16 Aralık 2014

Poz vermeye mahkum olanlar

İktidarıyla muhalefetiyle, sağcısıyla solcusuyla, aydınıyla lümpeniyle mütemadiyen ve acı içinde ‘poz’ veriyoruz…

Türkiye’nin siyasal atmosferi yine dikenli bir anaforun etkisine girdi. Hükümet-cemaat kavgasındaki bu yeni aşama yalnızca devletin değil, tüm kesimleriyle toplumun da kılcal damarlarını sarsan özellikler taşıyor.  Geçen yıl bu zamanlar, 17 ve 25 Aralık operasyonlarının hemen arkasından, 26 Aralık’ta yine bu köşeden toplumun geniş kesimlerinin olan bitene ilişkin ruh halini şöyle anlatmaya çalışmıştım:

“Bir western kasabasında, iki kabadayının düellosunu sindiği köşeden izleyen kasaba ahalisi gibi halimiz. Korku ve paniğimize rağmen ‘acaba kim hayatta kalacak’ merakıyla, gözlerimizi ayırmadan izliyoruz tozlu meydanı. Kazanacak isim üzerine bahse giriyor kimimiz, kimimiz ‘yesinler birbirini’ diyor, kimimiz ‘ben bugünlerin geleceğini söylemiştim’ diyor…”

Sanırım geçen bir yıl içinde, halet-i ruhiyemizde değişen çok da fazla birşey olmadı.

Birkaç yıldır derin siyasi depremler ile 30 yıl sonra gelen barış sürecini, askeri vesayetin çöküşü ile yargı manipülasyonlarını, kendini her yerde hissettiren vasatlığın yükselişi ile ekonomik kalkınmaya ilişkin pozitif ivmeyi bir arada yaşıyoruz.

Tabir-i caizse karman çorman olduk.   

Ve bu karman çormanlık hali uzadıkça, benliğimizden birşeyler kaybolup gidiyor.

Bir yandan nereye doğru gittiğimizi bilmeden tüm bu kaotik günlerin geçmesini umarken,  bir yandan da ülke olarak dünyaya olabildiğince etkileyici bir ‘poz’ vermek için kendi yakamızı çekiştiriyoruz. Bugünün Türkiyesi’nde kim ne kadar sahici, söyleyebilen var mı?

Bana bunları düşündüren, yakın zamanda izlediğim ve beni çok etkileyen bir tiyatro oyunu oldu.

Oyunun adı ‘Poz’…

İkinci Kat Tiyatro’nun “ Yarının Oyunları” adlı projesini duydunuz mu?

Tiyatronun bu genç ve dinamik ekibi, sahneleyecekleri oyunların konularını bir anket düzenleyerek izleyicilerine sormuş. Anket sonucunda adalet, medya, dönüşüm ve ahlak konuları belirlenmiş. İzleyicilerin seçtiği konu başlıklarının birbiri ile ilişkisi, bir cümlenin ögeleri kadar tamamlayıcı.

Genç yazar Deniz Madanoğlu’nun kaleminden çıkan ve Sami Berat Marçalı’nın yönettiği ‘Poz’, ahlak konusunu işliyor. Oyun, dört kadının yaşamları boyunca bir erkek üzerinden (yani iktidar üzerinden) tanımladıkları kendi hayatları ile yüzleşmelerini anlatıyor. Her kadın, kendileri için iktidarı ve mutlak gücü temsil eden erkeğin hayatının bir köşesinde yer alıyor.

Suikasta kurban giden aydın gazeteci Rıdvan Kahraman (iktidar odağı), yaşamındaki kadınları öngöremediği bir şiddetle kendine hizalıyor. Ve bu hizalanmanın sahteliği, kirliliği Kahraman’ın ölümünden bir yıl sonra ortaya saçılıyor. Görüyoruz ki Rıdvan Bey’in kendini var ettiği yalanları ondan çok sahiplenen kadınların her biri, bu kirli miras üzerinden kendilerine bakan herkese ‘poz’ veriyor.

Bir kadının kaleminden çıkan ‘Poz’un birbirinden arıza dört kadın karakterini canlandıran Esra Dermancıoğlu, Selen Uçer, Banu Çiçek Barutçugil ve Gülce Oral müthiş bir performans çıkarıyor. Özellikle geniş kitlelerin ‘Fatmagül’ün Suçu Ne?’ dizisindeki ‘Mukaddes’ rolü ile tanıdığı Esra Dermancıoğlu, ömrünü Rıdvan Bey’in kariyerine vakfetmiş asistan Azra rolünde çok etkileyici. 

Sahnenin küçüklüğü nedeniyle, oyunda zaman zaman doruğa çıkan bağırma, çığlık atma anları izleyicinin tüylerini diken diken eden bir gerçeklik duygusu yaratıyor.  Yazar Deniz Madanoğlu’nun diyalog yazmaktaki başarısı ile ironi ve mizah gücü, kesintisiz 90 dakika süren oyunun su gibi akıp gitmesini sağlıyor.

Buradan not edelim: Deniz Madanoğlu, bu sezon televizyonda kalitesi ile adından en çok söz ettiren işlerden biri olan “Urfalıyam Ezelden” dizisinin de senaristlerinden biri. Bu ismi bir kenara yazın derim. Hem tiyatroda hem tv’de yeni dönemin en önemli kalemlerinden biri olmaya aday.

Görünürde kadın dünyasına ilişkin sağlam bir ‘içgezinti’ vaat eden ‘Poz’, altmetninde günümüz siyasetine ilişkin de çarpıcı tespitler taşıyor.

‘Poz’da toplum olarak geçirdiğimiz evrimin bizi neye çevireceğine dair bir ufuk turu izliyoruz adeta. Dava arkadaşlarının kan davalı olduğu, güçlü olanın ahlak ve adalet normlarını belirlediği, dün dost bugün düşman olmanın sıradanlaştığı Türkiye tiyatrosu…

Evrensel standartların veya etiğin değil; değerli yalnızların, makul şüphelilerin, konjonktürel ahlakın Türkiyesi…   

Elimizde sımsıkı tutup öne uzattığımız kimliklerimizin arkasında giderek yalnızlaşan yaşam öbeklerine dönüyoruz, farkında mısınız?

İktidarıyla muhalefetiyle, sağcısıyla solcusuyla, aydınıyla lümpeniyle mütemadiyen ve acı içinde ‘poz’ veriyoruz…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bir yaranın içinde olmak

"Biz adalet istedik, biz barış istedik, onlar bizi kurşunladılar..."

Dört Ayaklı Minare'yim ben, hiçbir şeyi unutmam, hiçbir şeyi...

Oğlum Tahir'in gül bedeni... Harcımdaki barışın namusu için düştü ayaklarımın dibine...

Ankara katliamı ve bir ‘toplum müsveddesi’ olarak Türkiye

“Ama abi, onlar da...” diye söze başlayan insanlık fakiri zihniyet son bulmadıkça, kimse bu ülkede bir ‘toplum’ olduğunu söylemesin!