"Vejetaryen’in pek çok yerinde kendimizden bir şeyleri görebiliriz"

Han Kang’ın Vejetaryen romanını Korece aslından çeviren Göksel Türközü’yle romanın dilsel ve anlatısal özelliklerini, Kore kültürünü, dilini ve edebiyatını konuştuk....

16 Şubat 2017 14:00

Koreli yazar Han Kang’ın geçtiğimiz yıl Man Booker Uluslararası Ödülü’ne değer görülen romanı Vejetaryen, gördüğü bir rüyanın hemen ardından et yememeye, hatta hiçbir hayvansal ürünü tüketmemeye karar veren, ancak bu şekilde huzura ulaşabileceğine inanıp kendini doğayla özdeşleştirmeyi arzulayan bir kadının hikâyesini anlatıyor. 2017’nin ilk haftasında April Yayınları etiketiyle yayımlanan Vejetaryen, Göksel Türközü’nün Korece aslından yaptığı çevirisiyle Türkiye’deki okurlarla buluştu. Bugüne kadar Ahn Do-hyun’un Gümüş Somon’un Büyük Yolculuğu’nu, Son Honggyu’nun Başka Topraklarda Rüzgâr Sert Eser’ini, Yang GuiCa’nın Uzak ve Güzel Mahalle’sini, YiMunyol’un Değişen Kahramanımız’ını Türkçeye kazandıran Türközü’nün Korece öğrenimi ve Korece dilbilgisi üzerine pek çok ders kitabı da mevcut. Erciyes Üniversitesi Doğu Dilleri ve Edebiyatı Bölümü başkanı olan ve Kore Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nda akademisyen olarak ders veren Göksel Türközü’yle hem Han Kang’ın Vejetaryen romanının dilsel ve anlatısal özelliklerini hem de genel olarak Kore kültürünü, dilini ve edebiyatını konuştuk.

Kitabın ismiyle başlayalım. Diğer dillerde de Vejetaryen olarak yayımlanmış olmasına rağmen -İngilizce (The Vegetarian), Hollandaca (De vegetariër), İspanyolca (La vegetariana), Fransızca (La Végétarienne), Polonyaca (Wegetarianka) vb.- sormadan edemeyeceğim. Romandaki ana karakter Yonğhe, sadece et değil, bütün hayvansal ürünleri kullanmayı reddederken vejetaryenlikten öte aslında vegan olmuş oluyor. Bu konuyla ilgili herhangi bir tartışmaya rastladınız mı?

Kitabın Korece ismi “Çeşikcuıyca.” Bu isim Koreceye Çinceden giren hece-sözcüklerden oluşuyor. Bu hece-sözcüklere Korecede “Hanca” deniyor. Bildiğiniz gibi Çince alfabe değil karakterlerin olduğu bir dil. Japoncada da bu karakterler Kanji adıyla kullanılıyor. Bu hecelerin anlamlarını tek tek verecek olursak: ‘Çe’ hecesi sebze demektir. ‘şik’, yemek yemek demektir. ‘cuıy’ Korecede ‘-izm’ anlamına gelir ve ‘ca’ hecesi de kişi, bizdeki ‘-cu’, ‘-cü’, İngilizcedeki ‘-ist’ gibidir. Yani Korece ismi birebir çevirirsek sebze yemeyi savunan kişi, ‘*sebzist’ olur. ‘çeşik’ tek başına ‘otobur’ anlamında kullanılır ve bu sözcüğün fiil hâli de vardır. Çeşikhada-Sebze yemek. Aslında bu sözcüğün İngilizce tam karşılığı ‘vegan’dır. Ancak Koreceye ‘vejetaryen’ kavramı daha önce girdiği için genel olarak ‘çeşikcuıyca’ vejetaryenler için kullanılır olmuş. Sözlüklerde de bu şekilde çeviriler yapılmış. Sanıyorum diğer dillere çevrilirken de bu sebeple ‘vejetaryen’ sözcüğü tercih edilmiş.

