28 Ocak 2015

‘Derin devlet’, toplumun ‘ortak bellek’ine karşı!

AKP iktidarının temel çabalarından biri, ülkenin ve toplumun yakın geçmişiyle olan ilişkisini yok etmek

AKP iktidarının temel çabalarından biri, ülkenin  ve toplumun yakın geçmişiyle olan ilişkisini kendi cephesinden, kendi bakış açısıyla olabildiğince kesmek, hatta yok etmek.

Ve de Recep Tayyip Erdoğan’ın kişiliğinde ve en çok onu yüceltip ikonlaştırarak, Ortadoğu’ya pek yakışacak yepyeni bir tapınma coğrafyası oluşturmak.

Bunun için, ilk başta akla gelen Cumhuriyet’in kurucuları ve önde gelen isimleri unuttulmaya çalışılıyor. Elbette Başta Atatürk olmak üzere, onlar olabildiğince silikleştirilmeye çalışılıyor. Cumhurbaşkanı sarayını Çankaya’dan alıp Beştepe’deki anıt-binaya yerleştirmek, bu yolda görkemli bir adım oldu. Bu aynı zamanda Ata’nın Ankara’ya büyük yadigârı Atatürk Orman Çiftliği’ni yok etmenin de dev bir adımıydı. Nitekim ardından beklendiği gibi devasa bir cami geliyor. Otel-rezidans da yakındır!..

Açılışta ise, başkanın hemen arkasında olması artık yüzyıllık bir gelenek olmuş Atatürk portesi bile yoktu. Ancak neden sonra kondu: Sanırım protestoları önlemek için..

Atatürk ve elbette İnönü’nün adlarını en azından ortalarda pek görünmez kılma çabası, o dönemin her alanına kadar genişletiliyor ve hiç akla gelmeyecek, doğrudan siyasetle uğraşmamış çok saygın isimler de harcanıyor.

Ama önce yok edilen mekanlara bakalım...Emek Sineması'ndan Beyoğlu’nun göbeğinde çürümeye bırakılan bir mücevher olan Alkazar Sineması'na, yine gözler önünde çürüyen Atatürk Kültür Merkezi’nden yıktırılan Şan tiyatro müzikholüne, hiç ilgi gösterilmeyen Karacaahmet mezarlığı ve eşsiz anıt-taşlarından birer ikişer hayatımızdan çıkan eski Türk hamamlarına, geçmişi temsil eden hemen her şey inatla ve sebatla yok ediliyor.

Ve de, dediğim gibi, kimi insan adları. Örneğin İstanbul’a onca hizmet etmiş ve emek vermiş Çelik Gülersoy, hem de yarattığı eserlerle birlikte adeta kent tarihinden kazındı. Ne Yeşilev kaldı, ne Soğukçeşme sokağı ve tüm o turistik tesisler. Ne Fenerbahçe parkı, ne de Büyükada Kültür Merkezi...

Aynı şey, sevgili Türkan Saylan için de  yapılıyor. Onun eseri de haince yıkma olayına uğruyor. Çağdaş Yaşam Derneği, tıpkı Gülersoy’un Turing ve Otomobil Kurumu gibi yok edildi. Şimdi sıra geldi başka kurumlara...Örneğin kurucusu ve başkanı olduğu bir diğer derneğin, Cüzzamla Savaş Derneği’nin tam 34 yılık Lepra Hastanesi için kapatma kararı kalındı.

Yapılmak istenenin aslında tüm Cumhuriyet tarihimiz boyunca oluşmuş ortak belleğimiz olduğu açık. O ortak toplumsal bellek ki, taş üstüne taş, eser üstüne eser, çaba üstüne çaba koyarak ve tüm o yoksulluk yıllarına karşın cansiperane mücadele vererek, özenle oluşturulmuştur. Aralarında hepsi saldırı altındaki Devlet Opera ve Balesi’nden Şehir Tiyatroları’na, Türk mutfağını yıllarca temsil etmiş tüm o eski lokantalara, içindeki Taşlık Kahvesi’yle Taşlık parkından içindeki Belediye Gazinosu’yla Taksim Parkı’na, Çamlıca Tepesi’nden Kuşdili çayırına, Göksu mesiresinden Kurbağalıdere sandal alemlerine neler neler yoktur...

Ve tüm bunlar, kimileri çok eskilerin içinden süzülüp gelerek, dev bir dünya kentinin 20. yüzyılda, onca felaket ve bozgundan sonra gerçekleştirdiği büyük hamleyle yeniden hayata dönüşünü simgeler.

Elbette bir zamanların o son derece yapıcı belediye başkanlarını da anabilirsiniz: Lütfi Kırdar’dan Bedrettin Dalan’a... Ama tüm bunlar birer birer yok edildi, ediliyor. Eski plajlarımız bile artık yok!...Tarabya’da gençliğimde onca gittiğim plaj artık yok, yerine bir büyük lokanta açıldı. Paris ve Londra gibi denizle ilişkisi olmayan büyük Batı kentlerinin başkanları, Seine ve Thames nehirleri üzerinde yapay plajlar inşa ederken, biz artık kentimizde denize giremiyoruz. Ne Tarabya kaldı, ne Küçüksu...Yakında Florya’da bile denize girilemeyecek!...

Tüm bunlar, bilinçli veya yarı-bilinçli dönem silme çabalarıdır. İstanbul tüm bunlar ve elbette daha eskilerden kalma ahşap evleri, tarihsel köşk ve kasırları, çeşme ve hamamları, türbe ve mezarlıkları, geleneksel yeşil alanları ve manzara tepeleri, plajları ve mesire yerleriyle de İstanbul’dur.

Ve aslında gerçek amaç, tüm bunları da içeren en azından son yüzyıllık yaşamımızı  tüm anılarıyla birlikte yok edip yeni bir yaşam tarzı getirmek olmasın?

‘Muktedir’in birbiri ardına hayata geçen o büyük ve o ölçüde tuhaf projeleriyle, Çamlıca camiinden Kanal İstanbul’a, olmadık yerlerde çoktan yıkılmış yapıların gereksiz yere ihyasından belli bir yaşam kültürünü yansıtan mekânların operadan tiyatroya, içkili (olabilecek) lokantalardan kadın-erkek birlikte eğlenilen mesire yerlerine, plajlardan piknik alanlarına çok şeyi yok etme siyasetini de, yaşamlarımızı köktenci biçimde dönüştürmeye azmetmiş bir ‘derin devlet projesi’ olarak görüyorum. Bilmem ne dersiniz? 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Son günlerdeki siyaset ve ülke sorunları üzerine birkaç düşünce

Bir ortak vicdan yaratmaya bir küçük katkısı olabilir umuduyla...

Ringlerde görülegelmiş en zalim maçların öyküsü

Asıl soyadları Adkisson olan bu garip ailenin öyküsü usta biçimde anlatılmış. Oynak bir kamera, ABD'nin Texas'taki Spectatorium gibi gerçek büyük salonlarında çekilmiş sahneleri etkileyici biçimde verir

İmamoğlu gelirse…

Belki İstanbul'u da kurtarma şansı doğar...