Vegan etik ve hayvan hakları

Sosyal alanda henüz karşılığını bulamamış olan hayvan sömürüsüz yaşam disiplini elbette yasa çerçevesinde tek kelime ile bile tanımlanmıyor

06 Eylül 2018 14:50

Hayvanlara ilgi duyan, onları besleyen, seven ve korumaya çalışan herkesin yolu bir gün veganlık kavşağına gelir. Kimisi okuyarak, araştırarak, kimisi yaşarken edindiği tecrübeyle… Ama mutlaka o kavşağa gelinir.

Peki, nedir bu “vegan” olma hâli? İlk ve en basit hâliyle “hayvanları yememek; hayvanların kendi yavruları için olan sütünü içmemek, dolayısıyla peynir, kaymak gibi ürünleri tüketmemek; hayvanların yavrusu olan yumurtayı asla bir gıda gibi görüp onunla beslenmemek; bal ve benzeri tüm ürünleri hayvanın kendisine ait olması nedeniyle gasp etmemek” olarak tanımlanabilir. Tabii, buna hayvanların ölümünden kalan derilerini, kemiklerini, yağlarını ve tüm parçalarını kullanmayı reddetmek de dâhildir.

Özetle bir vegan, hiçbir canlının ölü ya da diri vücut parçalarına ve vücudundan çıkan sıvı, katı maddelere talip olmaz. Aksine, bunların hayvanın yaşam hakkı ile buna bağlı olarak vücut bütünlüğü ve tamlığı içinde doğal ömrünü tamamlaması için bizzat korunması gerektiğine inanır.

Biber dolma sevmediğinizde kimsenin umurunda olmaz, ancak “Bir kuzuyu öldürüp yemem” dediğinizde, herkes birden sağlık havarisi gibi üstünüze gelir

Hayvan hakları, tüm hak mücadeleleri içinde en hafife alınan, fakat en ağır ve hiç bitmeyen, tatili olmayan bir mücadeledir.

Çünkü hayatımızın her ânında bir hayvan yaşamı ihlali vardır. Öyle ya da böyle. Totalde sokak hayvanları, kuşlar, egzotik hayvanlar, yaban hayvanları, av hayvanları, deneyde kullanılan hayvanlar, endüstriyel hayvanlar gibi isimlendirilseler de, nihai olarak hepsi “bir canlı” ve yaşamakta olan bir süjedir. İnsanlar kendi belirledikleri kullanım alanlarına göre onlara “mal” olarak isim vermişler.

Hayvanlara yakın olan, onların yaşadığını, üzüldüğünü, sevindiğini, korktuğunu, özlediğini fark edebilecek kadar şanslı (ya da bir başka açıdan şanssız) insanlar farklı süreçler içinde de olsa hayvan hakları mücadelesi içinde buluyor kendisini. Çünkü bir kez fark ettikten sonra, normal şartlarda bundan geri adım atabilmek pek de mümkün görünmüyor.

Bir hayvanla yakınlık kurarak, bir örnekten esinlenerek ya da tamamen kişisel rutini içinde hayvan dostu olan insanlar, sosyal alanda birbirlerini bularak örgütlenmeye başlıyor. Bu da hayvan koruma ve hayvan hakları hareketlerinin başlangıcı oluyor.

En yakın anlamıyla sokaklarda yaşayan ve belli bir kişi tarafından sahiplenilmemiş kediler, köpekler ve aynı çevredeki kuşlarla başlayan bu koruma hareketi, zaman içinde bu kadar görünür olmayan hayvanları da kapsamaya başlıyor.

Veganlık tüm bu hareketlerin genel olarak son noktası oluyor. Ancak düşünüldüğünde görülüyor ki aslında “ilk adım” ve “ilk nokta” olması gereken şey odur.

Hayvanı hiçbir şekilde sömürmemek, doğrudan ya da dolaylı olarak bu sömürüye katkı sağlamamak olarak da özetleyebileceğimiz veganlık, aynı zamanda etik bir duruş olarak da tanımlanıyor.