İlk öykünün ilk cümlesi orijinal metinde “Karım sadece sebze yemeye başlayıncaya dek,” diye başlar. Ancak yayınevi bu cümlede ‘vejetaryen’ sözcüğünü tercih etti, o yüzden Türkçe metin “Karım vejetaryen oluncaya dek onun özel bir insan olduğunu hiç düşünmemiştim,” (sf. 9) cümlesiyle başlıyor. Kore’de kitabın ismi ile ilgili herhangi bir tartışmaya rastlamadım. Aslında İngilizceye “Vegan” diye çevrilseydi daha uygun olurdu. Ancak ‘vejetaryen’ sözcüğü daha yaygın kullanımlı olduğu için bu sözcük tercih edilmiş olsa gerek. Türkiye’de de vegan kavramı diğerinden daha yeni. Yazar ve diğer dillere çeviren çevirmenler sizin kadar ayrıntılı düşünmemiş olsalar gerek.

"Vejetaryen", "Moğol Lekesi" ve "Alev Ağacı" olmak üzere üç bölümden oluşan roman sırasıyla ana karakterin kocası, eniştesi ve kızkardeşinin gözünden anlatılıyor. Anlatıcının bu türlü değişiminde dilsel anlamda sizi zorlayan noktalar oldu mu?

İlk öykü kocanın dilinden anlatılıyor. Bu yüzden çevirmesi daha kolaydı. Koca ile empati kurabilmiştim çevirirken. İkinci öyküde ana karakter Yonğhe’nin eniştesi, yani ablasının kocası. Bu öyküde sanatsal unsurlar ağırlıkta olduğu için tasvirler biraz zorladı açıkçası. Eniştenin ve Yonğhe’nin psikolojisini de iyi anlamam gerekti. Üçüncü öykü beni tamamen Yonğhe’ye ve ablasına bağladı. Bu öyküde abla, aslında bir abladan çok son derece fedakâr bir anne rolünde bence. Ve fark etmişsinizdir, abladan hep ‘o (kadın)’ diye bahsediliyor. Son iki öyküde anlatıcı, yazarın kendisi aslında.

Çevirinizde karakterlerin Korece isimlerini okunuşlarıyla yazmayı tercih etmişsiniz. Ana karakter Yeong-hye'yi Yonğhe, onun kocası Cheong'u Conğ şeklinde ya da mesela akıl hastanesinin adını Çuksıong olarak yazmışsınız. Bunlar diğer dillerde de bu şekilde okunuşa göre mi yazılıyor?

Evet, mümkün olduğunca Korece okunuşlarını direkt Türkçe harflerle yazmaya çalıştım. Bunun ilk sebebi Korecenin kendine özgü bir alfabesinin olması. Bu alfabenin adı Hangıl. Bu sözcükten yola çıkarsak Korecede ‘ı’ gibi ‘ç’ gibi İngilizcede bulunmayan bazı harfler bulunuyor. Kitabı Türkçeye çevirdiğim için Türkçe harfleri tercih etmem doğal olsa gerek. İngilizcedeki harflerle yazıldığında Türkçe kullanıcılar bu kitabı okuyunca çok tuhaf telaffuzlar çıkar. Bu özel isimleri bir Koreliye doğrudan telaffuz edildiği gibi söylerseniz anlar. Ancak diğer türlü anlaması zor olacak ki biz en azından Latin alfabesi kullanmayan dillerin çevirisinde o dildeki sesleri ifadelendirirken kendi harflerimizi kullanmalıyız.

Tam tersini düşünelim, Korecede Latin alfabesindeki harfler nasıl yazılıyor?

Koreliler yabancı sözcükleri dillerine aktarırken kendi alfabeleriyle yazıyorlar. Ünlü markalardan örnek verecek olursam, ‘Coca Cola’ Korece harflerle ‘koka kola’ şekline yazılır. Kimse de bunu yadırgamaz ya da dalga geçmez. Ancak bizde yanlış bir algı var. Yazılı kullanacaksak ikisini de kullanmalıyız diye düşünüyorum.

