12 Ekim 2015

Bu kadarı da olmamalıydı, Levent Kırca

Toplumca onu özlerken, bir zamanlar bu toplum için neler ifade etiğini ve bize ne çok şey verdiğini şimdi kavrayacağız

    Tam adıyla, Zeki Levent Kırca...Onun hayatlarımız için nasıl önemli bir kişi olduğunu, özellikle geçen yüzyılda bizleri ‘yeni icat’ TV ekranlarından nasıl mutlu ettiğini, tiyatrodan sinemaya, TV’den siyasete, yazarlıktan gazeteciliğe geniş bir yelpazeye yayılan etkinlikleri içinde nasıl bir ulusal figür haline geldiğini söylemeye bilmem gerek var mıdır?

  1948 Samsun doğumlu Kırca, önceleri tümüyle tiyatroyu amaçladı. 1964’de Ankara’da Devlet  Tiyatrosu sahnesine çıktı. Yine Ankara’da Birlik Tiyatrosu ve dönemin popüler kurumu Halk Oyuncuları’nda çalıştı. Daha deneme döneminden başlayarak TRT’de Nasreddin Hoca, Oyun Treni, Siz Olsaydınız Ne Yapardınız?, Bu Oyun Nasıl Oynanmalı?, Sağlık Olsun!, Ne Olur Ne Olmaz gibi televizyon programları yaptı.

  Kırca sonraları Hodri Meydan Topluluğu’nu kurdu. O aralar evlendiği eşi Oya Başar’la birlikte Üç Baba Hasan, Kadıncıklar vb. oyunların yanısıra, Güzel ve Çirkin, Sefiller gibi gösterişli müzikaller sergiledi.

  1988 yılından başlayarak TRT’de hazırladığı Olacak O Kadar komedi programı, Türk televizyonculuğunun en uzun ömürlü, en etkili güldürü programlarının başında gelir. 20 yıla yakın sürmüş ve birkaç kuşağın mizah duygusunun gelişimine büyük katkısı olmuştur. Bizim ev şahittir: iki çocuğum onlara hayran büyüdü. Ve dost olup bize geldiklerinde, büyük keyif yaşadılar.

  Ve o unutulmaz programla Türk toplumuna öyle çok şey kattı ki...Ve herşeyin ötesinde, Nasreddin Hoca’ları, Aziz Nesin’leri yaratmış, ama mizahın vurucu gücünü biraz unutmuş bir topluma yeniden herşeyle, herkesle alay edebilmeyi, gülme yoluyla toplumsal ve siyasal eleştiri yapabilmeyi hatırlattı. 1990’lardan bir yazımın bir bölümü:

 

Levent Kırca güldürüsüne bakarken

 

  “Kırca’yı günümüz Türk güldürüsünün en önde gelen ismi saymama izin verilsin. Bu sanatçımız, Türk tiyatro geleneğinin en eski biçimlerini, yani tuluat, orta oyunu, meddah gibi seyirlik sanatlarımızı alıyor. Onlara evrensel güldürünün, özellikle sinema sanatının gelişmesiyle birlikte tanınan kişilerinin –Chaplin, Keaton, Laurel-Hardy gibi- özelliklerini ekliyor. Üstüne üstlük günümüzün, 1990’ların güldürü anlayışının ögelerini de katıyor. İşte size bir Levent Kırca şovu...

  Kırca yalnızca güldürmek için yola çıkmıyor. Siyasal-toplumsal bir eleştiriyi de amaç ediniyor. Didaktik, kuru, cansıkıcı olmamayı hemen hep beceriyor. (  ) Kendi sesiyle konuşan ve devrimlerini genç kuşaklara emanet eden bir Atatürk oluyor...Üzerindeki yasaklar birtürlü kalkmayan ve yine kendi sesiyle şiirlerini okuyan bir Nazım Hikmet oluyor...Sazınıalıp türküsünü söyleyen bir Aşık Veysel oluyor...Özal veya Demirel oluyor.

