Vladimir Nabokov’un güzellik anlayışı ve Lolita

Lolita bir tür güzellik simgesi haline geldiyse eğer, bunun müsebbibi asıl doğum yeri olan roman değil, görsel popüler kültür ürünleridir...

05 Ocak 2017 14:40

“Ünlü olan Lolita, ben değilim.”

(V. Nabokov, “Paris Review”daki söyleşiden, 1967)

K24’ün “Güzellik” dosyası için Nabokov ve Lolita hakkında yazmamın istenmesi, bir süredir uzak kaldığım bu kitaba ve hakkındaki tartışmalara yeniden dönme vesilesi oldu. Lolita ve “güzellik” kelimeleri buluşunca, benim zihnimde uyanan, edebi bir güzellik: Dört başı mamur bir romandan söz ediyoruz; gerek dil, gerekse içerik bakımından erişilmesi imkânsız bir doruk noktası Lolita. Ama tabii bir de, ismi italik harflerle yazılmayan Lolita var: Romanın kahramanı, kirletilmiş bir güzellik simgesi sıfatıyla âdeta romandan bağımsızlığını ilan etmiş olan Lolita: “Lolita, light of my life, fire of my loins. My sin, my soul. Lo-lee-ta.” "Lolita, hayatımın ışığı, kasıklarımın ateşi. Günahım, ruhum. Lo-lii-ta.”

Lolita, Stanley Kubrick, 1962Vladimir Nabokov’un adını hiç duymamış kişiler dahi, şöhreti edebiyatın sınırlarını çok uzun zaman önce aşmış Lolita’yı biliyor. Webster sözlüğündeki güncel tanımıyla “tehlikeli biçimde baştan çıkarıcı bir kız” olarak, Lolita hep genç; her daim revaçta. Google görsellerinde ismini arattığımızda, karşımıza önce onun popüler imajının prototipi, yani Stanley Kubrick’in 1962 tarihli filmine ait afiş çıkıyor: Afişte, kalp şeklindeki gözlüklerinin üzerinden bize bakarak boyalı dudakları arasındaki lolipopu emen fettan küçük kız var. Onu izleyen diğer popüler imajlar, “Japon Lolitaları”ndan tutun, süslü başörtüsüyle arzıendam etmiş “müslüman Lolita”lara dek uzanıyor. Oysa Nabokov, Lolita’nın nasıl göründüğüne dair ayrıntılı bir tasvir sunmadı bize; bütün bildiğimiz, balrengi omuzları, ipeksi, kıvrak bir sırtı bulunduğu ve saçlarının kestane rengi olduğu.1 Graham Vickers'ın da belirttiği gibi,2 romanda Lolita'nın okul arkadaşlarından daha albenili, cinsel arzulara daha fazla hitap eder tarzda göründüğüne dair hiçbir ipucu yok. On iki yaşındaki bir kızın taze güzelliğini taşıyor hiç şüphesiz; ama uzun bir zaman aralığıyla çekilmiş iki adaptasyonda rol alan Sue Lyon’a ya da Dominique Swain’e benzeyip benzemediğini bilmemiz mümkün değil.

Kesin olan şu: Lolita bir tür güzellik simgesi haline geldiyse eğer, bunun müsebbibi asıl doğum yeri olan roman değil, görsel popüler kültür ürünleri. Popüler kültürün zihinlerimize nakşedilmiş tasarımları, Vladimir Nabokov’un başyapıtındaki karakteri görselleştiriyor, onu bir beğeni ve tüketim nesnesi haline getiriyor. Böylece Lolita, Nabokov’un yerdiği bayağı estetik beğeninin, Rusçada “poşlost” tabir edilen kavramın alanına dahil oluyor. Nabokov Nikolay Gogol biyografisinde, “poşlost”u tam anlamıyla değil, fakat birkaç veçhesiyle ifade eden bazı kelimeleri sıralar: Ucuz, yapmacık, sıradan, gösterişçi, zevksiz.3 Yazar “poşlost”u, yine Türkçeye hakkıyla çevrilmesi imkânsız bir başka kavram olan “philistinizm” ile beraber anar. “Philistine”, der, “maddi ve sıradan şeylere ilgi duyan, zihniyeti kendi topluluğunun ve döneminin harcıâlem fikirleri, basmakalıp idealleriyle şekillenmiş yetişkin bir insandır.” “Philistine”, sanatı, edebiyatı ne bilir ne de önemser ama harcıâlem dergileri okumayı öğrenmiştir. Bir yazarı diğerinden ayırmaz; az, sadece işine yarayacak kadarını okur ve kendince güzel kitap seçimleri vardır. Resmi pek umursamaz ama meşhur tabloların reprodüksiyonlarını satın alabilir. “Görgüsüz” (vulgarian) terimi de “philistine”e yakın anlamdadır.4

