21 Mart 2018

Agah Özgüç, Kerem Akça ve Rıza Kıraç'tan önemli sinema kitapları

Başyapıtlar da var, korku filmleri de...

Ne güzel sinema kitapları çıkıyor!.. Sanki yetişmek imkânsız.

Ben öncelikle bir sinema dergisinden söz etmek istiyorum: Arka Pencere. Adını ünlü Hitchcock filminden alan dergi, uzun yıllardır bir internet sitesi olarak yayınlandıktan sonra, birkaç aydır bu basılı dergiye dönüştü. Birçok sinema yazarının katkıda bulunduğu, dolgun ve hayli doyurucu bir yayın. Duyurmuş olayım...

Agah’tan ‘İki kitap Birden’...

Kitaplara gelince... Öncelikle yorulmak bilmeyen sevgili Agah Özgüç iki kitap birden çıkardı (Horizon Yayınları). Biri onun pek sevdiği, eski Yeşilçam’ı ve oyuncularını tüm ayrıntı  ve öyküleriyle bilmesinden kaynaklanan Türk Sinemasının Marjinalleri ve Orijinalleri kitabının ikinci cildi.

Yine sayısız anı, anekdot, belge, kupür ve fotoğrafla desteklenmiş, kolayca okunan bir kitap. Suat Yalaz, Ulvi Doğan, Münif Fehim gibi çoktan unutulmuş kişileri hatırlamaktan, eşsiz Müjde Ar, Ayhan Işık, Fikret Hakan, Tarık Akan veya Kadir İnanır portrelerine, keyifli bir okuma serüveni. 

Tuncan Okan’ı hatırlamak...

Ama kendi adıma ikinci kitabını daha çok önemsedim. Adı Tuncan Okan’dan Haftanın Filmleri.

Evet, Tuncan Okan (1936- 1999). Bir dönemde (50’lerin sonları- 60’lar) Milliyet gazetesinde yazdığı eleştirilerle popüler olan, Galatasaraylı olduğu için Fransız filmlerini özellikle sevip savunan, gelişim halindeki Türk sinemasına ilk kez yaklaşan, yıldız verme geleneğinin öncüsü ve mesleğimizin pirlerinden biri.

O yıldızlar ki, 1958 yılında Memduh Ün’ün Üç Arkadaş filmine üç yıldız vermesi olay olmuş, hepimizin gidip o filmi izlememize neden yaratmıştı. Çünkü Okan, kitapta da görüleceği üzere, özellikle bizim filmlerimize karşı hayli acımasızdı. İster Atıf yılmaz olsun (Kumpanya, Yarın Bizimdir), ister Lütfi Akad (Zümrüd, Yangın Var)...Tek yıldızı kolayca basıveriyordu. O Yarın Bizimdir ki, ben yıllar sonra izlediğimde ülkemizde taşra siyasetçiliği üzerine yapılagelmiş en iyi film olduğunu düşünmüş ve 100 Yılın 100 Türk Filmi kitabıma almıştım!..

Sevecen ve tutkulu yazılar

Kimi zaman yabancı filmlere de sert bakıyordu. Benim sinema tarihinin yüz filmi arasına aldığım Hitchcock filmi Sapık veya Orson Welles filmi Bitmeyen Balayı da ondan ala ala  XX almıştı. Buna karşılık, Avrupa sinemasının gönüllü bir savunmacısıydı ve özellikle bir ayrılıktan sonra 60’larda yeniden başladığı Milliyet yazılarında, bu sinemanın en soylu örneklerinin hakkını vermişti.

Agah’ın kitabı aslında eksikler içeriyor. En önemlisi, onun 50’lerdeki yazıları yok!.. Bu arada andığım Üç Arkadaş eleştirisi de... Onlara erişemedi mi? Oysa arşivlerde vardır.

Yine de bunu sinema eleştirisi tarihine eğilen önemli bir kitap sayıyorum. Okan’ın kendine özgü, biraz tumturaklı, eski sözcüklere düşkün, ama sevecen ve tutkulu yazılarının bir bölümüyle de olsa elimizin altında olmasını önemsiyorum.   

Şimdi dilenir ki Agah bu kitapta andığı geçmiş dönem eleştirmenlerine topluca eğilen bir kitap hazırlasın...Ki aralarında Attila İlhan, Metin Erksan, Halit Refiğ, Burhan Arpad, Semih Tuğrul, Tarık Dursun K, Ali Gevgilili, Çetin Özkırım, Hayri Caner, Tanju Akerson, Jak Şalom gibi adlar vardır. Ne ilginç olurdu!...

Ünlü yapımcı Hürrem Erman’ın öyküsü

Değerli bir çalışma, yazar dostum Rıza Kıraç’ın 2017 sonlarında çıkan Hürrem Erman- İzlenmemiş Bir Yeşilçam Filmi kitabı (h20 yayıncılık). Gecikmeyle de olsa bu önemli kitabı hatırlatmak istedim.

Çünkü Hürrem  Erman (1913- 2003) sinema tarihimizin belki en önemli yapımcısıdır. 1935’de sinema işletmeciliğine başlayan, 1946’da Erman Film’i kuran sanatçı, özellikle yanında muhasebeci olarak çalışan Lütfi Akad’ı sinema yapmaya iterek önemli bir iş yapmıştır. Ve böylece Akad’ın 1949’daki Vurun Kahpeye ile başladığı Nijat Özön tarafından büyük bir doğrulukla saptanan ‘Sinemacılar Dönemi’ni açan adam olmuştur.

Ve ondan sonra birçok şeye öncülük etmiştir. Onu bizzat tanımış olmak ve 1973 yılında Nezih Coş ve Engin Ayça’yla birlikte çıkardığımız Yedinci Sanat dergisinde onunla ilk kapsamlı söyleşiyi gerçekleştirmiş olmak, hep iftihar ettiğim şeylerden biridir.

