Yazım mı, imla mı?

Türkçe, varlığımızın dayanağıdır, can damarımızdır. Türk Dil Kurumuna bırakılmayacak kadar da önemlidir

Sorunumuz buradan başlıyor. Türkçenin nasıl yazılacağına ilişkin verilmiş kararları kapsayan kurallar bütününü hangi adla adlandıracağız? Birileri “yazım” sözcüğünü içine sindiremiyor, ille de “imla” diyor; hatta onunla da yetinmeyip “imlâ” diye yazılmasını buyuruyor. Ötekiler “yazım” diye diretiyor. Varlık nedeni Türkçeyi korumak, savunmak, geliştirmek olan Türk Dil Kurumu (TDK) bile, kesme işaretinin kullanımıyla ilgili yaptığı son açıklamada (3 Eylül 2016) sürekli “imla” sözcüğünü kullanmış:

1985 yılından bu yana Kurumumuzca yayımlanmış olan bütün imla kılavuzlarında yer alan, Türkiye çapında bütün ilkokullarda 2. sınıftan itibaren öğrencilere öğretilmeye başlanan söz konusu kural yeni oluşturulmamıştır, imlamızda otuz bir yıldır bulunmaktadır. Kurumumuz, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan kamu görevlilerini imla kuralları ve özellikle kesme işareti konusunda da aralıklı olarak bilgilendirmektedir. Kaldı ki bu kural, Kurumumuzun genel ağ (internet) sayfasının “Yazım Kuralları” bölümünde yıllardır yer almaktadır.

O “imla”yı, “yazım” yapmak için az uğraş verilmemişti oysa. Kılavuzun adı “yazım” olarak kullanılıyor ve henüz değiştirilmemişse de kurumun tavrı, “imla” sözcüğünü yeğlemesinden kesin olarak anlaşılmakta. Sözcük seçimi, politik tutumun bir göstergesi olmayı sürdürüyor. Dün de öyleydi, bugün de öyle... Ne zaman bitecek bu kargaşa? Nasıl bitecek? Politik tutum belirlemeyecekse dilsel tavrımızı ne belirleyecek? Neye göre tavır almalı, nasıl belirlemeli ortak tavrı? Var mı ortada tavır almak için sırtımızı dayayacağımız bir ana direk, bir doğru? Olmaz olur mu? Türkçeye göre belirlenmeli neyin nasıl olacağı. Mademki Türkçeyi konuşuyoruz temel alacağımız ana doğru da Türkçe olmalı. Aslında ne kadar basit bir şey söylediğimin farkındayım. Türkçenin nasıl yazılacağını ele alacaksak doğruyu Türkçeye göre belirlememizden ve bu iş için Türkçe bir sözcük seçmemizden daha doğal ne olabilir? Türkçenin büyük ünlü, küçük ünlü, hiçbir kuralına uymayan, Arapça “mela”dan, “doldurma, doldurulma” anlamındaki, “imla” sözcüğüyle ne işimiz olsun, niye olsun? Türkçe bize kendisi söylüyor kuralımızın “yaz”mak ile ilgili olduğunu. Gerçi “yazım” ile “edebiyat” karşılığı “yazın” sözcüğünü karıştıranlar yok değil ama önünde sonunda aralarındaki farkı öğreneceklerinden umudumuzu kesmiş de değiliz.

Bir dilin sözcüklerinin, tümcelerinin nasıl yazılacağını belirleyen kurallar olmalı mıdır? Bu konuda tereddüt göstermeye gerek yok. Eskiden de vardı, her zaman da olacak. Yazım birliği önemlidir çünkü. Yazan herkes Türkçede falanca sözcüğün nasıl yazıldığını bilmek zorundadır. “Ben ‘bişey’ diye yazacağım, bana öylesi daha doğru geliyor” denemez. Kural oluşturulurken tartışılır; hatta tartışılmalıdır. Ama o kural kabul edildikten sonra herkes kuralı öğrenmek zorundadır. Uymama, umursamama özgürlük kapsamı içinde sayılmamalı. Yasa maddeleri hükmündedir yazım kuralları. Bilmemek, kuralı önemsememe özgürlüğü vermez. “Alkollüyken araç kullanmanın yasak olduğunu bilmiyordum” demek, (yasalara uymak zorunda olan sıradan kişilerden biriyseniz elbette!) nasıl sizi yasa karşısında “masum” konumuna sokmazsa “Noktadan sonra büyük harf kullanılacağının farkında değildim” ya da “Virgülden sonra büyük harf kullanılmayacağını bilmiyordum” demek de kimseyi “cahil” damgasını yemekten kurtarmaz. Kimse yazar ya da şairdir diye yazım birliğini bozma hakkına sahip değildir. Çok mu sert oldu? Yumuşatalım: Kuralı çiğnemek için bile bilmek zorundasınız. Az daha yumuşatalım: Leyla Erbil ya da Tahsin Yücel olmadıkça ne yeni noktalama işareti icat edebilirsiniz ne de dil adlarını küçük harfle başlatarak yazma hakkınız olur.