Vejetaryenlik: Bir geçiş mi?

Hayvanın mutlak ölümünü gerektiren “etini yeme talebi”nden vazgeçişle varılan aşama “vejetaryen”liktir. Yani bir hayvanın etini yemek için ölü olması gerekiyor; buna karşı çıkıyorsak, vejetaryen oluyoruz. Bunun iyi bir adım olduğu tartışılmaz. Ancak zaman içinde davada iyice pişenler anlıyor ki, son nokta olan (olduğu sanılan) veganlık için bu yanlış bir adım maalesef. Nasıl mı? Vejetaryen olmayı tercih eden insanlar “et” yemekten vazgeçtikleri için daralan beslenme halkasına yoğun olarak süt, peynir, tereyağı, bal, yoğurt, yumurta gibi hayvansal ama hayvan ölmediği için daha ahlakî görünen gıdaları ekliyorlar. Böylece sanılıyor ki hayvanın ölümüne sebep olmayan daha ahlakî ve iyi bir beslenme başlıyor. Tabii, bunu yaparken deri ayakkabı, kemer, kürk ve koltuk kullanımı; tıbbî ve kozmetik hayvan deneyleri sonucunda elde edilen makyaj ve temizlik malzemelerini kullanma hâli de çoğunlukla devam ediyor. Bir aşama sonra dolaylı sömürü de fark edilince, hayvanın ölümüne doğrudan sebep olmayan “et, süt, yumurta, bal vs.” gıdalar beslenme rutininden çıkartılınca, gerçekten asıl zor olan aşama başlıyor. Çünkü zaten vejetaryen olma aşamasında özellikle listeye alınan ve tek seçenek gibi alışılan tüm gıdalar da bu zincir içinden çıkmak zorunda kalıyor.

Bu nedenle de bir beslenme ve yaşam şekli olarak “hayvan hakları” ve “etik” nedeniyle adım atılacaksa ilk adım sanıldığı gibi vejetaryenlik değil, doğrudan veganlıktır.

Şiddetsiz yaşama biçimi: Veganlık

Gelelim, veganlığın ülkemizdeki ve dünyadaki durumuna. Öncelikle şunu söyleyelim, etik veganlık sadece bir tanımdır. Ahlakî nedenlerle başka bir canlının yaşama ve bütün olarak var olma hakkına duyulan saygıyı ve bu nedenle onların bu haklarını gasp etmemeyi ifade eder. Vegan beslenmeyi sağlık açısından tanımlayanlar da var elbette. Fakat hayvan hakları savunucularının gerekçeleri birincil olarak “hayvanların yaşama hakkı” dır. Ayrıca veganlık sadece beslenme rutini değil, diğer alanları da kapsayan bir terimdir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi deri kıyafetler, aksesuarlar ve hayvansal deney sonucu elde edilen kozmetik ve tıbbî ürünler bu alanlardır.

Veganlık tam anlamıyla bir şiddetsiz yaşama şeklidir. Her ne kadar totalde zaman zaman yanlış anlaşılsa da içeriği tam olarak kavrayabilenlerin mücadelesi ile her gün biraz daha anlaşılır ve seçilir bir yol olmaktadır. Gerekçesi ister sağlık ister etik ister sevgi olsun; nihayetinde hayvanın vücutsal ürünlerine, beden tamlığına ve canına kastedilmiyorsa, bu iyi bir gelişmedir.

Vegan seçim, ülkemiz şartlarında kolay olmasa da, kararlı ve içselleştirilmiş bir tavırla yaşanabilecek harika bir durumdur. Nihayetinde, hiçbir mücadele kolay olmuyor.

Hayvanların da bizler gibi korktuğunu, üzüldüğünü, sevindiğini, heyecanlandığını, özlediğini, kızdığını, sosyal duyguları olduğunu göz önünde tutarsak, vegan olmanın aslında iki canlı arasındaki en barışçıl ve iyi ahlaklı yol olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz.