Lolita da, Amerika’daki “poşlost”un ve “philistinizm”in gözler önüne serildiği bir kitaptır. Nabokov ailesi 1941’in Mayıs ayında, Amerika’ya gelişlerinden yaklaşık bir yıl sonra, Nabokov’un Rusça öğrencilerinden birinin yeni Pontiac’ıyla ülkeyi katetmişti. Üç haftalık seyahatlerinde Tennessee, Arkansas, Texas, New Mexico ve Arizona’yı dolaştılar; bu süre boyunca Amerika’nın topografyasına ve sosyal yapısına dair çok şey öğrendiler. Lolita’da, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Amerika’nın manzarasını izleriz: Nabokovların bir sahilden diğerine yaptıkları seyahat boyunca gördükleri ve konakladıkları moteller, sanatoryumlar, Safeway süpermarketleri, eczaneler, kaba sofu kitap kulüpleri ve bezdirici dindarlık, romanda anlatılan ihanet ve çürüme hikâyesine mükemmelen uygun düşer.5 Romana hâkim iki motif vardır: Humbert’ın Lolita’ya duyduğu şehvetli aşk ve 1950’lerin popüler Amerikan kültürü. Dolores Haze karakterinin ana hatları, onun kitle kültürünün ögelerine ve tüketim maddelerine olan düşkünlüğüyle çizilir:

“Kafa yapısı olarak mide bulandıracak kadar tutucu bir küçük kızdı bence. Fıkır fıkır caz müziği, iki çiftle yapılan danslar. Yapış yapış şerbetli dondurmalar, müzikal filmler, sinema dergileri falan – kuşkusuz sevdiği şeyler listesinde bunlar başı çekiyordu. Her yemek yiyişimizde yanıbaşımızda bitiveren o gözalıcı müzik kutularına kaç yüz tane metelik atmışımdır. (…) Yol kenarındaki ilanlardan biri ‘HEDİYELİK EŞYA MAĞAZAMIZI GÖRÜNÜZ!’ diyorsa, elimiz mahkûmdu, gidecek görecektik, hatıralık Kızılderili bebekleri, bakır süs eşyaları, kaktüs şekerlemesi alacaktık. ‘Hatıralık eşyalar, görülmemiş yenilikler’ sözcükleri, hecelerin dilinde kayıvermesinden midir nedir aklını başından alırdı.”6

Lolita, Viladimir Nabokov, Çeviren: Fatih Özgüven, İletişim YayınlarıHumbert, çoğu yaşıtı gibi bir tüketim düşkünü olan yeniyetme Dolores’in bu bayağı yanını perdeleyerek, kendi zihninde ve anlatımında onu estetize eder. Bunu sağlamak için, bir gerçeklik yanılsaması üretir. “Oh, my Lolita, I have only words to play with!” / “Ah, Lolitam, sözcüklerden başka oynayacak şeyim yok!”7 ifadesi, Humbert’ın sözleriyle yaratmaya girişeceği bu çarpık ve yanıltıcı estetiğin habercisidir. Humbert çarpıtmalarına zemin hazırlarken, supericiklerinin (özgün metinde “nymphets”) ikili bir kimliğe sahip olduğunu iddia eder:

“Beni çıldırtan bir supericiğinin çift yanlı kimliği (belki her supericiğinin özelliği bu ya…); Lolitamda sevecen, hülyalı bir çocuksulukla bir çeşit tüyler ürpertici bayağılığın bağdaşması… Birincisi reklamlarla dergi resimlerindeki kalkık mı kalkık burunlu şirinlik tasvirleriyle Eski Dünya’nın ergenlik çağına ancak ermiş, ezilmiş papatya ve ter kokan oda hizmetçisi kız çocuklarının anılarında kesin çizgilerini yitirmiş pembeliklerinin bir karışımı… İkincisiyse taşra genelevlerindeki çocuk elbiseleri giydirilmiş çok genç orospular; sonra bütün bunlar misk kokularıyla çamurlar, çirkefler, ölüm içinden süzülüp gelen dörtbaşı mamur, lekesiz bir sevecenlikle birleşiyor, karışıyor, Tanrım, ah Tanrım… En olağanüstü olanı da onun, bu Lolita’nın, benim Lolita’mın, yazarın dünya kadar eski şehvetini kimliğinde özümlemesi, kişileştirmesi –öyle ki her şeyden önce ve her şeyin üstünde sadece o var– Lolita…”8

Humbert hatıratının ilk satırlarından başlayarak,9 dil oyunlarıyla, Lolita’yı ve onunla ilişkisini sanatsal bir form içinde biçimlendirmeye girişir:

