03 Ağustos 2016

Köln, Berlin, Brüksel’i; Sivas, Konya, Kayseri gibi görmek...

Bundan ben her yerde istediğimi yaparım, ama Türkiye’de sadece benim istediğim ve izin verdiğim kadarı olur, anlamı çıkmaz mı?

Avrupa ülkelerindeki Türkler artık 4. kuşağa ulaştı...

60’lı yılların başında Türkiye’den Avrupa’ya göçenlerin çoğu artık yaşamıyor...

Onların çocukları, torunları, hatta torunlarının çocuklarının önemli kısmı bulundukları ülkelerin vatandaşlığını aldı...

Aralarından çok sayıda doktor, profesör, bürokrat, milletvekili, sanatçı, belediye meclisi üyesi, başkanı çıkmaya başladı...

Çok sayıda işyeri kurdular, işveren oldular...

Artık onlar Türk kökenli Alman, Hollandalı, Belçikalı, Avusturyalı, Fransız’a dönüştüler...

Ama biz onları hâlâ Türk olarak görüyor, her konuda Türk gibi davranmalarını, Türk gibi tepki vermelerini bekliyoruz...

Daha doğrusu Türkiye’deki iktidar kendi uzantısı gibi hareket etmelerini istiyor, bu doğrultuda yönlendiriyor...

Ve böyle davranarak onlara kötülük yapıyor...

Elbette, kendi din, kültür ve geleneklerini koruyorlar...

Çok da iyi ediyorlar...

Ama onları Türkiye’deki gerilimin, kutuplaşmanın içine çekmek, daha doğrusu onlara Avrupa’da Türkiye’yi yaşatmak, işte bu çok yanlış...

Düşünebiliyor musunuz?

Ceplerinde Alman, Belçika, Fransız pasaportu taşıyan ya da taşımayan ama orada doğmuş Türkler, yaşadıkları ülkelerin gündemiyle hiç ilgilenmeyip, sürekli Türkiye’nin sorunlarıyla haşır neşirler ve tepkilerini de Köln’de, Brüksel’de meydanlarda, sokaklarda dışa vurmaya başladılar...

Darbe karşıtı gösteriler anlaşılabilir ancak her seçim öncesinde kampanyaları Avrupa şehirlerine taşımak bir alışkanlık haline geldi.

Bu da, onlarla bulundukları ülkelerin toplumu ve yönetimiyle arasını açmaya başladı...

İktidarlar, eskiden Türklere daha kolay verdikleri vatandaşlığı daha zorlu koşullara bağlamaya yöneldiler...

Dil sınavından iyi derecede geçmek, belli bir süre çalışmış olmak, uyum kurslarını başarmak gibi...

Uyum kursları...

Anlamı açık...

Türkler 4 kuşak geçse de bize uyum sağlamıyor, demek bu...

Türkiye’ye seyahat edenler azaldığı gibi, Avrupa’daki Türk lokantalarına, marketlerine  gidenlerin sayısı da ciddi şekilde düşmeye başladı...

Ayrıca, bu noktada çelişkili bir durum da söz konusu...

Sen Türkiye’de eleştirel bir gösteriye gazlarla TOMA’larla çok sert tepki gösterirken, Avrupa ülkelerini sana gösteri ve toplanma hakkını tanımamakla eleştirmek tuhaf kaçıyor doğrusu...

Avrupa ülkelerini, Türkiye’nin içişlerine karışmakla suçlayıp, o ülkelerin vatandaşlığına geçmiş Türklerle sanki Konya, Sivas ve Kayseri’de miting yapar gibi, Köln, Brüksel, Viyana’da toplantı yapmayı istemek de bir başka tuhaflık...

Şu anda Türkiye’deki Suriyeli mülteci sayısı, tüm Avrupa ülkelerindeki Türklerle neredeyse aynı...

Vatandaşlık vermeyi düşündüğünüz Suriyeliler yarın Türkiye’de Suriye’deki gibi yaşamaya başlayıp, oranın gündemini ülkemize taşısalar ve Suriye’den yönlendirilecek büyük mitingler yapmaya kalksalar hoşumuza gider mi?

İzin vermediniz diyelim...

Bundan ben her yerde istediğimi yaparım, ama Türkiye’de sadece benim istediğim ve izin verdiğim kadarı olur, anlamı çıkmaz mı?

Yazarın Diğer Yazıları

Delors asla "AB, Hristiyan kulübüdür" demedi; peki, bu haksız algı neden üstüne yapıştı kaldı?

Avrupa Birliği'nin oluşumunda büyük pay sahibi olan Jacques Delors, Türkiye'de maalesef "Batı ve Hristiyan klübü"nün sözcüsü olarak tanıtıldı, yansıtıldı. Kendi kulüpçülüklerini sürdürmek için Avrupa'dan medet umanların yazdıklarının aksine, "Türkiye'ye tavır almak, AB'yi Hristiyan kulübüne dönüştürme riski taşır" demişti

Türkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi

Erdoğan, Fatih Portakal üzerinden tüm muhalefete gözdağı veriyor...

Erdoğan'a nasıl hakaret etmişim?

Soylu'nun “Sahtekar, düzenbaz, alçak” ifadelerini AİHM kantarında tartan savcılar “Eleştiri hakkı” derken, Erdoğan şikayetçi olunca eleştiri içeren cümleleri hakaret sayıyor...