29 Haziran 2018

Seçimi takım tutmaya indirgemek

Ülkesinin geleceğini bir futbol karşılaşması izler gibi izleyen bir kitleye dönüşmek ve buradan gelebilecek her türlü karşılığı olumlayabilmek, son derece tehlikeli bir durum

24 Haziran günü yaşanan seçim sonrasında çok sayıda değerlendirme yapıldı, kimin/kimlerin kazandığı veyahut kaybettikleri üzerinde yorumlarda bulunuldu. Buna karşın bu seçimler ile birlikte belki de ilk kez özellikle sosyal medya üzerinden ve seçim gecesi yapılan kutlamalarda sokağa yansıyanlar, geride bıraktığımız seçimlere pek benzemeyen bir ruh halini ortaya çıkartması açısından önem arz etmektedir. Çünkü bu kez verdiği oy ile partisinin kazanması üzerinden tıpkı taraftarı olduğu takımın şampiyonluğunda sevindiği gibi sevinen ve bu durumu tipik taraftarlık jargonu ile açıklayan bir kitle ile karşı karşıyayız.

Böylesi bir anlayışın izlerini taraftarlık üzerinden sürmeye başladığınız anda ise ortaya çok ilgi çekici ama bir o kadar da endişe verici bir durum çıkmaktadır. Şöyle ki, ezeli rakibini alt ettiği anda hayatın içerisindeki her şeyi bir kenara bırakabilen taraftarlar gibi, desteklediği partiyi ve anlayışı öne çıkartanlar da diğerlerini/rakiplerini yenmenin keyfini benzer ifadelerle kutlamaya başlıyorlar. İşte tam bu noktada ise taraftarlıkla seçmenliğin birbiri içerisinde kaybolduğu bir dil bizi karşılıyor. Burada sık sık bel altı ifadeler, erkeksi ve maço değerleri öne çıkartan erkekliğin cinsellik üzerinden gerçekleştirildiği bir dizi sözcük ön plana geçiveriyor. Örneğin sosyal medyada seçim zaferini –koyduk mu şeklinde paylaşan zatı muhteremlerin, bir futbol maçı sonrası zaferlerini kutlayanlarla aynı dilin içerisine hapis olmaları üzerinde durulmayı hak ediyor. Çünkü ne kadar saklasak da tıpkı futbol karşılaşmaları sonrasında olduğu gibi bu kez belki de ilk kez burada da bir seçim sonrasında aynı kafa yapısı dolaşıma giriyor.

Hatta daha da öteye geçmek suretiyle hayatın kılcal damarları içerisinde kendisine çok hızla bir karşılık bulmaya başlıyor. Uzun bir süredir, içinde yaşadığımız ülke içerisinde bir kutuplaşmadan ve bunun yaratmakta olduğu sıkıntılardan söz ediliyordu. Belki de gerçek anlamda ilk kez seçim sonrası söz konusu edilen bu durumun sokaktaki insanlar arasında da bir karşılık bulmaya başladığı bir döneme girmiş olduk. Buraya nasıl geldiğimiz ve buradan nasıl çıkabileceğimiz meselesine odaklanmak durumundayız. Buraya gelmemizi sağlayan aslında bu toprakların son iki yüz yıl içerisindeki ikili insan tipini ortaya çıkartan yapısıdır. Osmanlının son dönemi ile başlayan ve cumhuriyetin kurulması ile devam eden bu ikilik aslında hiç bozulmadı.

Bir arada yaşamayı ve birbirleri ile iletişim içerisinde bulunmayı sürdürdüler. Bir tarafta eğitimli ve bunun üzerinden içinde yaşanılan ülkeyi yönetme hususunda kendisini ayrıcalıklı gören bir kitle, öte tarafta ise daha geleneksel ve muhafazakar anlayış içerisinde bulunanlar yer aldı. Merkezin belirlediği ve biçtiği misyon çerçevesinde şekillenen bir ülke içerisinde her on yılda bir askeri darbeler ile yeniden düzenlenen uygulamalarla köprünün altından çok sular aktı. Çevrenin merkez halini aldığı son dönemde ise bu kez kartlar başka bir biçimde dağılmaya ve yansımaları çok daha farklı olmaya başladı.

Geçmişin alışkanlıkları ile toplumsal hayatı okumaya çalışanların ve içinde bulundukları ülkeye ve onun insanlarına yönelik misyonlar biçmeye kalkanların, girdikleri her seçimde hüsrana uğramalarının arkasında içinde yaşadıkları ülkeye olan yabancılıklarının payı olduğunu defalarca gördük. Her seçimden yenilgiyle çıkmasına karşın kazananı yenilmiş ilan eden zihniyetin, halkın tercihlerini kendi lehine çevirebilmesi mümkün değildir. Evet bu ülkede demokrasinin yerleşmesi ve uygulamalarının toplumsal hayat içerisindeki etkileri hususunda sıkıntılar her dönem var olmuştur. Buna karşın on altı yıllık Ak parti iktidarının en büyük kazancı ve bazen de kaybı, karşısında gerçek anlamda bir muhalefet partisinin bulunmuyor olmasıdır.

