29 Temmuz 2017

Görünme/gösterme yarışı

İçinde bulunduğumuz dönemde yaşadıklarımız, gördüklerimiz veyahut hissettiklerimizle mutlu değiliz

Teknoloji ile olan imtihanımızın belki de en ilginç aşaması akıllı telefonları kullanmaya başlamamız ile yaşanmaya başlandı. Ortalama bir ila bir buçuk yıl içerisinde telefon değiştirdiğimizi ve her seferinde daha büyük paraları yeni telefonlara verdiğimizi düşündüğümüzde, ortaya ilginç bir manzara çıkıyor. Sürekli olarak yenilenen özellikleri aracılığıyla pazarlanan bu telefonların, ülke insanımız nazarındaki en önemli fonksiyonu fotoğraf çekmesidir. Fotoğrafçının ve fotoğraf makinesi taşımanın aradan çıkartılıp doğrudan kişileri ön plana çıkartan bir durumla karşı karşıyayız. Bir örnek çektirilen aile fotoğraflarımızı veyahut belli bir yaşın üzerindekilerinin az sayıdaki siyah beyaz fotoğraflarını gözünüzün önüne getirin. 1980 öncesindeki yokluk yıllarında fotoğraf makinesi denilen alete sahip olabilen kaç tane ailemiz vardı? 1980’lerin ortasından itibaren ise bambaşka bir süreci yaşamaya başladık ve artık teknoloji ile olan birlikteliğimiz de, geçmişte olduğunun aksine çok daha farklı bir mecra içerisinde gerçekleşmeye başladı. 1990’lı yılların ortasına doğru ise cep telefonları ile birlikte kendimizi benzerlerimizden ayırmaya yarayan özellik olarak tüketim vurgusu giderek daha fazla öne çıkar hale geldi.

Tüketmek için tüketme ve bunun yarattığı kimliğin içerisinde farklı olma hali beraberinde ‘görünme’ ve ‘kendisini gösterme’ anlayışını da hayatlarımızın içerisine bir daha çıkmamacasına soktu. Artık her birimiz istesek de istemesek de bu yeni anlayışın birer figüranı pozisyonundayız. Bazılarımız açısından figüranlık kafi derecede önem arz etmediği-bir başka ifadeyle kendilerini kesmediği için-hep başrol oynama arzusu ön plana çıkıyor. Yukarıda belirttiğim tarihler içerisinde televizyonla olan ilişkimizin nereden gelip nereye doğru yol aldığını irdelediğiniz anda, söz konusu olan bu meselenin çok daha katmanlı bir yerde durmakta olduğunu göreceksiniz. Televizyonun ülke sathında daha fazla izlenir ve rating getirir hale dönüşmesi sürecinde, bu görünme/gösterme ilişkisini öne çıkartan programların çok büyük etkisi olmuştur. BBG evleri ile başlayan ve yurttaşlarımızın verdikleri oylar aracılığıyla birinciyi belirlemek amacıyla mesaj atma telaşına kapıldıkları, yarışmalarla sürdürülen bir çizgiden söz ediyorum. İşte tam bu noktada sıradan insanı da içine çeken ve onun da bu yapının bir parçası haline dönüşmesine olanak sağlayan düzenlemelerle birlikte, yepyeni bir formatla tanıştırıldık. TRT’nin büyük stüdyolarında şarkıları alkışlayan, sözlere eşlik eden yurttaşların yerini bu kez doğrudan doğruya mikrofonu eline alarak, olanlar hakkındaki düşüncelerini ileten ‘konuşan’ Türkiye görüntüleri ile karşı karşıyaydık!

Gelinler ile Kaynanalar arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi izlenme oranlarını katlamaya doğru şekillendiren anlayış açısından, buradaki laf sokmaların büyük önemi bulunuyordu. Bir de işin cep telefonları aracılığıyla gönderilen sms’ler boyutunu da eklediğiniz takdirde işlem tamamlanmış oluyordu.

Hem sözün hem görüntünün hem de paranın gösterildiği/göründüğü veyahut görünür olduğu bir mecra giderek daha fazla hepimizi içine almaya başladı. Son beş yıl içerisinde buraya yemekteyiz, ev gezmesindeyiz ve tabii ki çöp çatanlık programları eklendi. Sabahları kayıplara odaklanan televizyoncularımız, öğleden sonra stil programları ve ardından evlendirme aşamaları ile günü şekillendirmişlerdi bile. Bir de akşam saatlerinde buna arka arkaya iki dizi veya iki sinema eklediğinizde resim tamamlanmış oluyordu. Bir zamanlar saatler boyu tartışma programlarının olduğu ve gerçekten fikirlerin tartışıldığı programların yerine hemen hemen bütün kanallarda aynı içeriklerin olduğu yayın formatına dönüş!

Bir örnekliğin toplumsal hayatın her alanında giderek daha fazla öne çıkartıldığı bir dönemin içerisinde, farklılığınızı tükettiklerinizle göstermeye çalışma eğilimleriniz sakil kalmaya mahkumdur!

İşte tam burada geçmişe özlem duygumuz öne çıkartılmasıyla birlikte bir zamanlar siyah beyaz resimlerimiz vardı ancak mutluyduk ifadelerini daha sık işitmeye başladık.