“Lo-li-ta; dilin ucu damaktan dişlere doğru üç basamaklık bir yol alır, üçüncüsünde gelir dişlere dayanır. Lo-li-ta.”10

Nabokov, Kafka üzerine derslerinde sanatın en yakın tanımını, “güzellik artı acıma” olarak ortaya koymuştu: “Güzelliğin olduğu yerde acıma vardır, basit bir sebepten dolayı: Çünkü güzellik ölmelidir. Güzellik daima ölür.”11 Nabokov’un sanat ve estetik anlayışına dair tüm araştırmalarda alıntılanan bir diğer ifade, Lolita’nın sonsözünde yer alır:

“Benim için bir sanat eseri, kabaca ‘estetik mutluluk’ diyebileceğim şeyi sağladığı sürece varolur. Bu da, temel ölçüt olarak alınan sanatın (merak, sevecenlik, yufka yüreklilik, haz) bir yerde herhangi bir biçimde öbür varoluş biçimleriyle kesiştiği bir varoluş durumudur.”12

Oysa, “Karakterlerim kürek mahkûmlarıdır,”13 diyen Nabokov’un, yarattığı karakterlere karşı tutumu hiç de sevecen, yufka yüreklice değildir; hatta onlara çektirdiği eziyetler okuru irkiltecek düzeydedir. Okurların çoğu, söz konusu zalimliği yazara mal eder. Yazar bir mülakatta14 kendisine bu itham hatırlatıldığında, şöyle yanıt vermişti:

“Bilmiyorum. Belki. Bazı karakterlerim, kuşkusuz gayet vahşi; ama gerçekten umurumda değil. Onlar, tıpkı bir katedralin ön cephesinde yer alan kederli canavarlar gibi, benim iç benliğimin dışında kalıyor –sırf kapı dışarı edildiklerini göstermek için oraya yerleştirilmiş iblisler. Aslında ben, zalimlikten nefret eden müşfik, yaşlı bir beyefendiyim.”

“Müşfik beyefendi”nin zalim karakteri Humbert ise, Nabokov’un “estetik mutluluk” (“aesthetic bliss”) tabir ettiği sanat anlayışını, ters bir inşayla kurar: Aslında kendisinin istismar nesnesi olan Lolita’yı, bir sanat eseri olarak nesneleştirme çabasındadır; onu supericiği fantezisinin bir parçası vasfıyla yeniden yaratırken, aldatıcı bir gerçeklik inşa eder. Lolita’ya ve onunla ilişkisine yüklediği güzellik, sahtedir. Bu sahte güzelliğin kurucu elementi ise söylediğimiz gibi, acıma, sevecenlik ya da haz değil, zalimliktir.

Lolita romanında sadece Dolores değil, istismarcısı Humbert da bir kurbandır aslında: Dolores annesini, evini, çocukluğunu ve masumiyetini ondan çalan Humbert’ın kurbanıyken, Humbert geçmişten gelen saplantılarının esiri olmuş bir pedofildir. Dolayısıyla, Humbert’ın yaratmak istediği estetik görüntü, kaçınılmaz olarak insanî merhametten yoksun kalır.

Nabokov’un bir diğer şaheseri olan Solgun Ateş’in kahramanı Kinbote da tıpkı Humbert gibi, sahte bir gerçeklik yaratmanın peşindedir. Romanda, John Shade’in şiirini kendi Zembla fantezisini kurmak için kullanan, bu doğrultuda şiirin anlamını tahrif eden bir anlatıcıyı izleriz. Romanın son kısmında, şair can çekişirken, Kinbote onunla ilgilenmez bile; elinden Solgun Ateş şiirinin müsveddesini çekip almayı ve koşup evine saklamayı tercih eder. Tıpkı Kinbote’un Shade’e olan saplantılı bağlılığı gibi, Humbert’ın Lolita’ya tutkusu da bencilcedir; bağlandığı kişiyi gerçek manada önemsemez, sadece onu kendi amaçları doğrultusunda nesneleştirir ve kullanır.

Gerek Kinbote’un, gerekse Humbert’ın nihai hedefi, kelimelerle kurdukları sanat aracılığıyla ölümsüzleşmektir. Her iki romanın sonunda, bu kahramanların, varoluşlarını ebediyete taşımak yönündeki ihtiraslarını anlatan cümleler yer alır: “Var olmaya devam edeceğim,” demektedir Kinbote. “Başka kılıklara, başka şekillere girebilirim ama var olmaya devam edeceğim.”15 Humbert, yazdığı satırlar aracılığıyla Lolita’yı “gelecek kuşakların zihninde yaşatabilme”yi hedefler. “Ki bu da seninle benim paylaşabileceğimiz tek ölümsüzlük olabilir, Lolita’m benim,”16 der. Ancak beyhudedir bu çaba; çünkü Nabokov’un dediği gibi,

