Unamuno’yu anımsamak

Ne zaman aydının iktidar karşısındaki, hele de baskıcı bir iktidar karşısındaki durumu söz konusu olsa, adı ilk aklıma düşen şahıslardan biridir Miguel de Unamuno...

19 Mayıs 2016 13:59

İşleri, idealinde varoluş sebepleri düşünmek olan, düşündüklerini ifade ettiklerinde de soruşturmaya, kovuşturmaya maruz kalan, özgürlükleri kısıtlanan Esra Mungan, Kıvanç Ersoy, Muzaffer Kaya ve Meral Camcı, aynı sebepten üniversitesiyle ilişiği kesilen, ekmeğiyle oynanan Aslı Vatansever, mesleklerini yapma gayreti nedeniyle adliye koridorlarını arşınlayan Can Dündar, Erdem Gül ve bu insanların benzeri yüzlercesi, binlercesi için...

Ne zaman aydının iktidar karşısındaki, hele de baskıcı bir iktidar1 karşısındaki durumu söz konusu olsa, alması gereken tavır, geliştirmesi uygun düşen tepki tartışılsa adı ilk aklıma düşen şahıslardan biridir Miguel de Unamuno, -şüphesiz başkalarına haksızlık etmeksizin- yurtdışından Howard Zinn, Eduardo Galeano, bizden Nâzım Hikmet, Yaşar Kemal, Aziz Nesin gibi isimlerle birlikte. Ne mutlu ki, İnsanlığın tarihi, dünyanın ahvali, ortalığın halleri hasebiyle sık sık hatırlama imkânım olur bu kişileri ya da onlar gibilerin erkek ya da kadın kardeşlerini!

Kısa bir süre önce en bilinen yapıtları Sis ve Yaman Adam’ın tekrar basımları nedeniyle (Nisan 2016) bir kez daha anımsadım Unamuno’yu, hatta Sis’i belki 20-25 yıl sonra yeniden okudum; felsefi derinliğine, çarpıcı kurgusuna, yazarın romanın son sayfalarında doğrudan metnin içine dalarak, kendi yarattığı kahramanla diyaloga geçerek “Edebiyat nedir” tartışmasına girmesine, bir açıdan sanat mı hayatı taklid eder, yoksa hayat mı sanatı taklid eder ikilemi üzerine kafa yormasına, üstelik tüm bunları yaklaşık yüz yıl önce, henüz 1910’larda yapmasına hayranlık duyarak.2 Ve tabii kimi seçkin, klasik sıfatına hak kazanmış metinlerin araya yıllar koyarak tekrar tekrar ele alınması gereğine inanarak...

Sis, Miguel de Unamuno, Çeviri: Behçet Necatigil, Can YayınlarıBu, Unamuno’nun edebiyatçılığı, ya siyasi tutumu, kimliği? Gerek yayına hazırlayanlar, gerekse her iki kitabın çevirisini üstlenen edebiyatımızın büyük ustası Behçet Necatigil değinmişler Unamuno’nun kişiliğinin bu boyutuna, doğal olarak yerleri el verdiği ölçüde, yani üç-beş satırla. Bu anlamda anlatılmaya değer, aktarılması gerekli birşeyler olduğuna inandığım için onların kısa tuttuğu, ister istemez eksik bıraktığı kısmı olabildiğince ben tamamlamaya çalışacağım bu yazı kapsamında.

Bir parantez...

Konumuz belli, ama yeri gelmişken doğumunun yüzüncü yılında Türkiye edebiyatının samimi, mütevazı, yorulmaz emekçisi Behçet Necatigil’i de anmalı, saygımızı ifade etmeliyiz. En bilinen, öne çıkan özelliği ile şairdir Necatigil, ancak Divan edebiyatından çağdaşlarına uzanan incelemeleri, eleştiri yazıları, radyo oyunları ile, üzerlerinde hocalık hakkı bulunan Hilmi Yavuz, Demir Özlü, Hasan Pulur, Kelebeğin Rüyası filmi sayesinde hüzünle hatırlanan Rüştü Onur, Muzaffer Tayyip Uslu gibi öğrencileriyle de var olmuş. Titizlikle, iğneyle kuyu kazarak hazırlanmış Edebiyatımızda İsimler SözlüğüEdebiyatımızda Eserler Sözlüğü, ilk ikisine göre daha az bilinse de Küçük Mitologya Sözlüğü (daha sonra,100 Soruda Mitologya) bugün de pek aşılamamış başvuru kaynaklarımız, referans kitaplarımız. Unamuno’nun yanısıra Rainer Maria Rilke’yi, Knut Hamsun’u, August Strindberg’i, Thomas Mann’ı, Stefan Zweig’ı, Erich Maria Remarque’ı, Hermann Hesse’yi, Heinrich Böll’ü, Sadık Hidayet’i onun çevirilerinden okuduk.3 Unamuno kitapları dolayısıyla Suut Kemal Yetkin ile olan mektuplaşmasından Necatigil’in salt hâlihazırda karar verilmiş eserlerin tercümesini üstlenmediğini, devamlı surette çeviri teklifleri getirdiğini, bu yönüyle de bir kültür taşıyıcısı olduğunu görüyoruz. Bir insan hayatına daha başka ne sığdırabilirdi ki acaba?