Şimdi Türk Dil Kurumunu konuşabiliriz artık. Türkçe için kural koyucu konumunda bulunan kurum odur çünkü. Yasalar nasıl konuşularak, tartışılarak, ortak bir karara varıldıktan sonra yürürlüğe konursa (ya da konması gerekirse) yazım kuralları da öyledir (öyle olmalıdır). Tartışılıp akla, mantığa uygunluğu konuşulup kullanım kolaylığı sağlayıp sağlamayacağı üzerinde durulduktan sonra kural haline getirilmelidir.

Peki TDK, yürürlüğe sokmadan önce o kuralları tartışır mı? 12 Eylül darbesinden sonra tepeden inme bir emirle kurulan şimdiki kurum, Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın’ın başkanlığı döneminde her görüşten kişiyi çağırıp tartıştırmıştı bir tarihte. Yönetim değiştikten sonra böyle bir demokrasi eğilimi bir daha görülmedi. Şu andaki kurumun, politik tutumu, hükümete yaranmak için sözlükteki anlamları değiştirmeye kalkmasından da açıkça anlaşılmıştı zaten. Gezi direnişi sırasında R. T. Erdoğan “çapulcu” deyince sözcüğün, “Başkasının malını alan, yağma, talan eden kimse, talancı, yağmacı” (TDK Türkçe Sözlük, 2009, s. 395) olan anlamını, “Düzene aykırı davranışlarda bulunan, düzeni bozan” (Büyük Türkçe Sözlük, tdk.gov.tr) diye değiştirdi. Her an denetlenebilecek biçimde o değişiklik halen sürüyor. Bugün de bilemem, hükümete yakın kişilere, egemen olan siyasi görüşten kimselere soruluyor, danışılıyordur belki ama kamuoyuna karşı takınılan tavır, tam bir tepeden inmeci kötü öğretmen tavrı. Bu tavır basın mensuplarına seslenilirken kendisini açık seçik gösterdi. Kesme işaretiyle ilgili basın açıklamasında bakın nasıl azarlandılar:

Sayın basın mensupları, 27 Eylül 2016 tarihinde yaptığınız haberde daha adından bile emin olamadığınız, başlıkta “tırnak işareti” haberin içeriğinde “kesme işareti” dediğiniz bu işaretin görevlerini, kurum ve kuruluş adlarına gelen eklerin kesme işaretiyle ayrılmayacağını ilkokul çocukları bile bilmektedir.

Bu şiddette bir azarlamadan sonra, “Bir daha yaparsanız döveriz” içeriğinde bir açıklama bekliyoruz artık.

TDK, abartılı bir duyarlılık göstererek hakkında basın açıklaması yaptığı kesme işaretiyle uğraşacağına, dilimize her gün onlarcası giren, gazete ve televizyonlar aracılığıyla durmaksızın özendirilen İngilizce sözcük akınına karşı bir çare düşünmeli, kapandığını sandığımız Arapça kapısının siyasi iktidar aracılığıyla sonuna kadar açılmasına seyirci kalmamalı değil midir? Türkçe doğudan ve batıdan iki büyük tehdit altındayken kesme işaretinin kullanımını iş edinmek, yeni bir uygulamaymış gibi, zihinleri bununla meşgul etmeye kalkmak, bir iş yapıyor görünmekten başka nedir? Yazım konusu, TDK’nin aşağılayarak dediği gibi, ilkokulda öğrenilecek bir bilgidir. Bir kez doğru dürüst öğrendikten sonra yenilenmesi gereken bir bilgi de değildir. Türkçenin mantığı beyne yerleştikten sonra doğruyu yanlışı zihin fazlaca zorlanmadan kendiliğinden bulur.

TDK’ye gelince... Başbakanlığa bağlı bir devlet dairesi olmaktan çıkarılıp eski özerk yapısına kavuşturulmadığı sürece TDK, siyasi iktidara yaranmaya çalışan bir kurum olmaktan öteye gidemeyecek gibi görünüyor. Ancak TDK’nin işlevsizliği Türkçeyi başıboş sanmayı gerektirmez. Dili bugünün Osmanlıcası sayılan Türkilizceye teslim etmemek kadar, siyasi İslam’ın dayattığı Arapçaya teslim etmemek de yalnız kurumun değil, hepimizin, herkesin görevidir.

Türkçe, varlığımızın dayanağıdır, can damarımızdır. Türk Dil Kurumuna bırakılmayacak kadar da önemlidir.