24 Ekim 2014

Beatles şarkısının adını taşıyan kadın

Film, duyarlı, meraklı ve incelikleri seven bir seyirciye sesleniyor.

AŞKIN HALLERİ 
(The Disappearance of Eleanor Rigby)

Yönetim ve senaryo: Ned Benson
Görüntü: Christopher Blauvelt
Müzik: Son Lux
Oyuncular: Jessica Chastain, James McAvoy, İsabelle Huppert, William Hurt, Viola Davis, Bill Hader, Ryan Eggold, Ciaran Hinds, Nina Arianda, Archie Panjabi/ Amerikan filmi.

İşte en azından uzunluğuyla gizemli bir film...Karmaşık bir ilişkinin biri kadın, öbürü erkek tarafından paralel biçimde verildiği bu yenilikçi film, Toronto festivalinde ilk kez gösterildiğinde tam 190 dakika imiş!...Dağıtımı yüklenen şirket, filmi ikiye bölerek ayni hikayenin biri erkek, öbürü kadın cephesinden yorumlarını iki ayrı film halinde göstermeye karar vermiş. Bu yüzden, uluslararası sinema sitesi imdb’de karşımıza gelen bilgilerde, 90 dakikalik bir ‘erkek versiyonu’ gözüküyor.

Ne var ki, anlaşılan bundan vazgeçilmiş.. Çünkü bizim burada gördüğümüz film, 125 dakikalık bir kopya ve iki bakış açısı da koşut  biçimde verilmiş. Bu belki seyircide belli bir yorgunluk yaratıyor, ama filme kendine özgü bir gizem ve derinlik kattığı da söylenmeli.

Böylece, herzamankinden daha karanlık ve içine kapalı verilmiş bir New York fonu önünde yaşanan bir aşk öyküsü izliyoruz. Tanınmış bir lokantacı ve şef olan babasının yanında annesiz büyümüş Conor Ludlow (James McAvoy), Fransız annesi (İsabelle Huppert), doktor babası (William Hurt) ve kızkardeşiyle büyümüş Eleanor Rigby (Jessica Chastain) ile, filmin hemen başında bir törenle evlenir. Ve ikili mutlu bir hayata adım atarlar.

Ama hemen sonrasında ve anlaşılan belli bir zaman süresi aşılmış olarak, El (yakınları Eleanor’u böyle çağırır!) kendisini köprüden nehre atıp intihara kalkışır!...Ama balıkçılar tarafından çıkarılır, hayata ve de ailesinin yanına döner.

Sonrası, karmaşık bir insan ilişkileri toplamıdır. Ünlü psikolog baba, kızının bozulmuş dengesini toparlamaya boşuna uğraşır. Duvarında Lelouch’un Bir Kadın ve Bir Erkek filminin afişi asılı, klasik müzik kariyerini istemeden sonlandırmış Fransız anne. kızıyla geç kalmış bir yakınlık kurmaya savaşır.

Parlak bir üniversite eğitimini şok bir kararla yarıda bırakmış, 68’liler kuşağından ana-babasının ünlü Beatles şarkısının adını özellikle verdiği Eleanor ise, yeniden hayata dönmeye çalışır, bunun için ünlü bir felsefe hocasının (Viola Davis) kurslarını izlemeye başlar.

Peki ama onu Conor’dan uzaklaştıran nedir? Anlaşamadığı babasından ayrılıp bir grup arkadaşıyla mütevazi bir bar-lokanta işletmeye sıvanan genç adam, Eleanor Rigby’yi hala deli gibi sevmekte, uzaktan izlemektedir. Yeniden biraraya gelmeleri için umut olabilir mi?

Kısa filmlerden gelen 1977 doğumlu Ned Benson, bu ilk uzun filminde öncelikle bağımsız bir sinemanın tüm özgürlük ve özgünlük arayışını yineliyor. Temelde çizgisel bir anlatımı yeğleyen film, bu dramın asıl gizeminiyse çok yavaş biçimde, ancak finale doğru çözüyor.

Film, duyarlı, meraklı ve incelikleri seven bir seyirciye sesleniyor. Tüm ana ve yan kişiliklerin, iyi bir yazar elinden çıkma diyaloglarla oya gibi örülüp karaktere dönüştüğü,  melodrama yatkın malzemesinin ustalıkla bu tuzaktan çekip alınarak gerçek insan dramlarına yönlendirildiği bir çaba bu...