Unamuno’ya dönersek...

Yaman Adam, Miguel de Unamuno, Çeviri: Behçet Necatigil, Can YayınlarıMiguel de Unanumo ya da tam adıyla Miguel de Unanumo y Jugo (1864-1936) yirminci yüzyıl İspanyol edebiyatının en önde gelen isimlerinden biri. Neredeyse tüm belli başlı edebî türlerde eser vermiş: roman, öykü, şiir, tiyatro oyunu, deneme... Edebiyatta kategorik ayrımlara karşı olduğu, janrlar arasındaki geçişliliklere inandığı düşünüldüğünde bu üretimi, yapıtlarındaki bu çeşitlilik çok da şaşırtıcı olmasa gerek. Necatigil’in de vurgu yaptığı, İspanyol yaşamını yansıtmasındaki başarısından dolayı Federico García Lorca gibi bir isim tarafından kendisine verilen “ilk İspanyol” ünvanı da unutulmamalı herhalde.

Edebiyatçı kimliğinin yanında, akademik kimliği de olan bir entelektüel Unamuno. Gençliğinde gönlünde yatan felsefe aslında, ancak döneminin İspanya’sında böyle bir ilmi kariyerin kendisi için pek mümkün olmadığının farkına vardığından eski Yunanca ve klasiklere yöneliyor, o dalda Profesör oluyor. Sanatsal ilgisi gibi, entelektüel ilgisinin boyutları da gerçekten çarpıcı: onun üzerinde yabancı dil biliyor, bir rivayete göre önemsediği eserleri orijinal dilinden hakkını vererek okuyabilmek için on beş veya on altı dil öğrenmiş. Örneğin, oldukça ileri yaşında, ölümünden az önce Søren Kierkegaard’ı kendi dilinde okumak amacıyla Dancaya merak sardığını, Danca çalıştığını biliyoruz.

Sanattaki yeteneğinin, bilimsel birikiminin haricinde akademide üst düzey bir yönetici, hatta akademik hiyerarşinin en tepesindeki yönetici de Unamuno. İspanya’nın kökenleri on birinci yüzyıla kadar uzanan en prestijli üniversitesinin, Avrupa’nın hâlihazırda eğitim vermeye devam eden en eski ikinci üniversitesi Salamanca Üniversitesi’nin rektörlüğünü üstleniyor iki kez, ilk olarak 1900-1924 arasında, ikinci olarak ise 1930-1936 arasında. Hikâyemiz de burada başlıyor aslında.

Üst düzey yöneticiler genelde –iktidarlar değişse de- kurulu düzenle iyi anlaşırlar, belli tavizler vererek, daha nadiren de olsa alarak uzlaşmanın bir yolunu bulurlar; güç oyununun oyunu oynamaya niyetli herkesçe kabul gören genel kuralıdır bu. Unamuno’nun karakteri bu şablona görüldüğü kadarıyla fazla uymuyor, önce Miguel Primo de Rivera’nın diktatörlüğü döneminde, daha sonra ise Franco rejiminde görevinden, üniversiteden, hatta ülkesinden uzaklaştırılıyor. Kronolojiye, tarihin akışına uygun davranalım, önce Unamuno’nun ilk sürgününü anlatayım, ikinci sürgününü de daha sonra dile getiririm.