Aslına bakarsak Koreliler de kendi isimlerini Latin harfleriyle yazarken ikilemde kalıyorlar. Maalesef hâlâ standartlaşamadı bu durum. Kişi isimlerinden yola çıkacak olursak Koreliler isimlerini Latin harfleriyle yazarken kendi istekleri doğrultusunda yani amiyane tabirle kafalarına göre yazıyorlar. Örneğin, Korecede çok sık kullanılan bazı soyadları vardır. Gim, Bag, İ, Çö gibi. ‘Gim’ Türkçede bu şekilde okunur ancak İngilizcede ‘gim’ sesi vermediği için ‘Kim’ diye yazarlar. ‘Bag’ da İngilizceye ‘Park’, ‘Pak’, ‘Bak’ gibi çeşitli şekillerde aktarılır. En çok görülen ‘İ’ soyadı İngilizceye genelde ‘Lee’ diye aktarılır ki bunu bir Türk okuduğunda tamamen farklı bir sözcüğe dönüşür. Bildiğiniz gibi şu anda Kore Devlet başkanı bir kadın. Haberlerde de sıkça duyuyoruz adını. Başkanın adı ‘Gınhe’, soyadı ‘Bag’dır. Ancak İngilizcede ‘ı’ sesine karşılık gelen bir harf olmadığından bu ses ancak ‘eu’ harfleriyle yazılıyor ve bu da bizim telaffuzumuzla tuhaf bir hâle dönüşüyor. Gınhe Bag şeklinde telaffuz edilmesi gereken isim maalesef Geunhye Park şeklinde okunup yazılıyor. Bu şekilde olunca bizim habercilerimiz de bu isimleri okumakta zorluk çekiyor.

Çevirmen Göksel TürközüBir standart olmadığını düşünürsek sizin neden böyle bir yol izlediğinizi merak ediyorum.

Açıkçası Korecenin diğer dillere transkripsiyonu standart hâle gelemedi henüz. Ben özel isimleri yazarken Türkiye’deki okurları düşündüm. Daha doğru telaffuz edilsin istedim. Ancak diğer dillere baktığımda örneğin Polonyaca da Yonğhe ismi ‘Yǒng-hye’ şeklinde yazılmış. Lehçede İngilizce hâli kullanılmış. Bu çevirilerin büyük kısmının Korece aslından değil de İngilizcesinden çevrildiğini sanıyorum.

Yazar Han Kang, kitabının İngilizce çevirmeni Deborah Smith'le çeviri üzerine çalışma süreçlerini şöyle anlatıyor: "Deborah, çevirisinin bitirdiği kısımlarını notlarıyla ve sorularıyla birlikte bana gönderdi. Ben de yanıtlarım ve kendi notlarımla o dosyaları kendisine tekrar ilettim. Hâliyle sonsuz bir yazışma döngüsüne girdik. Ama bu süreçten çok keyif aldım." Sizin bu şekilde yazarla iletişime geçme şansınız oldu mu?

Kitabı çevirirken maalesef yazarıyla iletişime geçme şansım olmadı. Açıkçası buna ihtiyaç duymadım. Ben Kore’de sekiz yıl yüksek lisans ve doktora eğitimi aldım. Bildiğiniz gibi halen Korece öğretiyorum. Bu sebeple çeviri beni çok zorlamadı. Kore kültürünü, Kore insanını yakından tanıdığım için onların ruh hâllerini de olaylar karşısındaki tutumlarını da tahmin edebiliyorum. İngilizceye çevirip büyük bir ödül alan Deborah Smith, 2010 yılında Korece öğrenmeye başladığını söylüyor. Kendi kendine iki yıl boyunca Korece çalışmış. Asıl alanı İngiliz Dili ve Edebiyatı. Koreceden İngilizceye çeviri yapanların çok az olmasından dolayı böyle bir yol tercih etmiş. Çevirisi pek çok Koreli eleştirmen tarafından da mükemmel bulunuyor. Ben bunu kendi anadiline ve edebiyatına hâkim olmasına bağlıyorum. İngilizcesindeki bu mükemmellikten dolayı ödüle layık görülmüş olsa gerek. Aksi takdirde iki yıl Korece öğrenerek böyle bir kitabı çevirmek mümkün olamaz. O yüzden bu başarıyı takdir etmek gerekir.