    Bizim için bir kılıktan öbürüne geçiveriyor. Bestami’yle kemancısı, Kürt kapıcıyla kibar beyefendi, halkın içinden gelen ve binbir yüz taşıyan türlü-çeşitli kişiliklere bürünüveriyor: politıkacı, banka müdürü, sanatçı, aristokrat, general, gazeteci, sokak sarhoşu, ev hanımı. Vs. vs”.

    Yıllar sonra Toros Canavarı ile sahnelere döndüğünde ise özellikle şöyle demiştim:  Tiyatroya hoşdöndün, Levent Kırca

    “Sevgili Levent Kırca...Onu en son Zincirlikuyu'daki Hodri Meydan tiyatrosunda bir oyunda izlemiştim. Sonra Yenikapı'da bir çadır macerası oldu: dev bir çadırda büyük bir seyirci kitlesinin karşısına çıkma serüveni.  O çadır Nurettin Sözen tarafından bir gecede, yeni bir yer göstermeden, neredeyse haber bile vermeden yerle bir edilince, Kırca uzun süre tiyatrodan uzak kaldı.

  Hep merak etmişimdir: kimi zaman sinemada ya da TV 'de böylesine ün ve para kazanan kişileri tiyatroya geri döndüren nedir diye...Herhalde tiyatronun cazibesi bambaşka: seyirci denen soyut ve muğlak kitleyle karşıkarşıya gelmek, onun varlığını karşısında görebilmek, anlık ve spontane bir alkışı ve onun getirdiği onuru yaşayabilmek...

    Toros Canavarı, işte özellikle bu açıdan çok hoş bir deneyim... Halkıyla böylesine kaynaşmış bir sanatçının ve tüm bir ekibin seyircisiyle kurduğu o inanılmaz diyalogu gözlemliyorsunuz. Aziz Nesin'in birçok açıdan hala güncel bir metnini, sanatçılar ustalıkla oynuyor ve yeniden hayata geçiriyorlar. Aziz ağbi görse severdi sanıyorum...Kırca'nın kendi halindeki memuru  "itibar görmek için canavar olmak gerek anlaşılan" deyince, aklımıza mutlaka eli bıçaklı katil canavarlar değil, başka türlü canavarlar da geliyor: siyasetin canavarları, ekonominin canavarları, medya canavarları, ‘köşe’ canavarları, promosyonun, reklamın veya sadece bizim aptallığımızın ve hoşgörümüzün şişirip canavar yaptığı onca cüce”....

 

Sanatçı çift olmanın zorluğu

 

  Sonra işler biraz karıştı. Her açıdan ve her alanda....1985’te ikinci eşi olarak evlendiği Oya Başar’la araları bozuldu. Ve 15 yıl sonra, 2000’de ayrıldılar. Bu ayrılık ikisinin de çok sevilmesi nedeniyle ulusal bir matem yarattı sanki!...Ve ben de bu mateme kendimce katıldım:

   “Oya ve Levent ayrıldılar!…Bu onların özel hayatı ve bu konuda kimseye pek söz düşmez diye düşünüyorum. Ama onlar bunu öylesine kamu olayı haline getirdiler ki…Herşeyi basın önünde tartışmak gibi belki medyatik gözüken, ama toplumda ne kadar sevildikleri düşünüldüğünde doğru olan bir tavrı benimsediler. Hatta Oya Başar tüm kadınlara mesajlar çıkarmaya dek gitti.

    İkisi de kişilikli, ikisi de ilke sahibi, ikisi de dikbaşlı ve sonuç olarak ikisi de gerçek sanatçı iki insanın evliliği elbette zordur. Oya ve Levent bu zorluğu yaşıyorlar. Bizim gibi onları sevenlerin dileğiyse, bu seçkin sanatçılarımızın barışma yolunu bulması ve o denli birbirine yakışan yeteneklerini yeniden birleştirmeleri... Umarım işler bu yolda gelişir. Onları yakından izleyeceğiz”..