İlk darbe: Rivera dönemi

General Primo de Rivera 1923’te ordunun ve İspanya kralının desteği ile bir darbe yapıyor ve yönetime fiili olarak el koyuyor. Baskı rejimleri böyle davranmayı sever, dikta idaresinin ilk işleri arasında ülkenin seçkin üniversitesini “temizlemek,” bu temizliğe de en yukarıdan başlamak var. Muhalif kimliği bilinen, zaten bunu saklamak gibi bir çabası da olmayan Unamuno rektörlükten de, üniversitedeki kürsüsünden de oluyor; sürgün yılları Kanarya Adaları’nda başlıyor, barınamıyor, sürgününün devamı vatanından uzakta, komşu Fransa’da önce Paris’te, daha sonra ise İspanya’nın Bask bölgesine yakın bir sınır kasabasında geliyor (Unamuno Bilbao doğumlu bir Bask).

Rivera yedi yıl hükmediyor İspanya’ya, ancak 1930’da devran bir kere daha dönüyor. Bu kez Rivera İspanya’yı terk etmek durumunda kalıyor ve ülkesine, üniversitesine, iade-i itibar kapsamında rektörlük görevine dönen Unamuno ilk dersi için kürsüye çıktığında “Dün söylediğimiz gibi” diyerek söze giriyor amfiyi dolduranların önünde. Sanki arada hiçbir şey olmamış, Rivera yılları yaşanmamış gibi...

Belirtmeli; şüphesiz her zaman değildir, kimi zaman kemikleşmiş şekliyle muhafazakâr bir nitelik kazanabilir, ama gelenek bazen de iyi bir şeydir. “Dün söylediğimiz gibi” Unamuno’dan yaklaşık 350 yıl önce, 1576’da Engizisyon zindanlarında dört yıl yattıktan sonra din adamı ve üniversite hocası keşiş Luis de Léon’un özgürlüğünü kazandığında aynı yerde, Salamanca Üniversitesi’nde dönüş dersinde kurduğu cümledir.

İkinci darbe: Franco rejimi

Bir süre nispeten rahat eder Unamuno, fakat çok geçmeden Franco döneminin kara bulutları ufku kaplamaya başlar. Gerçi bir ara ülkesindeki İkinci Cumhuriyet’in bazı aşırılıklarından dolayı Franco’nun getirdiği eleştirilere hak verir gibi olmuştur, ancak kısa sürede gelenin gideni aratacağı, Franco’nun Rivera’dan çok daha beter bir diktatör olduğu aşikâr olur.

Unamuno’ya dünya çapında bilinirlik kazandıran, hatta kimi zaman çok da haksız bir biçimde edebiyatçı, felsefeci tarafını gölgede bırakan olay 1936’da, Franco’nun en gözde generallerinden olan José Millán-Astray ile aralarında yaşanır. Delice bir cesareti olan, çatışmalarda en ön saflarda yer alması nedeniyle askerlerinin çok sevdiği, başka yaralarının yanında bir kolunu ve bir gözünü savaş meydanında bırakmış bir askerdir Millán-Astray; daha sonraları meşhur olacak, düşmanının ölümü ile birlikte gereği halinde kendi ölümünü de kutsayan “¡Viva la Muerte!” (Yaşasın Ölüm!) sloganı onun birliklerinin savaş narasıdır.

İkilinin yolu Salamanca Üniversitesi’nde düzenlenen bir kutlama töreni sayesinde kesişir, toplantı salonunda pek çok seçkin davetlinin yanısıra Franco’nun eşi Carmen Polo Martínez-Valdés de vardır. Başlangıç dahi sıkıntılı olur: İki konuşmacı dönemin faşist atmosferinin ruhuna uygun, milliyetçilik dozu yüksek, saldırgan üsluplu konuşmalarla açılışı yaparlar, o sırada dinleyiciler arasından birisi yukarıda anılan sloganı atar. General de heyecanlanmıştır, ardı ardına sloganlarla kitleyi yönlendirerek Falanjistlerin tezahüratına önderlik eder, zaten askerlerinin bir kısmı da salondadır, coşkuyla marşlar söylemeye başlamışlardır.

Sonra kürsüye ev sahibi, üniversitenin rektörü sıfatıyla Unamuno gelir, söze başlarken de o yaşına rağmen hâlâ neyi nerede söyleyeceğini öğrenemediğini mırıldanmıştır galiba. “Benim konuşmamı bekliyorsunuz. Beni iyi tanırsınız, uzun süre sessiz kalamayacağımı da bilirsiniz. Bazen sessiz kalmak yalan söylemektir, zira bu suskunluk kabullenme olarak algılanabilir” der. Slogana atıfta bulunarak General’in bir sakat, savaş meydanında kaybettikleriyle bir harp malulü olduğunun, bu yüzden de herkesin kendisi gibi sakatlanmasını istediğinin altını çizer. Ekler: Cervantes de harp malulüdür, fakat Millán-Astray’de Cervantes’in ruh yüceliği olmadığı için ancak kitleleri olumsuz etkilemektedir.