 Kitabın çevirisinde sizi en çok zorlayan ne oldu?

Bu kitabı çevirirken beni çok zorlayan bir şey yoktu. Bunu ukalalık olarak algılamanızı istemem. Sadece çeviri bittikten sonra yayınevi ister istemez İngilizcesi ile kıyaslama yaptığı için yayınevinin bazı soruları oldu. Ben de tekrardan Korecesine bakarak cevaplar verdim. Çevirisinde tek zorlandığım konu bir sözcüktü. Bu da Türkiye’de olmayan, Korelilerin fiziksel özellikleriyle ilgili bir kavram. Korelilerin genel olarak göz kapakları sürgüsüzdür -bu Azericede kullanılan bir kavram-. Yani gözlerimizi açıp kapatırken oluşan çizgi Korelilerde yok. Bu sebeple özellikle Koreli genç kızlar göz kapağı estetiği yaptırırlar. İngilizcede ‘single eyelid’ ifadesi var. Çizgisi olan göz kapaklarına yani sürgülü olanlara da ‘double eyelid’ deniyor. Bunun Türkçe karşılığını bulmak zor oldu. Bu sebeple yayınevi bu ifadeyi çıkartmayı tercih etti. Bu konuya google görsellerden bakabilirsiniz.

Genel olarak Korece üzerine konuşursak Türkçeyle dilbilgisel ve anlamsal olarak ne gibi farklılıklardan bahsedebiliriz? Tabii bu farklılıkların çevirmenleri ne tür sıkıntılara soktuğunu da merak ediyorum.

Korece bilindiği gibi Ural-Altay dil ailesinden. Bu sebeple Türkçe ile dilbilgisel farkları çok fazla değil. Yani bir Batı diliyle kıyaslanırsa Türkçe, Koreceye çok yakın. Cümle yapısı aynı örneğin. Anlamsal olarak deyimsel ifadeler, metaforlar, simgelerde farklılıklar var tabii. Ancak bunların da Türkçede karşılıkları bulunabiliyor. En büyük fark da Korecede yoğun olarak bulunan saygı ifadeleri olsa gerek. Yani bir insan damadına ya da eniştesine genel olarak “sen” diye hitap edemiyor. Saygı ifadelerini çevirmek de zor. Bir de zamirler arasında ikinci tekil şahıs zamiri Korecede çok karışıktır. Bunların çevirileri zor oluyor doğal olarak.

Korecede şahıs eki olmadığı için aslında tüm cümlelerde öznenin kullanılması gerekiyor. Ancak öznenin atıldığı durumlar da söz konusu tabii ki. Bazen upuzun bir paragrafta yazar ne özne ne de zamir kullanıyor. Bu durumlarda kimin özne olduğunu anlamak zorluyor çevirmeni. Kimi zaman metinden anlaşılıyor ama hep mümkün olmuyor tabii. Bir de orta yaş üzeri Koreli yazarlar şive kullanmayı çok severler. Bu kitapta şive yoktu ancak şu anda çevirisini yaptığım kitap şive dolu. Hem de Kuzey Kore şivesi.

