Unuttuğumuz kitaplar

Dünyaya iştahla açıldığımız yıllardaki ruh halimizle kitap okumak başkadır, olana bitene bıkkınlıkla baktığımız zamanlardaki ruh halimizle okumak başkadır; “aynı kitap asla iki kere okunmaz” dense yeridir.  

14 Şubat 2019 10:00

 

Yıllar önce okuduğum bazı kitapların konusu neydi, kahramanları kimdi, ne gibi olaylar anlatılıyordu, hemen hepsi hafızamdan çoktan silinip gittiği hâlde onları okuduğum zamanki duygularımı, ruh hâlimi, aldığım hazzı bugünmüş gibi hatırlıyorum. Üstelik imrenerek hatırlıyorum; şimdilerde kitap okurken öyle bir hazzı pek seyrek duyduğum ya da kitapların içine o yaşlardaki gibi bodoslama dalamadığım, belki de kitaplar vasıtasıyla içinde bulunduğum andan, yaşadığım dünyadan o yaşlardaki gibi hop diye kopamadığımdan. Bu değişim belki yaşla ilgili, belki de kitaplarla kurduğum ilişki farklıydı o zamanlar. Hepten değişmediyse de, sanırım çeşitlendi kitaplardan beklentilerim.

Çocukluk ve ilkgençlik yıllarımdan söz ediyorum. Bu iki dönemi ayrı ayrı anmamın özel bir nedeni var: Çocukluğumdan hafızamda yer etmiş imrenerek hatırladığım okuma anları en çok yaz tatillerinden, yayla evimizdeki öğle uykusu saatlerinden. Işıklı hatıralar. Bahçedeki ağaçların yapraklarına vurduğunda yeşilin türlü tonlarını saydam mı saydam kılıp neredeyse sarıya çeviren bir ışık hâkim o yaşlardaki hatıralarıma, kitapların saman kâğıdı sayfaları da sapsarı ya da saat az biraz daha ilermişse tupturuncu.

Sonraki yıllardan hatırladıklarımsa daha çok okul zamanlarındaki okuma anlarım. Gene okuduğum kitabın hangisi olduğundan emin değilim, unutmuşum, ama o anlar hafızamda çok canlı. Gece karanlığı, ödevler yalapşap yapılmış, uzanmış kitap okuyorum, yatma saati çoktan geçtiği halde üç-beş sayfa daha, kitap çok sarmışsa üç-beş sayfa yetmeyecek, ertesi sabah yataktan kalkmak kolay olmayacak, varsın olmasın! O yaşlarda da yaylaya giderdik, gene öğleden sonraları bir dolu kitap okudum, gene ışıklıydı ortalık. Ama yazlar değil de okul zamanlarındaki okuma anlarım kalmış aklımda.

Buradan bakınca kendimizden (bulunduğumuz andan) dışarı çıkmak için okurmuşuz, daha doğrusu bunun gerçekleştiği okumalar daha bir başkaymış gibi geliyor insana. Necatigil de vurgular ya: “Bizi kimi kitaplara, mektuplara, yapılara/ Çeken, kendimizden dışarı çıkmak”. Muhtemelen öyle ama her zaman değil.

Bazen de, dışarı çıkmamızı değil, tersine içeri girmemizi sağlar kitaplar. O roman, öykü ya da şiir birebir bizi ya da bir benzerimizi anlattığı için iç dünyamızın derinlerinde hissetmeyiz kendimizi. Çok zaman okuduklarımızın bizim iç dünyamızdaki dehlizlerle ilgisi bile yoktur, ama bir insanın iç dünyasını deşmenin somut bir örneğidir önümüzdeki – kaçış yollarını kapatır insanın, bu bile yetebilir bazen, ya da bilmediğimiz bağlantıların varlığını gösterip daha içerilere süzülmenin nasıl bir şey olduğunu fark etmemizi, hissetmemizi sağlar. Bizi kendi içimize buyur eden kitaplarda anlatılanlar, her zaman bilmediğimiz bir “iç”e dair de değildir, gayet iyi biliyoruzdur bazılarını, ama sadece kendimizin bildiği, başkalarına çaktırmadığımız bir şey olduğunu sanıyoruzdur ve bir kurmaca karakterde bunun çok benzerine rastladığımızda, yakalanmış gibi oluruz. Yazarın gidiş yolunu örnek alıp onun attığı adımlarla açtığı patikaya kendimizi vurduğumuzda, hem bir başkasının dünyasına (“kendimizin dışına”) hem bizzat kendi dünyamıza girmekteyizdir. Az bulunur bir deneyimdir bu. Belki sadece çok yakın ilişkilerde mümkündür.

