Neyse... Kader bu sefer kötü yönde ağlarını örüyordu. Ben adını ettiğim son kitabımda, gerek Sadri’ye, gerekse sana gereken yeri verdiğimi, en azından bunu denediğimi sanıyordum. Özellikle o sözünü ettiğim Yalnızlar Rıhtımı, ayrıca Düşman Yolları Kesti veya Ah Güzel İstanbul gibi filmlerle... Bunu söylemek ve de ‘barışmak’ için Kerem’i aradım. Açılmadı, sonra da bana dönmedi.

Ben de, hatırlarsın, seni aradım. Ve ‘elbette sizin hakkınız tam olarak verilemez, ama en azından ben denedim’ tarzı birkaç cümle ettim. Ve sonradan, kitabı aldıktan sonra, senden/sizden bir çağrı bekledim.

O çağrı hiç gelmedi, o telefon hiç çalmadı. Belki bana çok kızmıştınız, belki kalbiniz çok kırılmıştı. Bilemem. Ama ben elimden geleni yaptığıma inanıyorum. Onun için bu olayı uzun uzun anlattım: sanatsever okur tanık olsun, kararı o versin diyerek...

Sevgili Çolpan... Bize gelince, benim de zamanım yaklaşıyor. Hiçbirimiz bu dünyaya kazık çakacak değiliz!.. Gelir gelmez, seni arayacağım. Bir araya gelince sanırım çok konuşacak şeyimiz var. O kadar ara verdik ki!..

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bir korku klasiğinin ilk günlerine dönüş

Bu türü sevenler ve özlemiş olanlar için iyi bir seyirlik sayılabilir

Hindu kültüründen gelen kendine özgü bir kitle filmi

Karşımızda gerçekten hayli değişik bir film var. Hem anlattıkları; hem anlatma biçimleriyle...

Aziz Nesin'i sinemaya aktarmanın belki en usta işi örneği

Hikâyelerin tümü usta biçimde yoğrulmuş; alabildiğine serbestçe, özgür ve özgün biçimde perdedeki yerini almış: Nesin'e çok yakışan bir mizahın yer yer absürt biçime dönüşmesiyle...