Kıraç, o söyleşiyi ve daha birçok belgeyi, tanıklığı ve eleştiriyi kullanarak, karşımıza harika bir Hürrem Erman portresi getiriyor. Sinema tarihimize en küçük bir ilgisi bile olanların mutlaka edinmeleri gereken önemli bir belge-kitap. 

Kerem Akça’dan Türk sinemasına farklı bir bakış

Kerem Akça sinema eleştirisinde hayli özgün bir kalem olmayı sürdürüyor. Genelde çoğumuzdan farklı yargıları olan, sanki Agah’ın deyimiyle ‘marjinal ve orijinal’ olmayı seçmiş bir yazar!...Ama böylesine farklı görüşler, değişik bakışlar, ilk ağızda irkiltici değerlendirmeler aslında öylesine gerekli, hatta yararlı ki..Herkesin ayni yıldızı verdiği eleştirmen tabloları size de sıkıntı vermez mi?

Üstelik Akça’nın temel bir görüşünü ben de paylaşıyorum. Paylaşmanın ötesinde, bu benim de sinemaya bakışımın temellerinden  biri.

 O da, popüler sinema denen olguyu küçümsememek, hafife almamak...Madem ki sinema Yedinci Sanat olmakla kalmayıp en popüler sanat, giderek çağımızın en önemli kitle iletişim alanlarından biri oldu...O zaman geniş bir kitleye seslenen, gişede başarılı olan filmleri küçümsemek, hatta külliyen yadsımak neyin nesi oluyor?

Ki buna Hollywood’u önyargıyla hor görme tavrı da eklenebilir. Oysa ABD sinemayı keşfeden değilse de her alanda geliştiren ülkedir. Ve buna dünyanın  en önemli yönetmenlerini Hollywood’a çağırıp fırsat vermekten bağımsız sinema denen şeyi desteklemeye birçok çaba eklenebilir.

Başyapıtlar da var, korku filmleri de...

Akça’nın çıkardığı kitap Yerli Sinemada Hollywood Kuşağı adını taşıyor (h20 yayınları). Ve Komser Şekspir’den (2001) günümüze 64 filmin eleştirisini içeriyor.

Filmlerin temel özelliği genelde popüler yapımlar olmaları. Ama bu kimilerinin benim de sevdiğim filmler olmasını engellememiş: G.O.R.A.’dan Hırsız Var’a, Hokkabaz’dan Mutluluk’a, Beyaz Melek’ten Devrim Arabaları’na, Sıcak’tan Güneşi Gördüm’e, Nefes: Vatan Sağolsun’dan Yahşi Batı’ya, Fetih 1453’ten Kelebeğin Rüyası’na...Hatta bunlardan beşi benim 100 Yılın 100 Türk Filmi kitabıma da girdi.

Ama elbette hiç katılmadıklarım da var. Özellikle son dönemde, Akça örneğin Türk usülü korku filmlerine merak sarmış: Üç Harfliler: Marid, Görünmeyen, Musallat 2, Siccin 2, Cin Kuyusu, vs.

Ve de kimi son dönem komedileri: Pak Panter, İncir Reçeli, Kocan Kadar Konuş, Görümce, Sen Sağ Ben Selamet, vs. Kimisinin adını duymadığım filmler bile var!...

Kimi çarpıcı saptamalar

Ama en azından andığım düzeyli filmler kadar, örneğin benim de beğendiğim ilk dönem Mahsun Kırmızıgül filmleri var: Beyaz Melek veya Güneşi Gördüm. Gerçi Akça onun son dönem filmlerini de ele alıyor: New York’da 5 Minare’den Mucize’ye...

Ama bu da sanki o Fransız usülü ‘auteur teorisi: yaratıcı yönetmen kuralı’na uygun değil mi? Yani sevdiğiniz bir yönetmeni sonuna dek, her filmiyle savunmak...

Önemli olan bu da değil. Akça ele aldığı her filmi özen ve dikkatle irdeliyor. Örneğin Fetih 1453’ü benim de yaptığım gibi temsil ettiği türdeki başarısıyla ele alıyor ve “ilk A sınıfı tarihsel epiğimiz” diyor. Çoğu eleştirmenimizin dile getirmediği birşey bu...

Ayrıca başucu filmlerimden olan Kelebeğin Rüyası’nda benim görmediğim şeyleri görüyor: açılış sekansını “sinemamızın en iyi açılışlarından biri” diye nitelerken, “Gemi sekansı Titanik’i andırıyor” diyebiliyor. Ya da “dönem filmiyle aşk filmini birleştiren bu melez türü”, ünlü Rüzgar Gibi Geçti filmiyle kıyaslayabiliyor.

Bu tür hınzır ve meydan okuyan bakışlar hemen her eleştiride var. Merak etmez misiniz?

Bu yazı yetmedi. Geri kalan kitapları bir diğer yazıda ele alacağım.  

 

 

 

..

 

Yazarın Diğer Yazıları

Popüler bir serinin en son halkası

Aynı yazar-yönetmen ekibinin bu son çabası bir zirve değil. Ama özellikle yeni keşfedecekler için hayli eğenceli bir gösteri sayılabilir

Son günlerdeki siyaset ve ülke sorunları üzerine birkaç düşünce

Bir ortak vicdan yaratmaya bir küçük katkısı olabilir umuduyla...

Ringlerde görülegelmiş en zalim maçların öyküsü

Asıl soyadları Adkisson olan bu garip ailenin öyküsü usta biçimde anlatılmış. Oynak bir kamera, ABD'nin Texas'taki Spectatorium gibi gerçek büyük salonlarında çekilmiş sahneleri etkileyici biçimde verir