Bir diğer konu da Korecede benzer anlamlı sözcüklerin çok fazla olması. Özellikle sıfat ve zarflarda bu durum söz konusu. Örneğin Korecede birçok ‘güzel’ sözcüğü var. Bir kadın için farklı bir sözcük, manzara için farklı bir sözcük, “Bugün hava güzel,” derken farklı bir sözcük kullanılıyor. Bu Korecenin kelime hazinesinin zengin olmasıyla açıklanabilir. Ancak dil öğrenirken ya da çeviri yaparken bu bolluk zorluk yaratabiliyor.

Romanda mesela hiç alışık olmadığımız malzemelerle yapılan yemeklerin adları -şabışabı (s.13), samgyobsal (sf. 13), miyogguk (sf. 16), gimçi (sf. ) bulgogi (sf. 21)- geçiyor. Bu kültürel farklılıklarla ilgili uyarlamalarınız oldu mu hiç?

Evet, yemek isimlerini genelde dipnotla değil de cümle içine yazarak halletmeye çalıştım. Dipnot kullanmamaya özen gösterdim ve bu yemek isimlerinde önce bazı açıklayıcı bilgiler verdim. Bu bilgiler Korecesinde yok tabii ki. Ama bunlarla ilgili bir uyarlamam olmadı. Olduğu gibi aktarmaya çalıştım. Ancak Korece öğretirken bazı uyarlamalarım oluyor.

Masada yemek yediklerini okurken aslında sandalye tepesinde olduklarını hayal ediyoruz istemsiz olarak ama Koreliler normalde yere oturarak yemek yiyorlar. Hatta yatakları da yerde. Bunun gibi farklılıklar da önemli, değil mi?

Günümüz Kore’si tamamen olmasa da büyük ölçüde batılılaşmış durumda. Bu konuda Amerika’nın etkisi çok büyük tabii. Yani bizdekine benzer bir durum. Eskiden onlar da bizim gibi yerde yemek yiyip yer yatağında yatarken artık bu giderek azalıyor. Evlerinin salonlarında yemek masaları, yatak odalarında karyolalar var artık. Eski bir romanı çevirecek olsam bu tür farklar önemli tabii ama bu öykülerde çok fazla kültürel farklar yoktu.

Bir de akrabalık ilişkilerini sormak isterim. Kitapta enişte, baldız, kayınpeder, kayınvalide, damat gibi çok bizden görünen ama aslında pek çok kültürde de var olan kelimeler var. Genel olarak Kore aile yapısında bu tür ayrımlar var mı?

Korecede akrabalık adları ve hitapları bizdekinden çok daha fazla. Yani soruda bahsettiğiniz kavramların hepsi var Korecede. Hatta Korecede cinsiyete göre değişiklikler olabiliyor. Yani kızların kullandığı ‘ağabey’ ve ‘abla’ hitaplarıyla erkeklerin kullandıkları farklı. Kore kültüründe büyük aile yapısı çok önemli olduğu için akrabalık hitapları da çok gelişmiş. Her ne kadar günümüzde hızla değişse de Kore ataerkil bir toplum ve aile bağları oldukça güçlü.

Bu bağlamda romana dönersek karakterlerin kendisinden bahsederken bile bunu üçüncü şahıs anlatımla yaptığını görüyoruz. Mesela enişte, baldızı Yonğhe ile telefonda konuşurken karısından yani Yonğhe'nin ablasından bahsederken kadının ismini kullanmıyor da "Ablan, Ciu'nun annesi..." (sf. 61) diyor. Araştırdığım kadarıyla bu şekilde üçüncü şahıs anlatım Korecede sık kullanılıyor. Daha doğrusu isim ve soyisimden ziyade o kişiyi anlatacak sıfatları tercih ediyorlar. Bu yüzden de metinde "damat", "baldız", "kayınvalide" gibi akrabalık sıfatları üzerinden ilerleyen sohbetlere rastlıyoruz. Damadına ismiyle hitap edemeyen bir kayınpeder var mesela. Çeviride bunun zorluklarını yaşadınız mı? Dipnot koymayı düşündünüz mü ya da bunları yok ettiniz mi?