Üst perdeden konuşma dilini hiç terk etmeyen ve sokaktaki insana ulaşamayan muhalefet gibi, “-koyduk mu diye yazan adliyedeki taşeron işçi için sigortası yok, karısı hamile, maaşı 1000 TL. Koyulan adam yani ben avukatım, gelirim 30000 TL’nin üzerinde ve o işçi sigortalı işi olsun, 2200 TL maaş alsın, çocuğu üşümesin diye sabaha kadar sandık başında bekledim” tweetini atanlar da yaklaşımlarını hiç değiştirmiyorlar. Oysa bu bakış açısı yerine her kesimi kucaklayabilen yaklaşımlar dolaşıma sokulmalıydı. Olmadı ve her seferinde biraz daha aranın açıldığı bir süreci hep birlikte yaşamaya başladık. Ardından ise bu kez tepkiselliğin geldiği yepyeni bir dönemin içerisine girdik.

Bir dönemin mazlumlarının bu kez kendi iktidarları döneminde madun olduğu ve yönettiği bir süreci yaşamaya başladık. Aslında yaşadıklarımızın daha öncelerde de yaşanılanların tekrarı olduğunu ve kitlelerin iktidarın yarattığı imkanların peşinden nasıl gidebildikleri gerçeğini çabuk unuttuk. Şikâyet edenlerin daha önce bu ülkede yaşanılan adaletsizliklere, anti demokratik uygulamalara ve benzerlerine dönük suskunluklarını görmezden geldik.  

Şimdi ise kendilerinin temsilcisi olduğunu düşündükleri liderin peşinde gidenler ile onun karşısında olanlar arasındaki çekişmede adeta bir futbol maçında gibi yaşamaya başladık. Maçın heyecanı içerisinde yapılan faulleri, uygunsuz sloganları ve bel altı vuruşları fark etmiyoruz bile. Herkes kendi tuttuğu takımın kazanmasını istiyor ve bunu isterken karşısındakinin ise kaybetmesi için ne gerekiyorsa yapılmasından yana tavır takınabiliyor. İşte asıl sıkıntılı olan husus da tam burada, bir arada yaşamak durumunda olan ve birbirlerinin yüzlerine bakacak olan kitlelerin birbirlerini ötekileştirmeleri hatta nefret etmeleri öne çıkıyor.

Ülkesinin geleceğini bir futbol karşılaşması izler gibi izleyen bir kitleye dönüşmek ve buradan gelebilecek her türlü karşılığı olumlayabilmek, son derece tehlikeli bir duruma işaret etmektedir. Ülkemizde futbolun uzun bir süreden bu yana birleştiren değil bölen ve ayrıştıran bir yapıya karşılık geldiğini düşündüğümüzde, futbol üzerinden seçimlerle kurulan analojinin beraberinde taşımakta olduğu tehditleri de gözden uzak tutmamamız icap edecektir. Başta siyasiler olmak üzere, içinde yaşadığımız ülkedeki tüm kesimlerin aklıselim davranmaya, bir arada var olabilmenin ve birlikte güçlü olabilmenin sağlanmasına omuz vermeleri gerekmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları

Kupanın adı süper, geride bıraktıkları ise…

Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin, ezeli rekabet gibi bir kavramı kullanma hakları ortadan kalkmıştır. Artık kendi duruşlarının mutlak surette doğru olduğunu düşünenlerin, ortak bir paydada rekabet edebilme ihtimalleri kalmamıştır! 

Futbolda yaşananlar yeşil sahayla sınırlı değil

Ülke futbolu, bir karşılaşmada çıkan olaylar sonrasında ülkenin en büyük kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe’nin ligden çekilmeyi tartışacağı 2 Nisan tarihindeki genel kurulu ile PFDK sevkleriyle verilecek cezalar arasında sıkışıp kalmış vaziyette

Göz göre göre bugünlere geldik

Toplumsal hayatımızdaki şiddet üreten etmenleri es geçtiğimiz sürece futbol sahalarındaki şiddeti sadece cezai tedbirlerle önleyebilmemiz mümkün değildir. Bu olay sonrasında cezai tedbirlerin arttırılması tekrar gündeme getirilecektir ancak göreceksiniz ki bu da yaraya merhem olmayacaktır