“Bilgiden yoksun hayal gücü, ilkel sanatın arka bahçesinden, bir çocuğun çitin üzerine yaptığı çiziktirmelerden, bir çatlağın pazar yerindeki mesajından öteye gidemez. Sanat asla basit değildir.”17

Humbert’ın, Kinbote’un ve birçok Nabokov karakterinin temel başarısızlık sebebi, verili dünyayı (yani romanda Nabokov tarafından yaratılmış, kurgulanmış dünyayı) kavrayamamalarıdır. Hayatı inkâr eden ve kendi yarattıkları dünyada yaşamaya çalışanların dünyası, Andrew Field’ın deyişiyle, “sanatkârane bir deliliğe” yazgılıdır.18 Humbert’ın yarattığı sahte gerçeklik de (Lolita’nın çift yanlı kimliği ve ona atfettiği güzellik), sanatkârane bir deliliğin ürünüdür. Esasen, Nabokov’un çeşitli eserlerindeki kurbanlarına sunduğu bir armağan gibidir delilik: Lolita’da Humbert Humbert, Solgun Ateş’te Charles Kinbote, Lujin Savunması’nda Aleksandr İvanoviç, Bend Sinister’da Adam Krug, gerçeğin acımasızlığından kaçıp, onlara bahşedilen deliliğe sığınmışlardır. Tüm bu kahramanlar intiharın ve ölümün sınırında dolaşırlar. Humbert da sonunda, kendi canavarlığının yarattığı yıkıcı sonuçların altında kalacaktır. Delilik (ve bu delilik aracılığıyla kurulan güzellik) ya da ölüm, çekilen acılardan tek kurtuluş gibi görünmektedir. Ama Solgun Ateş’te, Shade ile Kinbote arasındaki diyalogda, bize alternatif bir çıkış yolu gösterilir:

“KINBOTE: O zaman parola—?

SHADE: Acıma.”19

Bu yol, yine Nabokov’un Kafka derslerinde dile getirdiği fikre ulaştırmaktadır bizi: Sanat, ancak güzellikle acımanın birleştiği noktada yeşerecektir.

 

1 Lolita, Vladimir Nabokov; çev. Fatih Özgüven, İletişim Yay., 9. Baskı 2009, İstanbul, s. 46.
2 Chasing Lolita, Graham Vickers; Chicago Review Press, 2008, s. 18.
3 Nikolay Gogol, Vladimir Nabokov; çev. Yiğit Yavuz, İletişim Yay., 1. Baskı 2012, s. 65.
4 Rus Edebiyatı Dersleri, Vladimir Nabokov; çev. Yiğit Yavuz, Fatih Özgüven, Ayşe Nihal Akbulut, İletişim Yay., 1. Baskı 2013, s. 401.
5 Vladimir Nabokov – Yazarın Gizli Tarihi, Andrea Pitzer; çev. Yiğit Yavuz, İletişim Yay., 1 Baskı 2014, s. 246.
6 Lolita, s. 170-171.
7 Türkçe çeviride bu ifade, bir çeviri ya da dizgi hatası sonucu, yanlış biçimde şöyle geçer: “Ah, Lolita, sözcüklerinden başka oynayacak şeyim kalmadı artık!” (Lolita, s. 38)
8 a.ge. s. 170-171.
9 age., s.11.
10 Özgün metinde Humbert birbiri adına gelen kelimelerdeki “t” harfleriyle, çeviriye aktarılması mümkün olmayan bir ses dizisi oluşturur: “Lo-lee-ta: the tip of the tongue taking a trip of three steps down the palatto tap, at three, on the teeth. Lo. Lee. Ta."
11 Edebiyat Dersleri, Vladimir Nabokov; çev. Ayşe Lucie Batur ve Fatih Özgüven, İletişim Yay., 1. Baskı 2014, İstanbul, s. 345.
12 Lolita, s. 362.
13My characters are galley slaves.” 1962 tarihli Paris Review mülakatından; “galley” sözcüğü tashihi yapılmış metin anlamına da geldiğine göre, Nabokov’un burada ustalıklı bir söz oyunu yaptığı düşünülebilir. The Paris Rewiev, Viladamir Nabokov, “The Art of Fiction” Herbert Gold Röportajı.
14 Strong Opinions, Vladimir Nabokov, Vintage Books, 1990, s. 19.
15 a.g.e., s. 277.
16 Lolita, s. 355.
17 Strong Opinions, s. 15.
18 “In Search of Aesthetic Bliss”, Phyliss A. Roth; College Literature, Cilt. 2, No.1 (Winter 1975), The John Hopkins University Press, s. 33.
19 Solgun Ateş, Vladimir Nabokov; çev. Yiğit Yavuz, İletişim Yayınları, 2. Baskı 2014, s. 211.