Evet, Koreliler isim ve soyisimden ziyade farklı şahıs zamirleri ya da sıfatlar kullanıyor. Örneğin karı koca arasındaki hitaplardan biri en büyük çocuğun ismi ve anne ya da baba sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşur. Yani bu romanda ablanın çocuğunun ismi ‘Ciu’ olduğu için kocası karısından bahsederken ‘Ciu’nun annesi’ diye bahsediyor. Birbirlerine seslenirken de böyledir. Büyükler kendi çocuklarına seslenirken de en büyük torunlarının ismini kullanırlar. Bu tür hitaplar çok karmaşıktır Korecede. Bir kayınbaba damadına ismiyle hitap etmez Kore kültüründe. Zaten ilk öykünün anlatıcısı Damat Conğ’un ismi hiçbir yerde geçmiyor. Conğ ise soyismi.

Baldızın eniştesine "siz" diye hitap etmesi gibi dilsel farklılara ek olarak cinsiyet ayrımının da Korecede nasıl olduğunu anlatabilir misiniz?

Korecede bir büyüğe “sen” hitabı kullanılmaz. Ne kadar samimi olursanız olun yaşça büyük birisine ismiyle de hitap edilmez. Bu yüzden akrabalık ifadeleri akraba olmayanlar için de kullanılır. Bize benziyor bu durum. Yani bir pazarda yaşı büyük birine ağabey, amca, abla, teyze gibi hitaplar kullanılabilir. Esere dönecek olursak baldızın eniştesine “siz” diye hitap etmesi Korecenin kendi özelliğinden kaynaklanıyor. Belirttiğim gibi saygı ifadeleri var Korecede. Büyüklere saygı da Kore kültürünün olmazsa olmazlarındandır. Cinsiyet ayrımı da var Kore’de aslında ancak bu eserdeki “siz” hitabının bununla bir ilgisi yok. Kadın, Kore’de de maalesef yüz yıllarca ikinci planda kalmış. Ataerkil bir toplum ve bunda Konfüçyanizmin etkisi büyük. Bu tabii başka bir yerde daha ayrıntılı tartışılabilecek bir konu. Dilde cinsiyet ayrımından bahsedecek olursam bazı durumlarda kadınların kullandıkları kelimelerle erkeklerin kullandıkları kelimeler arasında farklar olabiliyor. Bundan biraz önce de bahsetmiştim.

Chaesikjuuija (Vejetaryen), Yönetmen: Lim Woo-seong, 2009Bu kitaptan uyarlanarak LimWoo-Seong tarafından senaryosu yazılıp yönetilen aynı adlı filmi de izlediniz mi? Çeviride bu filmdeki sahnelerden yararlandığınız yerler oldu mu?

Evet, aslında kitabı çevirirken izlemeyi düşünmüyordum ancak ikinci öyküyü çevirirken izlemek istedim. Kitaptan çok farklı olsa da yararlandığım sahneler oldu. Her ne kadar beynimde bazı imgeler canlandırmış olsam da sanatsal ifadeleri ve çiçek desenlerini filmde görsel olarak görmek istedim. Ancak filmdeki sırayla kitaptaki öykü sırası farklı ve pek çok şey hayal ettiğim gibi değildi.

Koreceyle olan maceranız nasıl başladı? Neden bu dili öğrenmek istediniz?

Ankara Üniversitesi DTFC Kore Dili ve Edebiyatı’nda lisansımı tamamladıktan sonra Kore’de eğitim aldım. Üniversite’ye 1990 yılında girdim. ‘88’de Kore’de Seul Olimpiyatları yapılmıştı. Daha öncesinde sadece Kore Savaşı’nı duyduğum için Kore’nin savaştan çıkmış fakir bir ülke olduğunu düşünüyordum. Ta ki Seul Olimpiyatları’nı televizyonda izleyene dek. O zaman Kore’nin oldukça gelişmiş olduğunu gördüm. Bölüm 1989 yılında eğitime başlamıştı. Böylelikle Korece okumaya karar verdim. Bölümün ikinci mezunlarındanım. O zamanlar Türkiye’de Kore pek tanınmıyordu. Bunun benim için hem avantaj hem de dezavantaj olduğu zamanlar oldu. Korece konusunda Türkiye’de öncü olmak ve eğitmen olmak istedim. Kore’de hem yüksek lisans hem de doktorasını yapan ilk ve tek Türk’üm.