Ne yazık ki çoğu kez, veganların bir sosyal oluşum; başka, üsttenci tavırları olan bir sınıf olduğu eleştirileriyle sıkıştırılmasına şahit oluyoruz. Bu da toplumda yeterince karşılığını bulamamış, ifade edilememiş olmanın bir sonucudur. İnsanlar tüm hayatları boyunca ve tüm sevdikleriyle aynı sofrada “et” yiyerek, “etin bayramını” yaparak geçen ömürlerinin bir noktasında “Onları yeme, sömürme, onlar canlı” cümlesini hazmedemiyorlar. Bu nedenle veganların da kendilerini bu yüzleşmeyi daha erken yaşadıkları için diğer herkesten daha üstün gören tavırlarla yaklaşımını hayvan hakları mücadelesinin temeli olan “veganlık” için kendi adıma tehlikeli buluyorum.

Yeryüzü milyonlarca çeşit gıda ile doluyken, sadece hayvanları öldürmek, sömürmek için mazeret üretmenin tek anlamı bencilliktir. Ya onları öldürerek yaşamayı tercih eder insan, ya da hiçbir canlının hayatına kastetmeden sürdürür kendi yaşamını

Vejetaryenlik bile yeni yeni anlaşılıyor ne yazık ki. Çoğu ortamda vejetaryen ve veganlarla dalga geçmek artık mutat bir durum. Sevimsiz ama gerçek. “Ay kusura bakma, et yemeden yaşayamam,” “Aman, senin yanında da ayıp oluyor ama,” “Mangal keyfinden de vazgeçemem” gibi sığ ve üzgünüm ama biraz da cehalet içeren yaklaşımlar artık kabak tadı veriyor. Et yemeden de elbette yaşanır; et yendiğinde başka canlıların ölmesi gerekiyor. Benim yanımda (bizim yanımızda, veganların yanında) et yendiğinde ayıp olmuyor, çünkü bizler onların yaşayan hâlini seven insanlarız ve ölülerinin yendiği yerde sadece huzursuz oluruz, o ayıp kişilerin kendi içlerindeki yüzleşememe hâlidir.

Ancak ne olursa olsun, toplumda hayvan haklarını önemseyen, hayvan haklarını doğru tanımlayarak mücadele edebilen insan sayısını arttırmak zorundayız. Bir canlının diğerini kendi menfaatleri doğrultusunda tanımlaması ve sömürüye uygun, vicdan ve etiği devre dışı bırakan konumlandırmalar yapması, yaşananların doğru olduğu anlamına gelmez. Çoğunluğun böyle düşünüyor ve davranıyor olması da aynı şekilde bir şeyin doğruluğu için gerekçe olarak gösterilemez.

Hangi gerekçeyle olursa olsun, insanların vegan olması güçlü bir dileğimizdir. Tadını sevmediği için, sağlığına dokunduğu için ya da tamamen etik nedenlerle kişinin vegan olması bir kazançtır. Hiçbir canlının, havyanın sömürülmediği, güçsüz olduğu için ezilmediği bir yaşam herkesin hayalidir.

Veganlık sadece bir diyet değildir

Tarihe geçen pek çok politikacı, sanatçı ve bilim insanının vegan olduğundan sıkça bahsedilir mücadele içinde. Bu, iyi örnekleme yapmak için doğru bir stratejidir.

Toplumun çoğunluğu için günlük zevkinden fedakârlıkla eş anlama gelen veganlık tam da bu nedenle çok sert saldırılara uğrar. Bu saldırıların bazıları, yukarıda da değindiğimiz gibi, “Aç mı yaşıyorsunuz? Denizden babam çıksa yerim valla! Aman, etsiz bir hayat olamaz” şeklinde sadece menfaat ve alışkanlık içeren türdendir. Ama daha öteye giderek, veganların sağlıksız, hastalıklara karşı savunmasız olduğunu, tıbbî bakımdan bunun olamayacağını öne sürenler de az değildir. Biber dolma sevmediğinizde kimsenin umurunda olmaz, ancak “Bir kuzuyu öldürüp yemem” dediğinizde, herkes birden sağlık havarisi gibi üstünüze gelir. Ben bu eğilimi kendi adıma “yüzleşemedikleri nefisleri” yerine başkasına saldırmak olarak tanımlıyorum.