  Ama hemen sonra işler düzelir gibi oldu. 2001’de yine birleştiler. Ancak sonrasında, 2005’de yine ayrıldılar. Şarkıların dediği gibi, bu son ayrılıktı. Ama bu ayrılık özellikle Levent’e yaramayacaktı.

 

Altın Şehir’le başlayan sinema kariyeri.

 

  Onun sinema kariyeri de ilginçtir  Daha 1978’de, aslında melodram ustası olan Orhan Aksoy’un popüler komedi denemesi Altın Şehir filmiyle sinemaya geçmişti. Ve ben şöyle yazmıştım:

  “Levent Kırca, TV yıldızlarının ekrana transfer olma  modasına uyarak perdeye geçiyor. Uyduruk bir filmle değil, günümüz Türkiye’sinin gerçeklerinden yola çıkan sağlam  bir filmle. Kırca’nın TV’den perdeye geçişte hiç yadırganmayan sıcak oyunu, Ayşegül Atik’in rahatlığı, yan kişilerde bir dizi oyuncunun çizdiği inandırıcı tipler, Altın Şehir’e ilgiyle izlenen, etkili ve gerçekçi bir yapım niteliği kazandırıveriyor”.

  Ama sonrası pek gelmedi. N’Olacak Şimdi, Mavi Muammer, Ölürsün Gülmekten adı-sanı anılmayan çabalar olarak kaldı. Altın Şehir’den 23 yıl sonra, 2001’de kendi yazıp yönettiği Son fena değildi. Sonraki Şeytan Bunun Neresinde ise bir skeçler toplamı olmaktan öteye gidemedi.

 

Ve bir melodram!...

 

Birkaç önemsiz filmden sonra, 2010 yılında oğlu Oğulcan Kırca’nın yönettiği Son İstasyon’da oynadı sanatçı. Ve ben şunları yazmak zorunda kaldım:

  “Biz yıllarca Levent Kırca’yı bir komedi oyuncusu sanmıştık. Ağzımızda acı  bir tebessüm bıraksa da, sonuç olarak komedi yoluyla bize hayatı anlatan ve toplumsal eleştiri getiren bir sanatçı.

  Ama yıllar sonra sinemaya dönüşünü simgeleyen ve yapımcısı, hikaye yazarı ve baş oyuncusu olarak damgasını vurduğu bu filme bakınca, ‘Meğer  yanılmışız. O bir dram oyuncusuymuş’demek gerekiyor. Dram da değil, en koyusundan bir melodram... 

    Bu karamsarlık anıtını izlerken insan merak ediyor: Levent Kırca’nın içinde kalmış böylesine bir melodram tutkusu mu vardı? Artık ulusal bir ikon olmuş Kırca hatırına belki izlenebilir, ama işte o kadar”.

 

Yeni dönem...ve siyaset 

 

    Kırca sonraları çok eleştiri aldı. Aşırı tonlara kayan milliyetçiliği, kimi konularda kamuya açıkladığı hoşgörüsüzlüğü sanki kariyerine de yansıyor, her tuttuğu elinde kalıyordu. 2009 Belediye Seçimleri için Demokratik Sol Parti'den Üsküdar Belediye Başkanlığı için aday oluyor, ama kazanamıyordu. 2011’de Karımın Dediği Dedik, Çaldığı Kontrbas isimli komedi dizisine başlıyor, fakat reyting alamadığından dört bölüm sonra bitiriyordu. 2014 yerel seçimlerindeyse İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına İşçi Partisi'nden adaylığını açıklıyor, ama ancak % 0.2  oyla sekizinci sırada kalıyordu!...   

  2011‘de Aydınlık gazetesinde köşe yazarlığına başlıyor, 2013’deyse Ulusal Kanal genel müdürlüğünü üstleniyordu. Ayrıca 1998 yılında Kültür Bakanlığı tarafından verilen Devlet Sanatçısı ünvanı ise 2015’de geri alınıyordu. Tam Türkiye’ye özgü tuhaflıklar!..Sonra Vatan Partisi’nde Merkez Yürütme Kurulu üyesi oldu.   