Kore edebiyatından bahsetmenizi rica etsem. Tür, dil ve/veya tema olarak neler öne çıkar, kimler daha çok okunur?

Kore Edebiyatı maalesef şu ana kadar Nobel Edebiyat Ödülü ile taçlandırılamamış bir edebiyat. Man Booker Ödülü de Koreliler için son derece önemli. Bu ödüle bizden daha çok ilgililerdi. Kore Edebiyatında çok önemli, dünya çapında okunabilecek yazarlar, şairler ve eserler var. Dünyada çok tanınamamasının sebebini doğru ve güzel çevirilerin çok olmamasına bağlıyorum. 2000’li yıllara kadar Koreli yazarlar daha geleneksel eserler veriyorlardı. Yani şivenin çok olduğu, yerel öğelerin çok fazla bulunduğu eserler. Ancak 21. yüzyılda daha çok evrensel eserler yazılmaya başlandı. Bunu amaçlayan yazarlar da hızla arttı. Yerellikle evrenselliği uyumlu bir şekilde harmanlayan yazarlar da çoğalıyor. Roman türünün yanı sıra öykü de çok fazla yazılıyor Korecede. Öykü derlemeleri bizden daha çok yazılıyor diyebilirim. Bunun bir sebebi Kore’de öykü yarışmalarının çok olması. Kore’de yazar ya da şair olabilmek yani edebiyat dünyasına adım atabilmek için gazetelerin ya da edebiyat dergilerinin düzenledikleri yarışmalarda kabul görmüş olmak gerekiyor. Her kitap yazan yazar ya da şair olamıyor yani.

Peki, şiir ne durumda?

Şiir de çok önemseniyor Kore’de. Hâlâ her yıl çok sayıda şiir kitabı yayımlanıyor. Şunu söyleyebilirim, Koreliler hem yazmayı hem de okumayı çok seviyorlar. Bu konuya hem çok önem veriyorlar hem de eğitimde bu konulara ağırlık veriyorlar. Edebiyatta tema olarak günümüzde göç, yabancılarla evlilik, çok kültürlülük gibi konular işleniyor. Kurgu ve fantastik eserler de çok sayıda veriliyor. Kore’de son yıllarda en çok okunan yazarlar arasında kadınlar önde diyebilirim. Kadın yazarlardan Han Kang tabii ki şu sıralar yok satıyor. Gim Eran (Kim Aeran), Be Sua (Bae Suah), In Higyonğ (Eun Hee kyong), Gonğ Ciyonğ (Gong Ji-yong), Conğ Yuconğ (JeongYu-jeong), ÇöInyonğ (Choi Eun-young), Bag Vanso (Park Wansuh) gibi yazarlar da çok okunanlar arasında. Erkek yazarlardan Yi Munyol, Hoanğ Sogyonğ (Hwang Sok-yong), Co Conğne (Jo Jung-rae), İ Yonğdo (Lee Yeongdo), Gim Yonğha (Kim Young-ha) çok okunuyor diyebilirim.

Türkiye'deki dizilerin pek çoğunun Kore dizilerinden uyarlama olduğunu biliyoruz. Kiralık Aşk, Kocamın Ailesi, Kiraz Mevsimi, Paramparça, Adını Feriha Koydum gibi dizileri örnek olarak verebiliriz. Bu aynı zamanda iki ülke arasında benzer bir hedef kitlenin varlığına da işaret eder bana kalırsa. Edebiyat için de benzer bir durumdan bahsedebilir miyiz?

