Ufak Tefek Cinayetler kimi öldürüyor?

Türkiye'deki yerleşik algıyı yansıtan bir üretim olarak değerlendirebileceğimiz Ufak Tefek Cinayetler'deki en büyük cinayet, güçlü kadını öldürmekle işleniyor...

Ataerkil toplum düzeninin izlerine sıklıkla rastladığımız popüler Türk dizilerinde güçlü erkek rolündeki karakter, gücünü maçoluğundan, çevresindeki mutlak mağdur/kurban rolündeki kadını en hafifinden korumacı bir cinsiyetçilikle kurtarma hevesinden, hatta silahlanmaktan ve “gerektiğinde” kaba güç kullanmaktan alırken; güçlü kadın tipinin gücü ekonomik bağımsızlıkla, boşanmayla, varsa çocuklarının bakımını tek başına omuzlamakla ancak büyük oranda da entrika çevirmekle ilişkilendiriliyordu. Ana karakter mertebesine layık görülen çoğu kadın rolü, eril arzunun beğenisine uyacak bir görselliğe, üst-sınıf tüketim kültürüne ve pratiklerine sahip, ülkenin geneli için vitrinden takip edilebilecek bir yaşam stili ile ekrana taşınıyordu.

Star TV’de yayınlanmakta olan Ufak Tefek Cinayetler isimli dizi, bu kategoriye uyacak vitrin bir yaşamı gözler önüne seriyor. Dört farklı kadın üzerinden dört farklı gücü izletme vaadinde bulunan dizide güçlü kadın imajı, toplumsal cinsiyetin kadın-erkek rollerine dair tasavvurunu da sorgulatıcı mesajlar verme gayesinde bir görüntü çiziyor. Üst-sınıf modern kadına dair klişeleşmiş olumsuz önyargıyı barındırmasına rağmen, Ufak Tefek Cinayetler güçlü kadın imajına yönelik Türkiye’deki algıyı yansıtan bir üretim. Bu noktada dizideki olay örgüsüne bağlı olarak ele alınmaya çalışılan toplumsal cinsiyet meselelerine, güçlü kadın imajına yönelik kurgu odağında biraz daha yakından bakmayı deneyeceğiz.

Ufak Tefek Cinayetler ilk sahnesini Sarmaşık Sitesi’ne en hâkim ve sitenin en güzel villasında işlenen öfke cinayetiyle açıyor. Şüpheliler müşahede altında teskin edildiklerinden polis ancak yan karakter olarak tabir edebileceğimiz kişileri sorgulayabiliyor. Böylece seyirci, dizi boyunca yan karakterlerin ifadelerine yaslanan geriye dönüş tekniğiyle, lisede arkadaş olan dört kadının hayatına vâkıf oluyor. Kısaca  konuya değinirsek, ana kadın karakterler olan Oya, Arzu, Pelin ve Merve liseden arkadaşlar. Lise yıllarında Merve hayranlık duyduğu edebiyat öğretmeni Edip’e bir aşk mektubu yazar ancak Edip öğrenci-hoca ilişkisini etik bulmadığından mektubu yırtar. Senaryoya göre, onuru kırılan ve istediği bir şeyi elde edemeyince hırçınlaşan Merve, edebiyat öğretmenini okuldan attırmaya karar verir. Pelin ise arkadaşı Oya’nın sevgilisi Taylan’a âşıktır. Merve ve Pelin her konuda iyi olan arkadaşları Oya’ya besledikleri garezle bir okul gezisinde hem hocalarını hem arkadaşlarını okuldan attıracak bir plana girişirler. Oya ile gölde yüzerken Oya’nın kıyafetlerini çalıp kaçarlar ve edebiyat öğretmenlerini yardım etmesi için Oya’nın yanına gönderirler. Edip, Oya’yı gölden çıkarıp üstünü örttüğünde, Merve ve Pelin tüm okulu başlarına toplayıp Edip hocalarının Oya ile ilişki yaşadığını iddia eder. Sonunda ideal öğretmen Edip’ten haz etmeyen okul müdürü, bu fırsatı değerlendirip Edip’i ve Oya’yı kızların sözüne güvenerek okuldan atar. Oya bu olaydan sonra ailesinin de güvenini yitirmesiyle intihara teşebbüs eder. Balkondan atlayan Oya, ölmez ancak ilginçtir ki doğurganlığını yitirir. Bu elim hadiseden sonra çocuk sahibi olamayacaktır. Oya yine bu trajik olaya göre hayatını disiplinle çalışarak idame ettirmeye karar verir ve jinekolog olmak üzere tıp eğitimi alır. Kendi kendine yetebilen bağımsız kadın imajı içinde sunulan Oya’nın başına gelebilecek en büyük felaketin çocuk doğuramamak olması ve bu noksanlığı gidermek üzere başkalarına yardım edeceği meslekî kariyeri seçmesi, “güçlü” sunulan kadın için kutsal annelik rolünün hayat memat meselesi bir mertebede sunulduğunu gösteriyor. Dizide belki de en büyük cinayet senaristlerce, güçlü kadın imajını doğmadan öldürerek işleniyor. Yıllar sonra Oya, artık meslek sahibi ama müzmin bir bekâr olarak lise müdürünün cenazesinde arkadaşlarını görünce ilahî adaleti sorgular. Görünen o ki, Oya hariç hiçbiri bedel ödememiş, lüks içinde evli, mutlu, çocuklu yaşamlarına yalancı bir gülümsemeyle de olsa devam ediyordur. Bu yalancı dünyada aslında her şeyi kadınların yönettiği iddiası, anlatıcının dış sesiyle aktarılırken dört kadının hayatının nasıl sunulduğuna biraz daha yakından bakalım.

