Yazarın sığınağı

Ahmet Altan'ın 27 Ağustos'ta Edinburgh Uluslararası Kitap Festivali kapsamında yaptığı konuşmanın tam metnini yayınlıyoruz...

01 Eylül 2015 17:00

Başlığı görünce doğrusu bu konuda ne söyleyeceğimi bilmediğimi fark ettim… Böyle bir sığınak bilmiyordum… Böyle bir sığınakla ilgili düşünmemiştim… Ünlü bir yazar olan babam da bana gençliğimde bir sığınaktan hiç söz etmemişti.

Uzun uzun düşündüm, nedir bu sığınak diye…

Sanırım öyle bir sığınak yok.

Bir yazar bir yere sığınmaz.

Yazarın yazıdan başka sığınacak bir yeri yoktur… Ki yazı da aslında savaş meydanıdır yazar için.

Sığınmak zorunda olduğu yer, en çok mücadele etmek zorunda olduğu yerdir.

Bu savaş meydanındaki rakipleri güçlü rakiplerdir: Ölüm, hayat, zaman, gerçeklik… Bir yazar nereye dönse bunlarla karşılaşır, bu rakiplerden kaçabileceği, gidebileceği bir yer yoktur.

Hayatı anlamaya, ölümü aşmaya, her an kendisinden bir şey alıp götürerek kendisini aşağılayan zamanın elinden yeni sayfalar kopartıp zamanı yenmeye ve gerçeğin ne olduğunu göstermeye uğraşır.

İnsanlar binlerce yıldır, hayatın, ölümün, zamanın ve gerçeğin ne olduğunu anlamaya uğraşıyorlar.

Edebiyatı bunun için bulduklarını sanıyorum.

Edebiyatın “gerçeğin taklidi” olduğunu söyleyenler var.

Doğrusu ben öyle düşünmüyorum.

Edebiyat, parçalanmış gerçeklerden yola çıkarak yeni ve saf gerçeği yaratmaktır.

Hayat size gerçeği parçalar halinde verir… Gördüğünüz, yaşadığınız, duyduğunuz, hissettiğiniz gerçekler, asıl büyük gerçeğin hepsi değildir.

İnsanlar, yaşarken gerçekleri saklar çünkü, enerjilerinin çoğunu gerçekleri saklamak için harcar.

Bütünüyle tanıdığınızı düşündüğünüz bir insan var mı çevrenizde?

En yakınınızın bile sizden gizli düşünceleri, istekleri, zaafları bulunur.

Devletler, şirketler, kuruluşlar, size bazı gerçekleri söylerken asıl gerçekleri sizden saklarlar.

Gerçekler, delikli bir kartonun arkasına saklanmıştır, siz sadece deliklerden görünenleri görür, bunların gerçek olduğunu kabul eder ama içgüdülerinizle de bundan kuşku duyarsınız.

Edebiyat, gerçeği taklit etmez, edebiyat o saklanan gerçeği ortaya çıkarır, yeniden kurgular ve size anlatır.

En yakınınızın bile sizden sakladığı duygular vardır ama sizin o en yakınınızı bir roman kahramanı yapıp anlatmaya başladığımızda, onun en gizli duygularını, kuytulara saklanmış arzularını, utanarak sakladığı zaaflarını, güçsüzlüklerini görürsünüz.

Gerçek, edebiyatın satırlarında ortaya çıkar.

Ayrıca, kendi gizlediklerinizi de romanlarda, hikâyelerde bulursunuz.

Sizin söyleyemedikleriniz o satırlarda söylenir.

Bunun, insan ruhu için iyileştirici bir yanı vardır… Gizlemeye uğraştığınız hastalıklarınızın, zaaflarınızın, utanç verici arzularınızın, güçsüzlüklerinizin sadece size ait olmadığını, insanlığın ortak hastalığından kendi payınıza düşeni, kendinize benzeyen insanlarla birlikte gizlice yaşadığınızı görürsünüz… Hastalıklardaki ve zaaflardaki ortaklık, insanlığın belki de en iyileştirici ortaklığıdır. İnsanlara yalnız olmadıklarını söyler.

Yazarların mücadele ederek, dövüşerek sığındığı sığınak, okurların bir anlamda gerçeği görerek iyileştikleri bir sığınaktır.

Okurların, gerçeği bulduklarını düşündükleri kitapların yazarlarına duyduğu beğeninin arkasında saklı olan minnet duygusunun nedeni de budur bence.

Hayatta göremediğiniz gerçeği, edebiyatta görürsünüz.

Hayatın içinde gerçek parçalanır.

Edebiyatın içinde gerçek bütünleşir.

Bununla uğraşmak, gerçekleri bulmak, onları en lezzetli ve anlaşılır biçimde romana aktarmak, bir yazarın en önemli sığınağıdır…

Bir yazar bunu becerebildiğine inandığında mutlu olur.

