03 Aralık 2014

Ağaç emektir, çocuktur, masumiyettir ve artık kolay kolay kesilemeyecektir!..

Yalova’da kavşak için aralarında çok yaşlı çınarlar da bulunan 158 ağacın kesilmesi CHP için hiç iyi olmadı.

Geçen Cumartesi, CHP’nin kültür ve sanattan sorumlu genel başkan yardımcısı sayın Ercan Karakaş’ın davetiyle yapılan Sosyal Demokrat Belediyelerde Kültür ve Sanat konulu bir sempozyum’da buluştuk. Gayrettepe’deki bir otelde düzenlenen bir günlük panellerde, başta İstanbul büyük kentlerde izlenmesi gereken CHP politikaları tartışılacaktı. Öyle de oldu.

Ne yazık ki olay iyi duyrulamamıştı. Ben haberini hiçbir yerde görmedim. Sonrasında ise sadece Cumhuriyet’de sözü edildi. Belki başka yerlerde de edilmiştir de, ben görmemişimdir.

Oysa etkinlikte ilginç adlar vardı. Enver Aysever’den Orhan Alkaya’ya, Bedri Baykam’dan Mehmet Aksoy’a, Cengiz Bektaş’tan Zeliha Berksoy’a, Tamer Levent’ten Nedim Saban’a... İyi bir duyuru çok daha geniş bir seyirci katılımı ve medya ilgisi sağlayabilirdi.

Ben naçizane büyük kentlerimizin AKP saldırısı altında yok olan kimliklerini, yeşil alanlardan meydanlara, hatta büyük caddelerin kaldırımlarına, kamuya ait olan ve olabildiğince geniş ve büyük tutulması gereken alanların nasıl gitgide işgal edildiğini söylemeye çalıştım. Mimar olarak benim panelde konuşması beklenen Prof. Doğan Kuban’ın gelmemesi, mimar katkısını biraz zayıflatmıştı. Buna karşılık sanırım heykel ve tiyatro en çok konuşulan konular olarak belirdi.

Elbette tam o sırada Yalova’da kavşak için aralarında çok yaşlı çınarlar da bulunan 158 ağacın kesilmesi, CHP için hiç iyi olmamıştı. Ben de bunu eleştirdim. Belediye başkanı Vefa Salman’ın ertesi gün yaptığı basın toplantısı da patetikti. Bu acı olayın bu kez rant için değil, halkın yararlanacağı bir kavşak için yapıldığı doğruydu. Ama bunun, Atatürk’ün tek bir dev ağaç için koca bir binayı taşıttığı efsane gibi söylenen bir kentte yaşanması, kuşkusuz büyük talihsizlikti. .

Bu olay, yakın zamandaki zeytin ağaçları ve diğer yeşil alan katliamlarıyla birleşerek sanırım bir şeyi iyice ortaya koydu:artık Türkiye’de ağaç kesmek kolay değildir ve de olmayacaktır. Artık tüm dünyada uygarlaşmayla atbaşı giden bir doğa sevgisi ve çevre sorunları bilinci vardır. Ve ülkemizde de, adım adım da olsa yerleşmeyi sürdürecektir.

Ağaç artık neredeyse kutsal bir varlıktır: emek gibi, çocuk gibi, masumiyet gibi... O da sanki doğanınm masumiyetidir, nefes alıp verişidir. Ve bir gün, ağaçları ve yeşili korumanın aslında bir fantezi değil,  bizzat insanı korumak olduğunu herkes anlayacaktır.Yeter ki, ünlü Kızılderili söyleyişindeki gibi, bu “son ağaç da devrilip gittiğinde” olmasın!...   

AKP iktidarının sonuç olarak hemen tümüyle rant ve inşaat üzerine kurduğu  bir ekonomik politikanın aslında gerçek uygarlığa yüzde yüz ters düştüğü açıktır. Ama ne tuhaftır ki, hemen hergün sayısız ekrandan yansıyan o ünlü  ‘kamu reklamı’ bizlere şöyle duyuruyor: tarım arazilerinin yüzyıllara dayanan bu kullanma biçimlerini koruyalım, onları betonlaşmaya ve farklı kullanımlara açmayalım...

