25 Kasım 2017

Kadına karşı şiddete hep birlikte dur demeliyiz

Kadına yönelik şiddeti maruz görecek her türlü yaklaşıma karşı hukuksal yaptırımları güçlendirebilir ve iyi hal denilen tuhaflığı burada ortadan kaldırabiliriz

Kadın ve şiddet kelimesinin yan yana gelmesi ve ardından yaşanan acı gelişmeleri, her seferinde hayıflanarak izlemeye devam ediyoruz. Ama bir yandan da ülkemizin herhangi bir köşesinde kadınlar şiddete maruz kalmaya, dövülmeye, yaralanmaya hatta öldürülmeye devam ediliyorlar. Kadıncinayetleri.org sitesinin verilerine göre 2010 yılından bu yana öldürülen kadın sayısı 1915. Bu korkunç bir rakam ve her gün bu istatistiğe en az bir kadın daha ilave ediliyor.

Kadınların yaşadığı bu şiddeti sadece içinden geçtiğimiz döneme veyahut bu zaman diliminde olup bitenlerin yoğunlaşmasına yükleyemeyiz. Sorunumuz çok daha kökten bir yerlerde özellikle de bizim geleneksel kültürel değerlerimizin içerisinde bulunuyor. Zaman değişiyor, insanlar değişiyor, aile yapılarımız değişiyor buna karşın kadına atfettiğimiz konum ve bunun üzerinden aile içerisindeki pozisyonu diğerleri kadar hızla değişemiyor!

Kadını hala mal gibi görmeye devam eden bir zihniyet yapısının devam etmekte olduğu gerçeği maalesef içinde bulunduğumuz dönemde de devam ediyor. Zaten bu ülkedeki bütün siyasal tartışmaların, çekişmelerin hedefinde de daima kadınlar oturtuluyor. Herkes kendi pozisyonunu kadınların cinsiyetçi bir bakış açısı üzerinden aşağılaması üzerine kuruyor. Ülkemizin siyasal gerginliğinin nesnesi haline dönüştürülen kadınlar hem bu tarz bir yaklaşım nedeniyle gerçek sorunlarını tartışabilecekleri bir konuma yükselemiyorlar hem de ataerkil bakış açısı buradan beslenmeye devam ediyor.

Başı açık, başı kapalı, okula giden veya gitmeyen tartışmalarını biraz da bu gözle okumak ve bunun üzerinden olan bitene bakmakta fayda bulunuyor. Bu ülkenin erkekleri istedikleri kadar kendilerini çağdaş, batılı, modern, okumuş olarak nitelesinler kadına yaklaşım konusunda diğerleri olarak gördükleri erkeklerden öyle çok da uzak bir yerde durmuyorlar aslında. Onlar da kadını, evin bir parçası olarak görüp çocuk doğurma, ev işleri yapma, kocasını hoşnut tutma ve başarılı erkeğin arkasında yer alan kadın konumunda görmeyi sürdürüyorlar.

Aslında geleneksel değerlerle modern değerlerin arasında sıkışıp kalan ve burada sürekli olarak gidip gelmeler yaşayan erkekler açısından kadının başta çalışma hayatı olmak üzere, eve daha fazla para getirmesi, ekonomik özgürlüğünü kazanması ve ardından gelen sözünü sakınmaması meselesi birlikte yürüyor. Kadını bir kalıbın içerisine sokup orada tutmak ve onları erkeklerin istedikleri gibi konumlandırmaya bayılıyoruz. İsteklerin yerine getirilmediği noktada başlayan problemler ise sözel, psikolojik ve fiziksel şiddete kadar uzanan bir çizgide karşılık buluyor.

Sahiplenme mantığı ile büyütülen ve aileden böyle gören erkek çocuğu açısından sevgilisinin, karısının yeri daima kendisinin yanı olarak konumlandırılıyor. Sevmeme veya sevginin sona ermesi gibi bir durum ise bu kitapta yazmıyor. Onun için ‘ya benimsin ya toprağın’ mantığı ile hareket eden kocalar, eski kocalar açısından karılarını öldürmek aslında bir nevi kavuşmak olarak da görülüyor. Vuslata eremediği karısını, eski karısını herkesten gizleyecek bir çözümü onu ortadan kaldırmayı seçebiliyor. Acı olan aynı zamanda bunu çoğu kez, kendi çocuklarının gözleri önünde yapabiliyor olmasıdır.

Kadını sahiplenilecek bir meta olarak gördüğümüz ve onu kendisini ifade edebilecek kanallardan yoksun bıraktığımız sürece, bu kısırdöngü sürecektir. Oysa bunun dışında başka bir dünyanın da mümkün olduğunu ve bunun sadece kadınlarımıza, annelerimize güzel sözler söylemenin dışında da olanaklı olabildiği gerçeğini toplumsal açıdan hepimiz ama özellikle de erkeklerimizin göstermesi gerekmektedir.

