Yerli ve millî olanın kısa hikâyesi

Yerli ve millî olanı fiziksel olarak inşa etmeye soyunan her iktidar, inşaat daha bittiği anda bir tuhaflık olduğunu sezer. Çünkü hayata geçirdiği yapı, hayalindeki yapı değildir

05 Nisan 2018 16:00

0.

Bir konuya girmenin onlarca kapısı olduğundan bahsediyordu Deleuze. Birbirlerinden daha önemli ya da daha önemsiz olmayan onlarca kapı. Dosya konusu yerli ve millî estetik konusunda da aynı şey geçerli. Üzerine söylenebilecek çok şey var. Modernliğin kendi tarihini ve dolayısıyla da kendi mekânını nasıl kurguladığından tutun, güncel siyasetin ülke mekânını nasıl dönüştürmek istediğine; daha önce de tarihte karşımıza çıkan sayısız ideolojik mekânın, ki akla gelen en kestirme örnekler Nazi Almanya’sı veya Mussolini İtalya’sı ya da aynı tutarlılık ile uluslararası sermayenin yok-mekânlarının varlığından seçmecilik akımının biçimlendirme tavırlarına kadar sayısız kapı var karşımızda.

1.

Lefebvre’ye atıf ile mimarlığın toplumsal da bir yanı olduğu yanılsamasından çok toplumsallığın mimarî bir görünürlüğünün de olduğu hatırda tutulmalı. Yani mimarlığı toplumsallığın bir semptomu olarak okumak mümkün. Toplumun estetik beğenileri mimarlık aracılığı ile de mekânsallaşıyor. Bu estetik beğenilerimizin siyasetten, yani gündelik seçimlerimizden bağımsız olmadığını da hatırlamak gerekiyor. Bu nedenle beğenilerimiz, yani seçimlerimiz tarihseldir ya da başka bir deyişle olumsaldır. Önümüzde, verili de olsa, biçimlendirme paketleri bulunur ve bizler bir paketi diğerini değerden düşürmek pahasına seçeriz. Modernliğin tanımı da kabaca budur. Elimizde seçeneğimizin olmasıdır. O nedenle geleneksel biçimlendirme tavırlarından yana seçimimizi yapmak ya da ilerici olduğunu düşündüğümüz formları tercih etme şansı bizleri istesek de istemesek de modern dünyanın bir parçası yapar.

2.

Geleneksel dünya o seçimlerin olmadığı dünyanın adıdır. İçine doğduğunuz o dünya size seçimleriniz ile kazandığınız ve mücadelesini verdiğiniz kimliklerinizin, değerlerinizin verili olduğu dünyadır. Başka bir deyişle, geleneksel dünyada kimliğinizle birlikte doğarsınız. O nedenle aşkındır ve o nedenle tarihselliğe, olumsallığa mümkün olduğunca kapatır kendini. Modern dünyanın anahtar kelimelerinden birinin siyaset olması hiç şaşırtıcı değil. Verili olanı kabul etmemizin değil, başka türlü de olabilecek olanı hayal etmemizin ve bunun için mücadele vermemizin yolunu açan şeydir siyaset.

3.

Mücadele modern dünyada kendini aşkın bir mutlak olarak sunmak isteyen iktidar ile onu tarihselleştirmeye çalışan karşı iktidarlar arasında geçer. Modern dünyanın aşkınlığı ise zorunlu olarak hegemonik olana döner. Elinizde o geleneksel dünyanın hiçbir yönetim aygıtı kalmadığı için bu dünyanın içinden, bizatihi bu dünyaya ait yönetim aygıtlarını icat etmek zorunda kalırsınız. Mimarlık bu yönetim araçlarından bir tanesidir.

4.

Geleneksel dünyada iktidar karşısında susmak zorunda kalırsınız. Modern dünyada ise iktidar sizi zorunlu olarak konuşturur. Her seferinde kendinin de meşruiyetine inanmadığı iktidarına inancınızı tazeletir. Gösteriler ve ritüeller bunun bir parçadır. Aynı zamanda bu konuşma zorunluluğu başka bir şeyi daha yanında getirir: iktidarın yönetsel aygıtları da konuşmaya başlar. Mimarlık bu araçlardan biri olarak üzerine söz söylenen şey konumundan çıkar ve konuşmaya başlar.

