Bir rengin kararsızlığı: Venedik'te Ölüm'de mavinin salınımları

Mavi, birçok renkten oluşan oldukça geniş bir yelpaze gibidir. Venedik’te Ölüm’de görüldüğü üzere, mavinin bir hâli insana hayat verirken başka bir hâli aynı hayatın sonlanma nedeni olabilir

03 Ağustos 2017 14:25

Venedik’in haritası şöyle kuş bakışı süzüldüğünde her tarafına eşlik eden deniz adanın içine, sokaklarına dolup taşar. Bakış tersine çevrildiğinde ise bu sefer adanın, denize doğru uzanan kanallarıyla denizle bağlantı içinde kalma arzusu duyulur. Kıvrımlı dar sokaklarında yükselen hafif esintiyle tarihî yapıların yüklendiği kokulara denizin ve kanalların gökyüzüyle iş birliği içindeki kokusu eşlik eder. Ada, göğün mavisiyle denizin mavisi tarafından adeta sıkıştırılmış, yutulmuş gibidir. Ya da mavinin farklı biçimleri arasında yer etmiş oldukça hassas, kırılgan tarihî bir eserdir. Bu nedenle Venedik’in antik yapılarının ve dekorlarının içerdiği kırmızı, sarı ve mermer renklerinin yanında mavi rengi durmadan kenti düşünürken akla eşlik eder. Venedik’i düşleyen insanın içinden mavinin farklı tarzlardaki esintileri geçer.

Güzellik, sanatçı gibi konular üzerinden ilk bakışta tartışmaların odağına giren Venedik’te Ölüm, aynı zamanda renk ile insanın (yaşamının) iç içe geçişinin sergilendiği oldukça hayran bırakıcı bir anlatı olarak akılda kalır. Bu hayranlık zannedilenin aksine insanı aptallaştırmaz. Okuyucuya sürekli anımsayarak yeniden düşünce ve hayal dünyasını harekete geçireceği bir iz bırakır. Bu izin kendini duyuruş şekillerinden biri “güzel” kavramıysa bir diğeri renktir, mavi rengidir. Anlatının izine “mavi” üzerinden ifade gücü kazandırmak, Venedik’te Ölüm’den kalan bütün duygu ve düşünceleri mavi etrafında yeniden örmek mümkündür.

Mavi, birçok renkten oluşan oldukça geniş bir yelpaze gibidir. Farklı zuhur ediş ve ifadeleniş biçimleriyle onu yaşamımızın her yerinde görürüz. Mavi, deneyimlerimizin vazgeçilmez bir parçasıdır. Deneyimlerimizin sofrası hayat, kendi içinde dingin, düz çizgili bir akışa sahip değildir. Tıpkı bir nehir gibi aktığını biliriz. Akış boyunca tek bir güzergâhı olmadığı gibi farklı değişkenlerle sürekli yeniden inşa edilir. Duygusunu ritmiyle hissettirir, sürekli salınır. Thomas Mann’ın yaşamını betimlerken Adorno’nun söylediği gibi hayat “bir süreklilik değil, uçlar arasında bir gidiş- geliş, donuklukla ışıma arasında bir salınım” gibidir.i Salınımlar, daima aynı yerde aynı anlamlar içinde sürülen bir hayatın imkânsızlığına işaret ettiği kadar, her şeyin içerdiği başka türlü olma potansiyeline de atıf yapar. Yani her şeyin zannedildiği gibi tek değil, birçok boyutu bulunur. Bu çok boyutluluğu yaşamımızı çevreleyen, belki de onu sevmeyen hiç kimsenin bulunmadığı mavi renginde de görürüz. İnsana serinliği hatırlatan bu renk, huzuru ve rahatlığı içerirken hüznü de kapsar. Göğün geceleri aldığı koyu renk ile gündüzleri aldığı açık renkler mavinin bu salınımını oldukça iyi özetler. Evet, rüzgâr esiyorsa geceleri hafiften, bütün koyuluğuna rağmen gece mavisi çok da bizi sarsmaz. Ya hava çok sıcaksa ve esmiyorsa? İşte o zaman içimize giren sıkıntının hesabı yoktur. Bütün evhamımız, hastalıklarımız birden en yoğun şekliyle belirir. Bu durumda hemen aynısının gündüz mavisi için de geçerli olduğu itirazını duyar gibiyim. İtirazın gözden kaçırdığı şey şudur: Aydınlıkta bir mekân bizi ne kadar sınırlarsa sınırlasın açık bir göğe bakmanın, oradaki maviliğin getirdiği rahatlığı hissetmenin yaşattığı ferahlık engellenemez.