Hele ki etik nedenlerle, hayvanları yaşarken sevmek ve onların hayatını korumanın insanî bir ödev olduğu bilinciyle veganlığı tercih edenler için sağlık, alışkanlık vs. gibi nedenler asla tartışma konusu bile olamaz. Neden benim yaşamam için bir canlı ölsün ki? Böyle bir hak ve haddi nereden buluyoruz?

Sürekli protein hesapları yaparak da tatsızlaşıyor hayat. Kimseye beslenme listesi vermek gibi bir görevimiz yok. Yeryüzü milyonlarca çeşit gıda ile doluyken, sadece hayvanları öldürmek, sömürmek için mazeret üretmenin tek anlamı bencilliktir. Ya onları öldürerek yaşamayı tercih eder insan, ya da hiçbir canlının hayatına kastetmeden sürdürür kendi yaşamını.

Normal şartlarda vücudun ihtiyacı olan günlük “su” miktarını bile tüketmeyen milyonlarca insan, vegan beslenmenin sağlıksız olduğunu iddia edebiliyor. Trajik değil mi?

Oysa her yöntemle ve her fırsatta bu hayvanların hangi şartlarda tabaklara geldiğini anlatan yüzlerce aktivist ve medya kuruluşu var. İnanılmaz işkencelerle üretilen, nakledilen, kendi pislikleri içinde korkular, hastalıklar içinde oradan oraya sürüklenen bu zavallı hayvanları “yemek” olarak görmek de ayrı bir tavır. Kanatlılar ve toynaklılar bu konuda en şanssız durumda olanlar. Tabii, bir de balıklar var. “Ee, balık da hayvan mı” diye sorular gelir ki sık sık, ki hakarete yaklaşmadan cevap vermek zordur. İlkokuldan itibaren “hayvan nedir” diye öğretilmesi gerekiyor belki de...

Maalesef, bunu hayvan sevenler ve hayvan koruyanlar da sıklıkla yapıyor. Yedikleri, kullandıkları hayvanları “hayvandan saymamak” işlerine geliyor. Uzman adıyla ve unvanlı bir sürü kişi, medya üzerinden ısrarla hayvan sömürüsünü övüyor. Ne yazık ki, çoğu kez yalan olduğunu bile bile.

Protein, sağlıklı beslenme ve sair konuların uzmanı değilim; bu konunun uzmanlarına kulak vermek gerek. Âdil ve dürüst pek çok beslenme uzmanı hayvansal beslenmenin “sağlıksız” olduğunu alenen söylüyor. Ne var ki, büyük ekonomik tröstlerin ve sosyal alışkanlıkların (kimi zaman inançların) karşısında bu sesler zayıf çıkıyor. Fakat küresel ısınma ve bilimsel gerçeklerin artık saklanamayacak ölçüde sonuçlarını göstermeye başlamasıyla, veganlık bir seçimden öte mecburiyet hâline geliyor tüm insanlık için.

Hayvan hakları savunusu içinde veganlık henüz taşları yerine tam oturtulamamış bir tanımlama üzerinde duruyor

Veganlık bir diyet değildir, biz hayvan hakları ve yaşam savunucuları için. Ayrıca sadece gıda ile ilgili de değildir. Tıbbî deneylerde kullanılan hayvanların yaşadığı akıl almaz acılarla elde edilen ilaçları; kozmetik deneylerde gözleri kimyasallarla yakılarak kör edilen hayvanların acılarıyla elde edilen makyaj malzemelerini; canlı canlı parçalanarak kürkleri, derileri alınan hayvanların kullanıldığı giysi ve aksesuarları reddetmek de vegan etiği içinde yer alır.