5.

Goethe için gotik, Alman ulusunun millî mimarisiydi. Ölümünden çok değil, bir yüzyıl sonra Naziler neo-klasik biçimlerin Alman olduğunu düşündüler. Kan ve toprak kadar saf bir Alman mimarisi. Aynı biçimleri Amerika Birleşik Devletleri Antik Yunan demokrasisine atıf ile kullandı. Naziler modernist yapıları dejenere buldu, mimarlarını ülkeden kovdu ama aynı mimarlık Stalin Rusya’sı için de karşı-devrimciydi ve aynı şekilde mimarları kendilerine bu ülkede iş yapma olanağı bulamadı. Mussolini İtalya’sı ise tam tersine modernist olanı kutsadı.  

6.

Biçimlendirme tavırları ile onun ideolojik arka planının bir zorunluluk ve tutarlılık gerektirdiğinden çok, bir kurmacadan ibaret olduğu ve her seferinde değişebildiği açık. Zaten olsa olsa bu değişebilirlik sayesinde binalar iktidarların istediği şekilde konuşmaya başlıyor.

7.

Guy Debord gösteri toplumu kavramını, iç tutarlılığını ve birliğini kaybetmiş toplumları tarif etmek için kullanıyordu. Aynı dilden konuşan, aynıyı üreten, dolayısıyla da farkın olmadığı o geçmiş hayaline yaslanan ve çokluğun bitimsizce ve zorunlu olarak ürediği o modern dünyayı kontrol altına almaya çalışan iktidarların meşruiyetlerini sağladığı araçların adı idi gösteri. Dünyanın uyum içinde çalıştığı, harmonisi kaybolmamış o büyülü zamanların hatırlatıcısı olan gösteri. Mimarlık o gösterinin mekânını kurmak ile görevliydi. Bu nedenle gösterinin bir parçası, konuşulmak istenen dilin üreticisi oluyordu.

8.

Her modern durum kendine bir geçmiş kurgular. Bu kurgu seçmeci olmak zorundadır. Keyfiyetin getirdiği bir hoyratlık, bir neşe ile değil, dikkat gerektiren bir seçmecilik. Kendine geçmiş olarak seçtiği zamanların, temsiline soyunduğu söyleme meşruiyet kazandırması gerekir. O nedenle kazaya yer olamaz. Hayal ettiği geçmişin sadece bir hayal olduğunu bilir. İç tutarlılık, teklik, harmoni ancak kâğıt üzerinde, masasının başında ürettiği tarihte vardır. O nedenle de millî olan, buraya özgü olan ancak kâğıt üzerinde varlık kazanabilir. Yerli ve millî olanı fiziksel olarak inşa etmeye soyunan her iktidar, inşaat daha bittiği anda bir tuhaflık olduğunu sezer. Çünkü hayata geçirdiği yapı, hayalindeki yapı değildir. Çevresi ile bir uyumsuzluk taşır. Tutarlılığı çoktan kaybolmuş bir dünyada hayali bir tutarlılık içeren yapı sadece şaka olarak kalır.

9.

Bu nedenle ütopyalar kâğıt üzerinde kalırlar ve kalmalıdırlar. İnşa edilmeye soyunulan her ütopya zorunlu olarak bir totaliterliğe dönüşür. Çünkü şaka olarak kalmak istemezler, ciddiye alınmak isterler. O yüzden çevresini de kendi ile uyumlu olmaya zorlar. Bu zorlamaya belirli bir dizi söylem de eşlik eder. Bizden olmayan, dejenere, özümüzü yansıtmayan, zaten olmaması gereken vs. Artık geriye tek bir şey yapmak kalır, kendisi ile uyumsuz olan çevresini yıkmak ve uyumlu hâle getirmek.