Ama bu inanç ve mutluluk otuz saniyeden fazla sürmez… Çünkü hemen arkasından “acaba yeterince iyi anlatamadım mı” sorusu gelir ve yazarı sığınağında yeni sorunlarla başbaşa bırakır.

Yazarların sığınağı olan edebiyat, zaman karşısında da muhteşem bir güce sahiptir.

Her ne kadar bilim adamları “kütlenizi sıfırlayarak” zaman için dolaşabileceğinizi söylese de siz sıfır olmayan kitlenizle sürekli ileri doğru akanın zamanın zavallı bir esiri olursunuz… Bir saman çöpü gibi zamanın içinde sürüklenirsiniz.

Ne herhangi bir ânın içinde durmanız, ne geri dönmeniz mümkündür.

Ama bir yazar, tek bir ânı bile sayfalarca anlatabilir, bir ânı uzatabilir, genişletebilir, içine büyük gerçekleri yerleştirebilir.

Ayrıca, edebiyat, zamanın içinde keyfince dolaşır… İstersem geleceğe, istersem geçmişe gidebilir, bu ikisini de aynı paragrafın içinde yapabilirim.

Yaşarken, zaman yazarın efendisidir, yazarken yazar zamanın efendisidir.

Edebiyatı, yazar için bir sığınak yapan en önemli nedenlerden biri de budur sanırım.

Hayatla edebiyatın kavgası ise her zaman edebiyatın zaferiyle biter.

Hayat, epeyce çirkin ve gereksiz ayrıntıyla doludur… Parlak ve önemli anları, binlerce önemsiz ve sönük anla kuşatılmıştır.

Yazar, bu gereksiz anları hayatın içinden ayıklayıp çıkartır…

Yazarın başarısı da burada saklıdır… Neyin yazılması gerektiğini herkes bilir ama neyin yazılmaması gerektiğini sadece yazarlar bilir.

Hayatın tozunu toprağını silkeler, onu bütün duyguları ve gerçekleriyle yeni baştan yaratır.

Tanrı’nın, aldırmazlığı ve tembelliği yüzünden yaşadığımız birçok gereksiz ânı, yazarın çalışkanlığı hayatın içinden temizler.

Bir anlamda, Tanrı’ya nasıl bir hayat yaratması gerektiğini biz gösteririz.

Bir yazarın yarattığı hayat, Tanrı’nın yarattığından çok daha anlamlı ve doludur… Tanrı’ya tanınan boş ve manasız anlar yaratma lüksü, yazara tanınmamıştır… Bizim Tanrı kadar çok vaktimiz yoktur çünkü.

Ayrıca bizim yarattığımız kahramanlar her zaman Tanrı’nın yarattığı kahramanlardan daha uzun yaşar.

Tanrı bu konuda asla bir yazarla yarışamaz.

Tanrı’nın yarattığı en muhteşem karakterler bile yüz yıl yaşayamaz.

Ama bir yazarın yarattığı kahramanlar yüzlerce, binlerce yıl yaşayabilir.

Tanrı’nın yarattığı Shakespeare sadece 52 yıl yaşayabildi ama Shakespeare’in yarattığı Hamlet dört yüz yıldır yaşıyor… Daha da yaşayacak.

İnsanın Tanrı’yı geçtiği yerdir edebiyat.

Onun için parlak ve çileli bir sığınaktır.

Çünkü, Tanrı bu yenilgisinin acısını yazarlardan çıkartır… Onu acılarla, kuşkularla, vicdan azaplarıyla dolu bir çarmıha gerer.

Shakespeare, Tanrı’nın yarattığı kahramanlardan daha uzun yaşayacak kahramanlar yarattı ama onların o kadar uzun yaşayabileceklerini kendisi yaşrken hiç bilemedi.

Hiçbir yazar, kahramanının ne kadar yaşayabileceğini, zamana dayanıp dayanamayacağını bilemez… Hep bunun kuşkusuyla yaşar.

Bu parlak sığınağın dikenli köşeleridir bunlar… Yazarların anlatmaktan ve konuşmaktan hoşlanmadıkları dikenlerdir bunlar.

En büyük rakiplerimizden biri olan ölüme gelince.

Ölüm yazarı yok eder… Ama iyi bir yazarın yazdıklarını yok edemez.

Buradaki savaşı da iyi bir yazar her zaman ölüme ve Tanrı’ya karşı kazanır.

Bu savaşı kazanırız ama ölümün ne olduğunu bilemeyiz.

Ne olduğunuzu anlatamadığımız tek şey de belki budur.

Ama hepiniz nasıl olsa bunu kesin ve keskin bir şekilde öğreneceksiniz.

Ben, bunu öğrenmek için acele etmemenizi öneririm.

Hayatı ve gerçekleri bizden öğrenseniz de ölümü size Tanrı nasılsa öğretecek.

Biraz sabretmeniz yeter.

 

Fotoğraf: Şahan Nuhoğlu