Burada şöhretler ile kurduğumuz ilişki üzerinde biraz daha fazla durmanın önem arz ettiği kanaatindeyim. Çünkü son dönemde hayatını kaybeden bütün ünlülerin ardından sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımlar büyük bir benzerlik arz eder hale dönüştü.

İçinde bulunduğumuz dönemde yaşadıklarımız, gördüklerimiz veyahut hissettiklerimizle mutlu değiliz, buna karşın kendimizi mutluymuş gibi yapmak zorunda hissediyoruz. Bu arafta kalma halinin verdiği basınçla mücadele edemediğimiz anlar ise kaybettiğimiz şöhretlerin ardından yazdıklarımızda saklı. Her ölen şöhretin arkasından gençliğimize, çocukluğumuza, yaşadığımız güzel günlere göndermede bulunuyor olmamız tesadüf değil. Ölenlere üzülüyoruz ancak onlarla birlikte kendimizden bir parçanın ölmüş olmasına çok daha fazla üzülüyoruz.

İşte tam bu noktada geçmişte olmayan ancak bugün teknolojinin bizlere sunduklarıyla birlikte var olabilen bir durumla da yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Ünlülerin cenaze törenlerine ilişkin yapılan haberlerde ortak olan bir nokta var ki maalesef çok nahoş bir durumu da beraberinde getiriyor. Cenaze törenleri birer görünme/gösterilme mekanına dönüştürülüyor. Naaşın başında fotoğraf çektirmek için yapılan itiş kakışlar, ne ölüye ne de diriye saygısı olmayan bir durumun ete kemiğe bürünmüş haline şahitlik ediyoruz. Bunu en son rahmetli Harun Kolçak’ın tabutu başındaki görüntülerde de gördük!

Dikkatle bakıldığında yurdum insanının ellerindeki akıllı telefonlar ile bulundukları her ortamda kayıt altına alma telaşı içerisinde olduklarını ve olan bitenlerle böyle bir ilişki içerisine girmeyi tercih ettiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak bu görünme ve gösterilme arzusu bazen öylesine tuhaf bir ruh halini de beraberinde getirmeye başlıyor ki, ölen yakınları ile çektikleri selfieleri paylaşmaya kadar gidebilen bir anlayış bizi karşılayabiliyor! Herkesin ünlü olma sevdası ile yanıp tutuştuğu bir dünyada, kısa süreli şöhret olma hali bile kafidir. Yaşanan her olay sonrasında görüşlerine başvurulan sokaktaki insanların konuşma hallerine ve yüzlerindeki ifadeye daha yakından bakın.

Sel-yangın-deprem-trafik kazası vb. olaylar sonrasında yaşananlar hakkında bilgisine başvurulan insanlarımız da tıpkı bu haberi sunan muhabirlerimiz gibi devamlı gülümsüyorlar! Ölenler, yaralananlar olmuş buna karşın başka bir dünyadan haber veren muhabirlerimiz ve onlara eşlik eden insanlarımız, ekranlarda bizleri karşılıyorlar. Bu görünme ve kendisini gösterme hali sosyal medya aracılığıyla çok daha fazla etkinleşmiş vaziyette, hepimizi karşılıyor. Kim, nerede, kiminle, ne yapıyor, ne yiyiyor, ne içiyor, ne giyiyor ve benzeri bütün sorularınızın yanıtlarını alabileceğiniz paylaşımlarla özel hayatlarımız, içinde yaşadığımız dönemde hiç olmadığı kadar gözler önüne serili veriyor.

Artık gizli saklımız veya bize ait diye bileceğimiz özelimiz yok, hepimiz kadar masum ve hepimiz kadar günahkarız. Bundan sonra artık ne kişisel hayatlarımız ne de toplumsal hayatımız eskisi gibi olabilme olanağına sahip olmayacak. Gösterme ve görünme virüsünün pompalandığı bütün mecralarla birlikte bir örnekleştirilen hayatlarımızın görüntülerine de alışmak durumunda bırakılacağız. Alışmak istemeyenlerin kaçabilecekleri veya sığınabilecekleri bir inziva hayatları da artık mümkün olmayacaktır. Çünkü her adımımızda bizi takip eden teknoloji ile birlikte istesek de istemesek de kaçışımız şimdilik kısa süreli olabilir, o da sadece şimdilik! 

Yazarın Diğer Yazıları

Kupanın adı süper, geride bıraktıkları ise…

Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerinin, ezeli rekabet gibi bir kavramı kullanma hakları ortadan kalkmıştır. Artık kendi duruşlarının mutlak surette doğru olduğunu düşünenlerin, ortak bir paydada rekabet edebilme ihtimalleri kalmamıştır! 

Futbolda yaşananlar yeşil sahayla sınırlı değil

Ülke futbolu, bir karşılaşmada çıkan olaylar sonrasında ülkenin en büyük kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe’nin ligden çekilmeyi tartışacağı 2 Nisan tarihindeki genel kurulu ile PFDK sevkleriyle verilecek cezalar arasında sıkışıp kalmış vaziyette

Göz göre göre bugünlere geldik

Toplumsal hayatımızdaki şiddet üreten etmenleri es geçtiğimiz sürece futbol sahalarındaki şiddeti sadece cezai tedbirlerle önleyebilmemiz mümkün değildir. Bu olay sonrasında cezai tedbirlerin arttırılması tekrar gündeme getirilecektir ancak göreceksiniz ki bu da yaraya merhem olmayacaktır