Kültürel benzerliklerimiz çok. Yukarıda da belirttiğim gibi aile bağları, büyüklere saygı gibi konular benziyor. Bu sebeple Kore dizileri bize çok yabancı değil. Benzer şeylere üzülüyor, benzer durumlarda seviniyor, benzer olaylara kızıyoruz. Dizilerin vazgeçilmezi olan aşk, entrika, hırs, ihanet gibi unsurlar bizde de seviliyor. Aslında edebiyat için de bu geçerli ancak maalesef bizde okuma oranı çok düşük. Bugüne kadar Koreceden çevirisi yapılan hiçbir eser ikinci baskıya gitmedi. Tabii yayınevlerinin de ilgisi burada önemli. Örneğin ortak bir çalışmayla Yi Mun-yol’un Değişen Kahramanımız adlı eserini çevirmiştik. Kitap tükendiği hâlde ilgili yayınevi ikinci baskısını yapmadı. Ancak Vejetaryen öyle olmayacak diye umuyorum ve hatta ikinci baskıya gidiyor diye biliyorum.

Edebiyatta da benzer durumlar var. Vejetaryen’in pek çok yerinde kendimizden bir şeyleri görebiliriz aslında. Kadına şiddet, erkek egemenliği, kadınların şiddete karşı bunalımı vs. Ben daha önce çevirisini yaptığım eserlerde de Türk kültüründen, Türk insanından bir şeyler bulabilmiştim. Gönül ister ki Türkiye’de daha fazla kitap okunsun, Kore edebiyatı da daha iyi tanınsın.

İki edebiyat arasındaki alışveriş ne durumda? Hangi yazarlar çevrilmeli, hangi kitaplar okunmalı?

İki edebiyat arasındaki alışveriş son yıllarda oldukça hızlı. Bu hız Kore’de daha yüksek. Kore’de bizim edebiyatımızdan oldukça fazla çeviri var. Gerek Türkçesinden gerek İngilizcesinden. Orhan Pamuk, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Elif Şafak gibi pek çok yazarımızın eseri Koreceye çevrildi. Biz Türkiye’de daha bu hızı yakalayamadık. Bugüne kadar Koreceden on bir roman, üç öykü derlemesi, dört de şiir kitabı Türkçeye kazandırılmış durumda. On bir romandan üçü başka bir dilden çeviri. Bu sayı çok az. Hoanğ Soggyonğ, Bag Vanso, Gim Eran, Conğ Yuconğ, Gonğ Ciyonğ, Co Sehi gibi yazarlar Türkçeye çevrilmeli diye düşünüyorum.

Koreceden çeviri yapacak çevirmen sayısının çok az olduğunu düşünüyorum, yanılıyor muyum? Bu durumu değiştirmek için neler yapılıyor ya da yapılmalı?

Evet, üzülerek söylüyorum, çevirmen çok az. Bir elin beş parmağını geçmiyor. Biz bunun için müfredâtımıza çeviri dersleri koyduk. Öğrencilerimizi bu alanda da yetiştirebilmek için. Üçüncü ve dördüncü sınıfta hem Türkçeden Koreceye hem de Koreceden Türkçeye çeviri eğitimi veriyoruz. Ayrıca 2017 yılı Türkiye - Kore diplomatik ilişkilerinin 60. yılı. Bu sebeple Kültür Bakanlığının Korece Çeviri Atölyesi kuracağını Kore Büyükelçiliği’nden duydum. Bu çok sevindirici bir gelişme. Çevirmen yetiştirmemiz gerekiyor. Yayınevlerinin de ilgisi artmalı tabii. Korece kitaplara daha çok ilgi gösterilirse ve maddi olarak daha tatmin edici tutarlarla çalışılırsa öğrencilerimiz de çevirmenliğe daha çok yönelebilir.