Ve elbette en çok oyuncularına dayanıyor. En son filmekimi’nde de (sanırım yakında sinemalara da gelecek) Bayan Julie filminde izlediğimiz Jessica Chastain, bir kez daha hiç klasik güzel olmayan,  hatta zaman zaman çirkinliğe yakın olağanüstü yüzünü, yine harika biçimde kullanıyor. Ve bu içburucu kadın portresine büyük canlılık katıyor.

James McAvoy’un ne denli iyi oyuncu olduğunu zaten biliyorduk. O da ‘Russell Crowe benzeri’ fiziğini, çağdaş uyumsuz ve dengesiz genç adamlara öylesine verebiliyor ki...İsabelle Huppert, William Hurt gibi eskiler elbette iyi. Baba Ludlow’da Ciaran Hinds, felsefe hocasında ise eşsiz karaderili oyuncu, Oscar’lı Viola Davis döktürüyorlar.

Ve de New York. Bilinen albenisinden, ışık ve hareket başkenti diye tanınan canlılığından böylesi uzak, az aydınlatılmış sokakları ve geceleri ürkünç parklarıyla (özellikle finaldeki park sahnesinde olduğu gibi) adeta korkutan bir megapol gibi verilmiş ‘Büyük Elma’. Bu New.York’u da kolay kolay unutacak değiliz!...       

Bebeğin içindeki şeytan

ANNABELLE      

Yönetmen: John R. Leonetti
Senaryo: Gary Dauberman
Görüntü: James Kniest
Müzik: Joseph Bishara
Oyuncular: Annabelle Wallis, Ward Horton, Tony Amendola, Alfre Woodard, Brian Howe/ Warner Bros filmi

  

Bir bağımsız yapım olarak değil, anlı-şanlı Warner Bros şirketinden gelen bir korku filmi olarak, Annabelle için beklentilerimiz yüksekti. Ama genelde bir büyük hayal kırıklığı olduğunu söylemeliyim.  

Film genç ve güzel  bir çiftin oluşturduğu ‘kusursuz Amerikan ailesi’nin içinde, üstelik en büyük hayalleri olan bir bebeğin gelmesiyle birlikte başlayan korkulu süreci anlatıyor. Sürecin elbette bebekle bir ilgisi yok!..Ama eve giren bir başka bebekle var: görünüşü bile insanı ürküten dev bir porselen bebek... Yüzündeki kıyıcı ifadeyle, aklıbaşında bir insanın bırakınız eşine hediye almak, evin yakınına bile sokmayacağı kadar ürkünç bir yaratık!...

Ve o günden sonra felaketler başlıyor. Çünkü Annabelle’in içine kötü bir ruh, bir diğer deyimle şeytan girmiştir. Ve etrafa kötülük saçarken, yeni bir ruhu da çekip kendi alemine almak çabasındadır. Acaba bu ruh ana-babadan hangisi olacaktır? Yoksa tehlikede olan Leah adlı küçük ve sevimli kız mıdır?

Filmin yer yer ürküttüğü söylenebilir. Ama bunun için artık demode sayılan birden patlayan müzik ögesine fazlasıyla başvuruyor.

Ama asıl olumsuz olan şu ki, film türünde hemen hiçbir yenilik içermiyor. ‘Öldüren bebek’ motifi sinemada yeterince kullanılmıştı. İnsan-bebekle şeytanın ilişkisi, özellikle Rosemary’nin Bebeği başyapıtından beri birçok kez ele alındı. Şeytan motifinin özellikle hıristiyan inançlarıyla bağlantısı ise çok bilinen bir öge.

Film bu bilinen şeylere hiçbir yenilik eklemiyor. Güzel ve yakışıklı iki baş oyuncusu ise, en ürkünç sahnelerde bile yüzlerinde en küçük bir dehşet ifadesi yaratmayı başaramıyor. Dedim ya, gerçek bir düşkırıklığı...

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

ABD'deki hayali bir savaşın korkunçluğu tam şu günlere denk düşüyor

Dünyamızın savaş denen korkunç olaya sayısız ülkede esir düştüğü şugünlerde, bu film önemli bir eleştiri sayılabilir

Bir korku klasiğinin ilk günlerine dönüş

Bu türü sevenler ve özlemiş olanlar için iyi bir seyirlik sayılabilir

Hindu kültüründen gelen kendine özgü bir kitle filmi

Karşımızda gerçekten hayli değişik bir film var. Hem anlattıkları; hem anlatma biçimleriyle...