Sonuç olarak, ülkemizde ve dünyada veganlık hızla artıyor. Ülkemizde vegan kültürünü yaygınlaştıran işletmeler giderek daha çok tercih ediliyor ve güçleniyor.

Bir canlının yaşamını gasp ederek kendi yaşamını çoğaltmak istemeyen etik savaşçılar da hızla çoğalıyor. Bunu umut ve memnuniyetle izliyoruz. Ancak hayvan hakları savunusu içinde veganlık henüz taşları yerine tam oturtulamamış bir tanımlama üzerinde duruyor. Biraz daha çabalayacağız demektir bu. Veganlıkla hayvan haklarının ne alakası var cümlesi hâlâ kurulabiliyor örneğin.

Uzak Doğu’da kedi, köpek kesilir, kızartılır, yenirken tepki gösterenlerin; bizde minicik kuzuların “kapama,” “kuyu” gibi isimlerle masalarına yemek olarak gelmesinden rahatsızlık duymamasını en iyimser ifadeyle “bilinçlenme seviyesinin tamamlanmamış olmasına” bağlayabiliyoruz.

Toplumda menfaatçi insanlar genellikle sevilmez, değil mi? Kendi menfaati için başkalarını harcayanlara iyi gözle bakılmaz. Peki, aynı durum bizimle hayatı neredeyse her alanda birebir paylaşan hayvanlar söz konusu olunca, neden iki yüzlü bir yaklaşım çıkıyor ortaya? Sonuçta kendi menfaati için başka bir canlıyı öldürüp yemek, ölene kadar tüm varlığını sömürmek değil midir? Yani menfaatçilik değil midir? İşte, toplumu bütün bu çelişkileriyle yüzleştirmek zorundayız.

Bir de daha sığ seviyede “Biz bunları kesmez, yemezsek her yeri sararlar” itirazı var ki akıllara zarar. Bunu söyleyenlerin, bu hayvanların kendi kendine çoğalmadığından haberleri yok. İnekler, tavuklar, kazlar, balıklar, koyunlar ve bu alanda kullanılan tüm hayvanlar, insan yapımı alanlarda güneş yüzü görmeden, rahatça sağına soluna bile dönemeden, yarı aç yarı tok, acı ve hastalıklar içinde çoğaltılıyor. Endüstriyel zulüm hakkında fikri olmadan bunları söyleyenlere de bu konuda filmler, kitaplar ve makaleler tavsiye edilir. (Earthlings filmi ısrarla ve özellikle tavsiye olunur.)

Günümüzde hayvan haklarının köpekler, kediler, nispeten de son zamanlarda kuşlar ve egzotik hayvanlar üzerinden savunulmasının ağırlıkta olduğu bir süreçten geçiyoruz

Hayvan haklarını savunuyorsak ve bu konuda bir iddiamız varsa, gelebilecek her türlü yerli yersiz eleştiriye karşı kesinlikle “çelişkisiz” olmak durumundayız. Hayvan haklarını savunuyorum derken, “Köfte de yerim pirzola da; balıktan da vazgeçemem; sütsüz balsız, deri kemerim, kürküm olmadan yaşayamam” diyen biri, mücadele için son derece tutarsız ve yanlış görünmektedir.

Earthlings, Yönetmen, Shaun Monson, 2005Hayvan haklarında en önemli adım olan veganlık genellikle gösterilmeye çalışıldığı gibi tatsız tuzsuz bir yaşam şekli değildir. Kaldı ki hayvanları seven bizler onları koruyabilmek için “tatsız tuzsuz” bir yaşamdan da çekinmeyiz. Çünkü hak savunusunda dürüstlük önemlidir.