Kitaplarla bulunduğumuz andan, bulunduğumuz yerden çıktığımızdan şüphe yok (içeri ya da dışarı), ama aynı zamanda belki de o ânı daha yoğun, daha derinlemesine yaşamamıza da imkân sağlıyor okumak. O anda okuduklarımdan aklımda pek bir şey kalmadığı halde o okuma ânını açık seçik, ayrıntılarıyla hatırlayabilmem –ister ışıklı bir gün ister kasvetli bir akşam olsun– bunun bir göstergesi belki de.

Bizi biz yapan –unuttuğumuz– kitaplar

Bazı kitaplar bizim için apayrı bir yerde durur; öyle böyle etkilenmemişizdir, onları okumamış olsak hayat görüşümüzün şimdikinden çok farklı olacağını düşünür, bizi biz yaptıklarını savunuruz – fikrimiz, duygu dünyamız, dilimiz, sözümüz, dağarcığımız, baktığımız yer, bakış açımız bir hayli değişmiştir o kitaplarla. Sıkça anarız bu kitapları, bazen yeniden okur, bazen kıyamayız (her zaman etkisinin geçtiğini fark etme riski vardır), sözü bu kitaplara getirmeyi severiz, onları okumuş, bizim gibi çok sevmiş olanlarla uzaktan akrabalığımız varmış gibi gelir, okumayanların illa okumasını isteriz… Beri yandan bizi biz yapan bu kitapların tam bir listesini yapmak pek de mümkün değildir; birçok kitabı okuduktan az ya da çok sonra unuttuk gitti[1]; aralarında okuduğumuzu, ya da konusunu, kahramanlarını, olay örgüsünü vs unutmuş olmamıza rağmen bizi derinden etkilemiş olanlar da bulunuyor olmalı. Üstelik hangi kitabın bizi nasıl etkilediğini hatasız, eksiksiz biçimde bilmemiz de mümkün değil. Bu yüzden bizi biz yapan kitaplardan söz ettiğimizde (ya da kitaplar ve okuma deneyimimiz üzerine düşünür, konuşurken) unuttuğumuz kitaplara da bir pay bırakmak, onlara da yer ayırmak lazım, önemlice bir yer belki de. “Yer” değil de, “boşluk” belki. Kitapseverliğin şanındandır eskiden okuduklarımız hakkında konuşmak, yeniden okumak gibidir o kitapları (insana böbürlenme imkânı vermesine değinmiyorum), belki biraz da zamanda yolculuğu andıran yanları vardır, gene de bunlardan konuşurken kesinlikli sözler söylemek yerine bizi farkında olmadan çok etkilemiş kitaplar olabileceğini de hesaba katmak okuma deneyiminin doğasına sanki daha uygun görünüyor.

Hatırlayamadığımız kitapların neden olduğu “boşluk”, henüz okumadığımız kitapların yer aldığı uzaya komşu olsa gerek. Çoğu zaman okumakta olduğumuz kitabı vakti zamanında okuduğumuz (ve unutmadığımız) kitaplarla tartmaya meyilliyizdir, yeni olanın kolay kabul görmeyip yadırganması biraz da bu nedenledir. Oysa bir kitabı anlama çabamızın daha önyargısız olabilmesi, ancak eski okumalarımızla oluşan değer yargı ve ölçütlerimizin göreli ve sınırlı olduğu fikrine pay bırakmamızla,  okumadığımız kitapların uzayını (boşluğunu) kabul etmemizle mümkün. Bunu kabul ettikten sonra yeni olana açılabiliriz – yeni olan da bize açılabilir. Unuttuğumuz kitapların boşluğunu kabul etmek de bunun bir parçası gibi görünüyor bana.

Bu boşluğu bırakmaya bir nedenle daha ihtiyacımız var: Kendi okuma deneyimimizden söz ediyor da olsak dış etmenlerin hafızamız üzerindeki belirgin etkisinden ne ölçüde bağışık kalabildiğimiz tartışmalı. Dolaşımda olan, hakkında sürekli yazılan çizilen, konuşulan kitapları unutmak pek mümkün değil. Hatırladıklarımız illaki popüler kitaplardır, demek istemiyorum, dost ahbap çevrelerinde, kendi mahfillerimizde sınırlı sayıda insanlarla da olsa sıklıkla andığımız kitaplar hâliyle daha çabucak aklımıza gelecektir; hele bir kere bazı kitaplardan bizi biz yapan kitaplar diye söz etmişsek, bu bahis açıldığında aklımıza ilk olarak daha önce andığımız kitapların gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Andığımız kitapları yineleyip durdukça unuttuklarımız daha da derinlere gömülecek, listemiz de zihnimizde giderek daha sabit, geçirimsiz bir hâl alacaktır. Yazarlara yapılan söyleşilerde onları en çok etkileyen kitaplar sorulduğunda çoğunlukla aynı kitaplardan söz edilmesi de biraz bundan sanırım. Yazarlara sorulan yazı dünyalarını etkilemiş kitaplardır; benim sözünü etmeye çalıştığım daha farklı; düşüncelerimizde, duygularımızda derinden etki bırakmış kitaplar, ama hatırlama mekanizmasının bu iki durumda çok farklı çalıştığını sanmıyorum.