Venedik'te Ölüm, Thomas Mann, Çeviri: Behçet Necatigil, Can YayınlarıNasıl mavi bin bir çeşitse, göğün mavisi de öyledir. Mavi göğe çıkınca özelliğini yitirmez. Fakat değişen maviler, değişen etkiler bırakır bizde. Mavinin bir kutbu olan rahatlık, üzüntü, sıkıntı, tedirginlik yokluğuyla anlaşılır; mavinin açık renklerinde daha yoğun hissedilir. Rahat bir ruh oldukça dingindir; dingin ve sonsuz... Dünyanın gelip geçen, bozulan her şeyine inat onu aşan bir sonsuzluktur bu. Fakat hiçbir şeyle yetinmeyen insan, sonsuzlukla kesintisiz bağlantıdan da mutlu olmaz. Bir süre sonra insanda yalnızlık duygusu yaratan mavi, insanı üzer. Üzülmek, istenmeyen olayların getirdiği “ruh tedirginliği”dir. Tedirginlik ise yukarıda bahsedilen bütünlüğün, dinginliğin bozulması anlamıyla sonluluğu hatırlatan bir histir. Onunla anlarız ki rahatımız, huzurumuz çoktan “kaçmıştır.”ii

Venedik’te Ölüm’de ruh dinginliği ile ruh tedirginliği arasında gidip gelen yaşamdaki salınımların yönünü etkileyerek bu gidiş gelişleri yansıtan mavinin kutuplarını görebileceğimiz farklı deneyimlere işaret edilir. Anlatının kahramanı Gustav Aschenbach’ın denizle kurduğu ilişki bu deneyimlerin ilk akla gelenidir. Aschenbach, “kafasındaki yaratıcı mekanizmanın sürekli çalıştığı bir yazar”iii, bir sanatçı olarak bu dünyadan kopmuş, başka bir dünyaya yükselmeyi başarmış gibi görünse de durum böyle değildir. Bir mevsimin diğerini kovaladığı somut dünyada yaz ayları herkes gibi onu da daraltmakta ve mavinin ferahlatıcı etkisini en güzel yaşatan şeylerden biri olan denizle bağlantı içine girme ihtiyacı duymaktadır. Bu nedenle sanatçının başka dünyayla [sonsuzlukla] irtibatlı yaşamı, içindeki “seyahat arzusu” ile yer değiştirir. Seyahat arzusu, başka yerlere gitme, bulunduğun yerden kaçma arzusudur: “uzaklara, yeniliklere, karşı bu hasret; kurtulmaya, yüklerden sıyrılmaya, unutmaya karşı bu iştiyak… kaçmak, yani eserinden; donuk, soğuk ve hummalı bir vazife ile sınırlanmış her günkü yerlerden uzaklaşmak”iv anlamını ifade eder. Varlığını sürdürmek isteyen Aschenbach, yolunu ayrılmakta bulur. Sanatçıya göre tazelenmek için ayrılmak gerekir. Bu arzu ise ancak denizin yakından hissedildiği bir yerde giderilebilir. Sanatçıya göre deniz, “sükûn yüklü, samimi” bir yerdir. İnsanın yakınında olması gerekir. Denizle insanın yakınlığının doğrudan deneyimlendiği alan olarak kumsal, bu sebeple önem kazanır. Kumsalın ve denizin yokluğu insanı sıkar, ruhunu bozar.v Aschenbach’ın denizle ilişkisi minvalinde mavi, insanın bu dünyanın sıkıntılarından kurtularak var olmasının koşulu hâline gelir.