Çünkü kadınları konumladığımız bu şiddet fenomeni sadece onları değil erkekleri de yakmaya ve erkeklerin ‘adamlık’ denilen kalıbın içerisinde kendilerini yaşamalarına bile olanak tanımayan bir kimliğe mahkum ettiğini artık idrak etmeliyiz. Kadın şiddete uğraması ve bunun bir kez başlamasının ardından sürekli hale dönüşmesi çok kısa bir zaman alıyor. Kadına gücünü ispat eden erkek geçici olarak rahatlıyor buna karşın tatmin olmak yerine daha da öfkenin içerisine doğru ilerlemeye başlıyor.

Kadının yüzünde morun her bir alt renk tonu oluşurken, içe dönme süreci hızlanıyor ve sevgiden nefrete doğru dönüşen evliliklerin sayısı artıyor. Buna karşın erkek, egemen kültürün dayattığı ‘döver de sever de’ klişesine sarılarak, erkekliğini ispat etmenin tuhaf gururuna kapılmayı sürdürüyor. Hayat akıyor buna karşın kadınlarla erkekler arasındaki derin uçurum her geçen gün biraz daha fazla kapanamaz hale dönüşüyor.

Peki tüm bu olumsuzluklara karşın ne yapabiliriz? Aile yapımızın geleneksel klişelerini tartışmaya açarak ilk adımı atabiliriz. Kız çocuklarımıza da erkek çocuklarımıza verdiğimiz malların aynı miktarını vererek, bakış açısını değiştirecek adımları atabiliriz. Kadının sadece ev işi yapan ve çocuk doğuran bir varlık olmanın ötesinde insan olarak yaptığı bütün işleri en iyi şekilde yapabilecek kapasiteye sahip olduğunu gösterebilmesinin önünü açabiliriz.

Eğitimi kız çocuklarımızı daha geç evlendirecek adımlardan bir tanesi olarak yaygınlaştırabilmek amacıyla toplumsal bir seferberlik haline dönüştürebiliriz. Birer kangren haline dönüşen küçük yaşta çocukların evlendirilmesi uygulamasını sadece yasal önlemleri devreye sokarak değil aynı zamanda toplumsal, ahlaki ve dinsel referanslarla da destekleyecek kampanyalarla yaygınlaştırabiliriz.

Kadına yönelik şiddeti maruz görecek her türlü yaklaşıma karşı hukuksal yaptırımları güçlendirebilir ve iyi hal denilen tuhaflığı burada ortadan kaldırabiliriz. Kadın cinayetlerinin haberleştirme tarzında halen var olan mağduru afişe eden dili ortadan kaldırabilir ve tam tersine suçluyu afişe edecek olan bir yaklaşımı öne çıkartabiliriz. Her alanda olduğu gibi burada da yaşanmış öyküleri daha fazla öne çekerek, farklı deneyimleri kitleler ile buluşturacak televizyon programları hazırlayabiliriz.

Şiddetin nereden gelirse gelsin ve hangi çeşidi olursa olsun başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere hepimize yönelik bir tehdit olduğu gerçeğini, toplumun kanaat önderleri aracılığıyla kitlelerle buluşturmalıyız. Kadının olmadığı yerde erkeğin de eksik olacağını, kadınların toplumsal hayatın olmazsa olmazları olduklarını tüm gücümüzle haykırmalıyız. Kadına karşı şiddete karşı hep birlikte dur demenin zamanı geldi, geçmesine müsaade etmeyelim!

Yazarın Diğer Yazıları

Kupanın adı süper, geride bıraktıkları ise…

Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin, ezeli rekabet gibi bir kavramı kullanma hakları ortadan kalkmıştır. Artık kendi duruşlarının mutlak surette doğru olduğunu düşünenlerin, ortak bir paydada rekabet edebilme ihtimalleri kalmamıştır! 

Futbolda yaşananlar yeşil sahayla sınırlı değil

Ülke futbolu, bir karşılaşmada çıkan olaylar sonrasında ülkenin en büyük kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe’nin ligden çekilmeyi tartışacağı 2 Nisan tarihindeki genel kurulu ile PFDK sevkleriyle verilecek cezalar arasında sıkışıp kalmış vaziyette

Göz göre göre bugünlere geldik

Toplumsal hayatımızdaki şiddet üreten etmenleri es geçtiğimiz sürece futbol sahalarındaki şiddeti sadece cezai tedbirlerle önleyebilmemiz mümkün değildir. Bu olay sonrasında cezai tedbirlerin arttırılması tekrar gündeme getirilecektir ancak göreceksiniz ki bu da yaraya merhem olmayacaktır