Kitapları unutmak, hatırlamak bahsi on sekiz yaşında okuduğum bir romanı aradan on beş yıl geçtikten sonra yeniden okuduğumda aklıma düşmüştü ilk olarak. O romanı okuduğumu unutmamıştım, ana hatlarıyla konusu, başkahramanı, olay örgüsü aklımdaydı. İkinci okuyuşumda beni en çok şaşırtan romanın kahramanının düşünce biçiminin, bakış açısının bana ne kadar yakın geldiği oldu, altını çizdiğim satırlar da keza yıllar içerisinde kendi fikrim, hissiyatım olduğunu ileri sürebileceğim önermeler, iddialar, tespitler içeriyordu. Bununla kalsa iyi; cümle yapıları ve anlatının tonuyla kendi yazdıklarım arasında da yakınlıklar fark etmiştim. Romanı çok severek okumuştum, ama doğrusu bana o sıralarda en çok etkilendiğim kitaplar sorulduğunda hemen anacağım bir yapıt değildi.

Sanırım bizi biz yapan –unuttuğumuz– kitapları hatırlamanın yolu yeniden okumak. Gelgelelim kaç kitabı yeniden okuyabiliriz, hele ki günümüzde yayımlanan kitap sayısının sürekli arttığını düşünürsek. Sıra nadir olarak eskiden okuduğumuz bir kitabı yeniden okumaya geliyor. Gene de şansımız varsa bir vesileyle bazı kitapları yeniden okuyabiliyoruz ve bu kitap vakti zamanında bizi derinden etkilemiş, kendi yol ve yordamınca zihnimizde, duygu dünyamızda bir şeyleri biçimlendirenlerden olabiliyor. Bu durumda sadece bir kitabı yeniden okumuş olmuyoruz, bir anlamda kendimizi de okuyoruz – baştan sona değil, hepi topu birkaç sayfamızı, birkaç cümlemizi.

Ne var ki ikinci (ya da yeniden) okumanın her zaman bizi böyle şaşırtan, kendimizle ilgili yeni bir şeyi fark etmemize yol açan etkisi olmayacağını da akılda tutmak lazım, hatta çok zaman ince bir sukutuhayaldir bekleyen bizi. İlk okuduğumuzdaki kadar çarpılmayabiliriz mesela, yıllar boyunca o kitabı ne çok gözümüze büyüttüğümüzü düşünebiliriz. Durumdan olumlu sonuçlar çıkarmaya ayarlı zihnimizden okuma zevkimizin değiştiği, geliştiği geçer, ama uğradığımız sukutuhayalin yegâne nedeni bu değildir. Her okuma eylemi o âna kayıtlıdır, o ânın koşulları içinde gerçekleşmiştir. Biz eski biz olmadığımız gibi, okuduğumuz ortam da aynı değildir, ya da kitap okumanın bizim dünyamızdaki yeri aynı kalmamıştır. Dünyaya iştahla açıldığımız yıllardaki ruh hâlimizle kitap okumak başkadır, olana bitene bıkkınlıkla baktığımız zamanlardaki ruh hâlimizle okumak başkadır; “aynı kitap asla iki kere okunmaz” dense yeridir.  

 


[1]Cemal Tunçdemir, T24’te “Kitaplarda Okuduklarımızı Unutuyorsak Hâlâ Neden Okumalıyız?” başlıklı yazısında kitapları unutmak-hatırlamak bahsini ayrıntılı olarak tartışıyor. https://t24.com.tr/yazarlar/cemal-tuncdemir/kitaplarda-okuduklarimizi-unutuyorsak-hala-neden-okumaliyiz,21516Özellikle nörolog Maryanne Wolf’tan yaptığı şu alıntı yürek ferahlatıcı. “[Wolf] insan beyninin, kişinin farkında bile olamayacağı muazzamlıkta bir depolama kapasitesi olduğuna dikkat çeker. Hafızamız bu depolardan spesifik bilgileri bulup getirmese de okuduklarımızın hepsi oradadır ve birbirleriyle kurdukları ağlarla bir şekilde bizim düşünme kapasitemiz üzerinde fonksiyon icra etmeye devam ederler.”