Deniz, mavi sularıyla insanın bakışlarını içine çekerken aynı zamanda karaya olan bağlantısıyla insanın yaşamına girer. Bu giriş çıkışların hiçbiri diğeriyle aynı değildir. Karadaki deniz ile denizdeki kara deneyimlerinin farklılaşmasında olduğu gibi mavinin etkisi bulunulan yere göre değişir. İçindeki mavi/ deniz arzusuyla Venedik’e gitmeye çalışan sanatçının denizin ortasındaki mavi etkisini betimleyişi kıyıdaki mavi etkisini betimleyişinden oldukça uzaktır. Bir yanda sonsuz gök, esen rüzgâr, diğer yanda puslu ufuklar ve yağan yağmur ile denizde “ıssızlık” sonuna kadar duyumsanır. Mavinin içerdiği bu ıssızlık, kişide yalnızlık duygusunun hüznünü yaratır. Denizin ortasında “kurşuni” renkte olan gök, karaya doğru yaklaştıkça açılır, mavi rahatlatıcı havasını bulur. Fakat sanatçıya göre bu havanın tadılması, mavinin içerdiği sonsuzluğun, güzel duygusunun deneyimlenmesi, ancak Venedik’e karadan değil, denizden gelinirse imkân kazanır. Denizden Venedik’e yaklaşan vapurun gerisinde uçsuz bucaksız deniz ve dalgaları dururken, önünde görülen kocaman bir adadır. Ada pürüzsüz ve kurak bir toprak parçası olmaktan ziyade, sokakları deniz gibi olan, mavinin her tonuyla bütünleşmiş kanallardan ve rıhtımlardan oluşmaktadır. Deniz, burada adeta şeklini yitirerek başka bir forma bürünmüştür. İşte bu form Aschenbach’a göre, sadece denizden bakılırsa fark edilebilir. Mavinin farklılaşmış biçimlerini görmek için onun dışına çıkmak gerekir. Adanın içindeki mavi, dışından, denizden adaya bakan biri için artık denizin mavisi gibi değildir: sokaklardaki yapılar ışığı yönlendirerek kendi renkleriyle suyu doldurur. Gökle birleşen denizin bilinen rengini arkamızda bıraktığımız bu mavi deneyiminin farkını hisseden Aschenbach’a göre, Venedik’e karadan gelmek bir saraya arka kapıdan girmek gibidir; oysa böylesine efsanevi bir şehre ancak denizden vapurla gelinebilir.vi Venedik’i Venedik yapan belki de onun, mavinin farklı biçimleriyle olan bu bağlantısıdır. Venedik’te mavi, güzeli güzel yapan temel unsur gibidir…