Günümüzde hayvan haklarının köpekler, kediler, nispeten de son zamanlarda kuşlar ve egzotik hayvanlar üzerinden savunulmasının ağırlıkta olduğu bir süreçten geçiyoruz. Hayvan haklarını savunan hiç kimse ölü hayvanın etine yemek diye talip olamaz; ölümünden kalan derisine, kemiğine, sıvılarına talip olamaz; kendi türünün yavruları için doğal olarak ürettiği sütüne, balına talip olamaz. Bu kadar kesin ve net. Kişi bunu başarabilir ya da başaramaz. Herkes için aynı yoldan ilerlemeyebilir mücadele. Ama teorik olarak gerçek budur.

Çünkü biraz yaşasın, biraz ölsün gibi bir seçenek yoktur havyanlar için. İnsanlar ahlakî olarak başka bir canlının yaşama ve var olma hakkına saygı duymalıdır. Kaba bir tahakkümle insan olmayan canlılara yönelen bu yok edici, zulmedici menfaatçi tavra karşı da bizler varız. Yani hayvan ve yaşam hakkı savunucuları.

Yasalar ne diyor?

Yasal açıdan bakarsak, durum hiç iç açıcı değil maalesef. Sosyal alanda henüz karşılığını bulamamış olan hayvan sömürüsüz yaşam disiplini elbette yasa çerçevesinde tek kelime ile bile tanımlanmıyor.

2004 yılında yürürlüğe giren 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu hayvan tanımından başlayarak son cümlesine kadar sayısız ihlal içeren bir metindir. Bu nedenle yıllardır yasal düzenleme çalışmalarını aktif olarak izliyor ve bunlara katılıyoruz. Bahse konu kanun ağırlıklı olarak sokak köpek ve kedilerinin kasten öldürülmemesini, aç susuz bırakılmamasını kabaca tanımlıyor ve sonrasındaki her hükmünde “av koşullarını, deney şartlarını, tehlikeli hayvanın nasıl öldürüleceğini, zararlı hayvanların nasıl yok edileceğini” belirleyen hayvan karşıtı söylemleri içeriyor. Hukuk sistemimizde hayvanların “mal” olarak görülmesi de cabası tabii. Kanunda sirk, hayvanat bahçesi, yunus parkları, petshop’lar gibi esaret ve ölene kadar zulüm içeren yapılar hakkında da koruyucu tek bir hüküm bile yok.

Böyle bir kanundan vegan bir tavır elbette beklenemez. Aksine, yasa, “refahçı” (hayvanların insan kullanımına sunulurken sağlıklı mal, iyi et, leziz yumurta, temiz gıda olması için çalışmak) yaklaşımlarıyla doludur.

Şu aşamada hayvan hakları savunusunun altını doldurarak, kaypak tartışmalardan uzak kalarak, yaşama hakkı dışında gerekçeler aramadan ve hiçbir hak savunusuyla alakası olmayanların sulandırmasına izin vermeyerek dostlarımızı korumaya devam edeceğiz.

“Maydanozun da canı yok mu, onu da yeme” diyenlere gülümseyerek “Sen senin gibi acıdan, bıçaktan kaçan, yavrularını korumaya çalışan, doğrudan senin gibi bir canlıyı çatır çatır yemediğin gün bunu tartışabiliriz” diyoruz. Doğrusu da budur.

Herkesin bir aşma noktası ve idrak ânı vardır. Hayvanları koruyabilmek için bu ânın bütün insanlara çok çabuk denk gelmesini diliyoruz. Dilemekle kalmıyor, her gün yeniden anlatıyor, her an ilk cümlemiz gibi başlıyoruz. Çünkü hayvanların gerçekten başka şansları yok. Tüm insanlığın vegan olduğunu görmek elbette mümkün olmayacak ama imkânsız olmadığını da bilmek güzel.

Herkesin başka bir canlıyı ölesiye sömürmekten kaçındığı, yaşam ve güzellikle dolu günleri hepimiz hak ediyoruz. Tüm canlı dostlarımızla birlikte.

 

 

*Av. Hülya Yalçın: Hayvanlara Adalet Derneği HAD Başkanı
İstanbul Barosu (SEM) Öğretim Görevlisi
Türkiye Barolar Birliği Hayvan Hakları Kurulu DM üyesi