    Ve ben, dostluklarına, anılarına ve ilkelerine sadık bir vatandaş olarak yine onu savunuyordum. Şu yazımın gösterdiği gibi:

 

Bizi bağışla, Levent Kırca

 

    “Levent Kırca zor günler geçiriyor. Düşenin dostu olmaz deyişi uyarınca da, eline kalem ve köşe geçiren adama vuruyor. Yok Cem Yılmaz’ı eleştirmiş, yok TRT’de program yapmak için başbakana yalvarmış, yok bilmem hangi magazin programını yarıda bırakıp çıkmış.

   Tüm bunlar belli ölçüde doğru olabilir. Elbette magazin denen olayın ülkemizde aldığı ve artık büyük ölçüde abartmaya, şişirmeye, hatta, açık söyleyelim, yalana dayalı olduğu kanıtlanmış olayın kendine özgü boyutları içinde...Ama öyle olsa bile bu, Levent Kırca gibi dev bir sanatçıyı böylesine itip kakma hakkını bize verir mi?

  Levent Kırca bu toplumun yetiştirdiği en büyük mizah ustalarından biri, bir tür görsel dünya Aziz Nesin’idir. Daha tek kanallı TRT döneminden başlayarak sayısız kuşağı güldürmüş, eğlendirmiş, mizahın zeka açıcı yollarında büyütmüştür. Bizler onun kimi skeçlerini hala referans olarak alır ve birbirimize hatırlatıp güleriz: Levent’in trafiğe meydan okuyan sarhoş şoför tiplemesinden Oya Başar’ın her koşulda kızına “üşütme yavrum, verem olursun” klişesini yumurtlayan vefakar annesine kadar...

  Bunlar artık bizim kişisel ve ailesel belleklerimizin vazgeçilmez kahramanlarıdır. Ve sanırım Türk toplumunun ortak belleği için de ayni şöy söylenebilir. Üstelik Kırca TV’de kazandıklarını uzun yıllar tiyatro sevdası uğruna harcamış ve kimileri çok kalabalık o oyunlar için, parasını nerdeyse har vurup harman savurmuştur.

  Peki ama, tüm bunları unuttuk mu biz? Koskoca ülkede Kırca skeçleri, Olacak O Kadar mizahı, onun bir dönemde adeta tüm ülkeyi ekran başına toplayan ve herkese önemli yaşam dersleri de veren komedileri unutuldu mu? Neden hiç kimseden bir ses, Kırca’ya reva görülen hakaretlere bir tepki gelmiyor?

  Ben eski dostuma karşı biraz geç kalmış bu savınmayı yaparken, büyük bir gönül rahatlığı duyuyorum. Umarım ki bu genel vefasızlığı bağışlar ve ilk fırsatta yeniden işbaşına geçer”.

 

Ve birden gelen ölüm

 

  Sonra, yakın zamanda Levent Kırca’ın amansız bir hastalığa yakalandığı haberi geldi. Ben “Umarım bunu da yener ve hayata tutunur. ‘Olacak ne günler var daha’, değil mi sevgili Kırca?”derken, basın da onu hatırladı, uzun söyleşiler yapıldı.

  Ve sonra...Birden gelen ölüm, hayatlarımızda açılan bir büyük boşluk. Onu ne kadar sevdiğimizi belki şimdi hatırlayacağız. Ve toplumca onu özlerken, bir zamanlar bu toplum için neler ifade etiğini ve bize ne çok şey verdiğini şimdi kavrayacağız.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

ABD'deki hayali bir savaşın korkunçluğu tam şu günlere denk düşüyor

Dünyamızın savaş denen korkunç olaya sayısız ülkede esir düştüğü şugünlerde, bu film önemli bir eleştiri sayılabilir

Bir korku klasiğinin ilk günlerine dönüş

Bu türü sevenler ve özlemiş olanlar için iyi bir seyirlik sayılabilir

Hindu kültüründen gelen kendine özgü bir kitle filmi

Karşımızda gerçekten hayli değişik bir film var. Hem anlattıkları; hem anlatma biçimleriyle...