Tabii, kızılca kıyamet kopar; salon “¡Muera la Inteligencia! ¡Viva la Muerte!” (“Aydınlara Ölüm! Yaşasın Ölüm!”) diye inlemektedir. Baştaki konuşmacılardan biri, süreci tetikleyen José María Pernán kendince bir düzeltme, arabuluculuk yapar: Bütün aydınlar değil, kötü aydınlar ölmelidir. Herhalde de bunun kararını, hangi aydının iyi, hangi aydının kötü olduğuna birileri, bir merci, bir makam karar vermelidir...

Yaşlıcık haline (o sırada yetmişini dönmüştür), görünürde salonda hiçbir destekçisi olmamasına, hayli yüksek bir linç ihtimaline karşın, Unamuno geri adım atmaz, müthiş gürültüye pabuç bırakmaz. “Burası zekânın mabedi, ben de buranın baş rahibiyim. Yaptıklarınızla kutsal alanı kirletiyorsunuz. Kazanacaksınız, zira yeterince kaba kuvvetiniz var. Ama gerçek anlamıyla kazanamayacaksınız, çünkü bunun için ikna edici olmanız lazım, ikna edebilmek için de sizde şu eksik: akıllı ve mücadelenizde haklı olmak. Size İspanya’yı düşünün demenin faydasız olduğunu görüyorum. Ben diyeceğimi dedim.”5

Millán-Astray kendisine güçlükle hâkim olarak müdahale etmek isteyenlere engel olur, kürsüden inen Unamuno Bayan Martínez-Valdés’in kolunda, muhtemel saldırılara karşı onun himayesinde salonu terk eder.

Hemen görevinden alınır Unamuno, yaşı hasebiyle ev hapsinde tutulur, zaten birkaç ay zarfında da ölür. Bize de 70-80 yıl sonra bile aydın denildiğinde, akademi denildiğinde, cesaret denildiğinde onun hikâyesini anlatmak, dinlemek düşer.

 

1 Sık yaptığım bir vurgudur, ama kanımca önemli bir vurgudur: iktidar dediğimde mutlaka siyasi niteliği olan iktidarı kastetmiyorum. Toplumsal, iktisadi, kültürel, cinsel vb. sıfatlı çeşit çeşit iktidarlar vardır, bunlar bir başına işleyebildiği gibi çoğunlukla birbirine geçişli olarak hayat bulurlar.
2 Eserin ilk yayın tarihi 1914’tür.
3 Necatigil tercümeleri içinde benim kişisel favorim Sadık Hidayet çevirisi Kör Baykuş’tur. Doğu kültürüne, hasseten Fars ve Arap kültürüne vukufu sayesinde tüm esere rengini veren, bir leitmotif olarak sürekli gidip gelen bir minyatürü çok iyi yansıttığını düşünürüm.
4 Necatigil hakkında daha fazla okumak isteyenler için birkaç naçizane öneri: kendisini yakından tanıyan Selim İleri’nin yazdığı Kırık İnceliklerin Şairi: Behçet Necatigil, kızı Ayşe Sarısayın tarafından kaleme alınmışÇok Şey Yarım Hala, akademik yönüyle, kuramsal çerçeve sağlama gayretiyle dikkate değer çalışma Rahim Tarım’ın Kültür, Dil, Kimlik. Behçet Necatigil’in Şiir Dünyası. Necatigil külliyatı “Bütün Eserleri” yaklaşımıyla Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanmaktadır. Varlığından yeni haberdar olduğum, dolayısıyla henüz okumadığım, ancak Necatigil’de Alman dilinin, Alman edebiyatının, hasseten Alman şiirinin etkisine yoğunlaşan yaklaşımı itibarıyla ilgi çekici, özgün olabileceğine inandığım Yüksel Pazarkaya çalışmasıUnutulmak İsteyen Şair, Behçet Necatigil 100 Yaşında’yı da not düşelim.
5 Çevirileri İngilizceden, ama İspanyolca alıntıları da dikkate alarak ben yaptım.