Bunu söyleyen, hükümetin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı. Peki ama, böyle yapanlar kim? Uzaydan gelen Marslılar mı? Yoksa ayni hükümetin başka makamları ve bakanları mı? Ne büyük çelişki, değil mi?

Ve konuyu en başa, yani CHP’nin toplantısına bağlamak için son bir not. O gün yemekte birkaçını gördüğüm CHP’li belediye başkanları, öğleden sonraki panellere kalmadılar. Herhalde çok işleri vardı. Oysa o gün oraya gelip konuşan onca isimden (ve, niye olmasın, hayatını biraz da bu konulara adamış bendenizden) öğrenecekleri birkaç küçük şey olabilirdi.

Programa göre ancak akşamüstü kendi aralarında biraraya gelip konuşacaklardı. Yani o gün orada edilmiş onca lafı hiç duymuş olmadan...Size de biraz tuhaf gelmiyor mu? Biz konuşmacılar da öyle düşündük ve sanırım hiçbirimiz onların toplantısına kalmadı!...

BUNU MUTLAKA YAZMALIYIM!..

Söyleşi nasıl yapılır?
 

Uğur Vardan arkadaşımın geçen Cumartesi-Pazar günleri Hürriyet’de yayınlanan Yavuz Turgul- Şener Şen söyleşilerine bayıldım. Öylesine bilgi ve hayat dersi doluydu ki, kesip arşivime koydum. Bu hep inandığım bir şeyin yeni örneğiydi: has sanatçılarla ancak kendilerini sanata adamış kişiler söyleşmeli, önüne gelen değil!..Umarım bu ders alınmıştır.

 

Egosu en büyük gazeteci kim?
 

Hıncal Uluç olduğu söylenir, malum!.. Hep kendini övmesi, kendi yazılarını nasıl keyifle okuduğunu anlatması, sürekli gazetecilik dersleri vermesiyle...Ama onun, hem de o koca sayfasına kendi resimlerini koyduğunu hiç gördünüz mü?

Bu açıdan rekor bence Güneri Cıvaoğlu’nda. Hem de aşılmaz bir farkla..Güneri dostumuz her Pazar, o günkü TV programını haber verdiği gazetesindeki Pazar Kahvesi köşesinde, yine “Portaxe’ın muhteşem manzarasında” ve de hafta içi etkinliklerinde çekilen resimleri kullanıyor. Ve başlıktaki resmi dışında, ortalama 6-7 resmini bize armağan ediyor!...

Güneri beyin hep güleç yüzünü görmek zevkli. Ama bu kadarı biraz fazla değil mi?

 

Hoşgeldin, Bora Ayanoğlu
 

Klasik Türk popunun en sevdiğim seslerinden Bora Ayanoğlu’nun o unutulmaz şarkılarıyla bir albümde karşımıza gelmesini yıllardır bekliyordum. Sonunda oldu. Ve Söz ve Müzik: Bora Ayanoğlu albümü çıkageldi.

Gerçi orijinal kayıtlarla değil!...Orada hala ‘copyright’ sorunları varmış. Bu, yeni yorumlar albümü. Yine de Ayanoğlu sesini koruyor. Ve de O Yaz, Fabrika Kızı, Güller ve Dudaklar, Sevgi Var Ya, Kırık Aynalar, Yunus gibi kimileri başka sanatçılardan dinlenmiş parçaları yeniden dinlemek, gerçek bir keyif oluyor.

 Ayanoğlu’na büyük bir içtenlikle hoşgeldin diyorum.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

ABD'deki hayali bir savaşın korkunçluğu tam şu günlere denk düşüyor

Dünyamızın savaş denen korkunç olaya sayısız ülkede esir düştüğü şugünlerde, bu film önemli bir eleştiri sayılabilir

Bir korku klasiğinin ilk günlerine dönüş

Bu türü sevenler ve özlemiş olanlar için iyi bir seyirlik sayılabilir

Hindu kültüründen gelen kendine özgü bir kitle filmi

Karşımızda gerçekten hayli değişik bir film var. Hem anlattıkları; hem anlatma biçimleriyle...