Denize, maviye yönelmek sükûnete, parçalanmamışlığa, ebedîliğe yönelmektir.vii Bu durumda mavi, anlatıda bir idea formunu alır. Tek tek şeylerden dolayımlanarak güzel fikrine ulaşan, bu sayede oluş ve bozuluşlar dünyasından uzaklaşarak sonsuzluğa yaklaşan sanatçının, Venedik’te bir otelde rastladığı çocuk dolayımıyla güzel ideasıyla bağlantı kurmasında olduğu gibi mavi, Venedik’te Ölüm’de kavuşulan bir idea görünümüne bürünür. Oldukça soyut düşünsel bir kategori olan güzellik, duyularla kavranan bir şey olarak hem gelip geçicilikle malul bu dünyaya hem de süreklilik ve bozulmaya kapalılık açısından idealar dünyasına aittir. Bedensel olarak sonlu insan bu dünyadan güzel kategorisine yükselir. Tek tek şeylerin sonluluğundan sıyrılarak sonsuzlukla temas kurar. Söz konusu temasla bu dünya ve buradaki her şey önemini kaybeder. İnsan, güzellik fikrine onu ulaştıran şeye takılıp kalır. O şeyi her anımsadığında sonsuzluğu duyumsamayı sürdürür. Anlatının kahramanı Aschenbach’ın güzellikle bağlantı kurarak orada asılı kalmasına neden olan, bu dünyayla bağını kopartan ya da başka türlü bir ilişki kurmasına neden olan da aynı şeydir: güzeli temsil eden on dördünde bir çocuk ve ona duyulan aşk. Sarı saçlı, solgun ve sakin çehreli çocuğun yüzü Aschenbach’a oldukça güzel görünür. Adeta başka çağlardan kalma bir sanat eseri gibidir. Ne doğada ne de güzel sanatlarda şimdiye kadar böyle bir güzelliğin ifadesine rastlanmıştır. Güzelin çocuk suretinde Aschenbach’a göründüğü bu sahnelerde güzeli güzel yapan şeylerden biri, plajda, denizde, gökyüzünde ve giysilerde kendini gösteren mavidir. Oldukça iç açıcı görünümdeki çocuk, Aschenbach ile her karşılaşmalarında mavi bir kıyafet giymektedir. Plajda deniz mavisinin de yardımıyla çocuk, “maviliğin kenarındaki asil varlık” şekline bürünmektedir. Dolayısıyla burada mavi, çocuğun güzelliğine katkıda bulunan olumlu bir unsur olarak görünür olur ve hatta “güzel” kavramının yerini tutabilir hâle gelir. Tıpkı “güzel” nosyonu gibi ona da tek tek gündelik deneyimlerin parçası olan mavi ile erişilir. Kişi bir kere idea olarak mavi ile temas kurunca sonsuzluğu veya tanrısallığı yakalamış olur. Âşık olunan çocuk güzeli temsil ederken aynı anda maviyi de temsil eder. “Gökle denizin derinlerinden doğru gelen narin bir Tanrı kadar güzel” bu çocuk, güzelliğini ancak mavinin eşliğinde sergileyebilir. Çocuğun eros gibi bir başı olduğunu belirten Aschenbach, onu bu güzellikten alıkoyan tek şeyin güzelliğin başka bir şekli olarak deniz ve plaj olduğunu, yani mavi olduğunu ekler.

Thomas Mann'ın romanından Luchino Visconti'nin aynı adla beyazperdeye aktardığı 1971 tarihli Venedik'te Ölüm filminden bir kareMavi her ne kadar güzeli, sonsuzluğu ve başka bir dünyada asılı kalmayı imleyen tarafıyla şimdiye kadar öne çıkarılsa da Venedik’te Ölüm’de mavinin koyu renklerinin varlığı, mavinin başka bir yanını görmemizi sağlar. Mavinin güzele ulaştıran ve hatta tıpkı güzel kavramı gibi idea formunu alan boyutunun aksine kişiyi sonlulukla temas ettiren bu “karanlık” yanı, gündelik yaşamda deneyimlenen, Aschenbach’nın içine gömüldüğü ada hayatıdır: rüzgârın denizden estiği anların hissettirdiği ferahlıktan farklı bir şekilde bu anlarda rüzgârın karadan estiği veya hiç esmediği görülür. Oldukça bunaltıcı, sıkıcı bir havanın ağırlığını hissettirdiği Venedik, tüm daraltıcılığıyla insana hücum ettiğinden, insanda Venedik’i terk etme isteği belirir. Sonsuzlukla temas arzusuyla insanı kendisine çeken, onca yolu katettiren mavi ile adadan ayrılma isteği uyandıran mavi bu noktada kesişir. Fakat bu etkilerin mavinin farklı tonlarından kaynaklandığı hesaba katıldığında, söz konusu kesişme, deneyimlerin farklılığını örtemez. Her bir mavi tonu insanda türlü türlü etkiler yarattığı için koyu renk maviyle deneyimlenen yaşam diğer mavilik deneyimlerinden artık farklı bir yaşamdır. Nitekim denizin rüzgârını alamayan Aschenbach, rüzgârla gelen mavi ferahlığının yokluğuna bağlı olarak oradan ayrılmak ister, daha sonra ise kararını değiştirir. Onun, bulunduğu yerde devam etme kararını almasına sebep olan şey, somut dünyanın sömürücü, yok edici gündelik deneyimlerinden kurtulmasını sağlayan, dolayısıyla “karanlık” mavinin etkilerinden alıp götüren güzellik veya onun bu dünyadaki imgesi olan o çocuktur. Güzeli ve çocuğu görünür kılan, denizdeki, plajdaki veya çocuğun üzerindeki giysilere sinmiş farklı mavi biçimleridir. Bu nedenle Aschenbach, mavinin ruhsal sıkıntı getiren etkisine yine mavinin içinden başka tonların duyumsattıklarıyla karşı koymuş, sonluluğa sonsuzlukta asılı kalma talebiyle karşı gelmiştir.

Sonsuzluğa ve dinginliğe bu derecede bağlanan Aschenbach, somut dünyanın etkilerine duyarsızlaşmıştır. Dolayısıyla mavinin, güzele evsahipliği yapan mavinin sonsuz dünyaya açılan kapılarından birinden geçerken gündelik yaşamdaki olumsuz mavi etkisini geride bırakmıştır. Fakat bedeni, güçsüz- sonlu bedeni mavinin karanlık tonlarında yer yer hissedilen bu olumsuz, tedirgin edici ve hatta sona yaklaştıran etkilerine hâlâ çok açıktır. Bu nedenle Aschenbach, mavinin insanı yücelten olumlu etkilerinin yanında insanı aşağıya çeken olumsuz etkilerinin birbiriyle yarıştığı bir sahne hâline gelir.

Venedik’te Ölüm’ün sonuna doğru görüldüğü üzere, mavinin bir hâli insana hayat verirken başka bir hâli aynı hayatın sonlanma nedeni olabilir. Venedik’in etrafını saran ve onu dünyaya bağlayan deniz, mavinin bu ikiliğini oldukça iyi gösterir. Anlatıda kendisine bakınca insanı başka düşlere ulaştıran, Venedik’in güzelliğini görme imkânı sunan deniz veya mavi aynı zamanda bir hastalığın, Hint kolerasının adaya ulaşma nedenidir. Hastalık virüsünün yiyeceklere bulaşmasına bağlı olarak adada ölümle sonuçlanan vakaların kökeni denizdir. Hastalığın getirdiği sıkıntılara eşlik eden koyu, kara renkli gökyüzünün hâkim olduğu gecelerde, gündüzleri mavinin verdiği rahatlık yerini gürültü, kargaşa ve ulumalara bırakır. Maviyle gelen ve yayılan bu sıkıntıları duyan Aschenbach ise hâlâ mavinin rahatlatıcı tonunda, gündüz açıklığında güzelle yaşamaktadır. Yaşadığı bu zevk, onu ölümlü bir varlık olmaya meydan okur duruma getirir.

Her şeye rağmen, yine de işler yolunda gitmez. Sanatçı, düşlerinde mavinin ferahlığı ve güzelin sonsuzluğunu deneyimlerken gerçek hayatın koyu renkli sıkıntı yaratan mavisi, Aschenbach’a, mavinin sonsuzluğa bağlayan yanına karşı çalışmasını sürdürür. Kolera ile Aschenbach’ı hasta eder, sanatçının duyarsızlaştığı ölümü ona taşır. Fakat bu ölüm farklı bir ölümdür. Yani gündelik yaşamın dar sınırlarına hapsolan ve bu nedenle ölüm deneyimleri oldukça acılı hâle gelenlerin ölümüyle aynı nitelikte değildir. Mavinin güzele taşıyan tonlarıyla bağlantının kurulduğu bir vakitte deniz kenarında dinlenen Aschenbach, güzeli seyrederken ölüme yakalanır. Sanatçının ölümü, bir son olmaktan ziyade, onu adeta sonsuzluğa bağlayan, mavinin kendisiyle aynılaştıran geçiş momenti gibi yaşanır.

 

Ana görsel: Edouard Manet'nin 1875 tarihli tuval üzeri yağlıboya Mavi Venedik tablosundan kesit
Zeliha Dişçi, Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi, Doktora öğrencisi.
i Theodor Adorno, Edebiyat Yazıları, çev. Sabir Yücesoy-Orhan Koçak, İstanbul: Metis Yayınları, 2008, s.75.
iii Thomas Mann, Venedik’te Ölüm, çev. Behçet Necatigil-Andreas Tietze, İstanbul: MEB, 1952, s.3.
iv A.g.e, s.9.
v A.g.e, s.24.
vi A.g.e, s. 31.
vii A.g.e, s. 49-50.