Merve, lisedeki şımarık ve bencil kız; artık bir yatırım danışmanlığı firmasının kurucusu, statüsüne ve fiziğine tapılan mükemmel erkek olarak sunulan Serhan Aksak’la evli ve prenses kızları Mila ile Sarmaşık Sitesi’nin ileride cinayet mahalli olacak en güzel evinde yaşıyor. Merve, Oya yıllar sonra Sarmaşık’a taşınana kadar sitenin kraliçesi addediliyor. Merve, kadınlığın gücünün iktidar hırsı ve manipülasyonla eşdeğer tutulmasının en açık örneği. Merve, hâli vakti yerinde bir ailenin kızı olmasına rağmen nedense zengin koca avcısı kadın gibi sunuluyor. Hiç ortak ilgisi bulunmasa da Serhan’a hoş görünüp onu güya evlenmeye ikna ediyor. Serhan ise kimsenin zorlamasıyla bir şey yapmayacak mert erkek olarak betimlense de ne hikmetse duygusuzca Merve’ye teslim oluyor. Bu teslimiyet, Serhan’ın sevgisiz ebeveynlerine bağlanıyor. Merve, tutkuları için yakıp yıkacak güçte bir kadınken nasıl oluyorsa âşık olmadığı Serhan’ın statüsü uğruna duygusal ihtiyaçlarının giderilmediği bir evlilik hayatını tercih ediyor. “Sarmaşık Sitesi’nin Kraliçesi” samimi bir sohbetin, cinselliğin her fırsatta kocası tarafından geri çevrilmesini asla sorun etmiyor. Aynı Merve, lisedeyken aşkına yanıt almadı diye hocasına kumpas kurmuştu. Özetle güçlü kadından evvela duygusal ihtiyaçlarını tatmin etmesi beklenirken, Merve âşık olmadığı bir adamla statüsü için evlenebiliyor. Bu statü Merve’ye sadece yaşadıkları sitedeki antin kuntin işlerde sorumluluk almayı sağlıyor. Yani Merve, Serhan ile evliliğinde aslında ne duygusal ne de kariyerist anlamda başta çizdiği isteklerinin, ihtiyaçlarının farkında kadın imajının tatmin olabileceği bir paydaya sahip. Dolayısıyla karakter derinliği ve seçimleriyle tutarlı bir imaj çizmiyor. Diğer yandan da kötücül ve yüzeysel imajına, kimliğine rağmen, dizi boyunca ideal erkek olarak sunulan kocası Serhan’dan daha kötü değil.

Gelelim ideal erkek, sitenin Ken’i Serhan’a. Dört kadına maniküre giden kız, polis sorgusu sırasında Serhan’dan "Merve’nin en büyük skoru" diye bahseder ve sonrasında “Serhan Bey çok iyidir” diye iç çekerek Serhan’ı bir arzu nesnesi olarak gördüğünü açık eder. Bu ifadenin hemen ardından Serhan’ın duştan çıktığı, bedensel çekiciliğinin teşhir edildiği sahnenin gösterilmesi, Serhan’ın ilk olarak karşı cins tarafından arzulanan bir erkek olarak tanıtılmasına manidar bir örnektir. Keza yoldan geçtiğinde herkesin kendisine baktığı bir adam olması da ideal erkek karakterin önce fiziksel görünüşü ile idealize edildiğini düşündürmektedir. “Buz adam ama çok etkileyici!” İşte, manikürcü kızın bu cümlesi dizide Serhan’ın idealize edilme biçiminin özeti. Nitekim olay örgüsünün devamında Serhan, başka bir kadına âşık oluncaya değin ilişkilerindeki gediği onarmak üzere Merve ile doğru düzgün yüzleşmeyi bile denemez. Yaşattığı duygusal yoksunluktan çok, yaşadığı ile suçlayıcı biçimde sıyrılıyor evliliğinden. Zaten kötülük timsali Merve’yi terk edince otomatik olarak aklanacağından seyirciyi güdümlemek pek kolay oluyor. İnsan doğasına yüzeysel bir yaklaşımla kötünün çok kötü, iyinin çok iyi olduğunda mutabık olduğumuz bir masal metni okumaya teşne olmayan seyirci, bu yakışıklı, kariyerinin zirvesinde aile babası Serhan’daki gediği hızlıca seçebilir. Serhan, aslında sadece işine ve kızına tapan, karısını ise yalnızlığa iten bir adam. Üstelik ancak başka bir kadın devreye girince karısıyla uyumsuzluğunu kabul edip onu tek cümleyle ruhsuzca terk edecek ikiyüzlülükte. Ama dizide sürekli Merve olanlardan sorumlu tutuluyor, eş statüsünden eril tahakkümün yarattığı duygusal noksanlık sorunsallaştırılmıyor. Bu da güçlü kadın hikâyesi anlatma iddiasını sarsıyor, yerini erkekten güç devşiren bağımlı kadın imajına bırakıyor.

Peki senaristler, ilahî adalete de paye vererek Merve’nin güçlü kadınlığının tek silahı olarak gösterdikleri Serhan’ı bu kez entelektüel ve duygusal anlamda kandırılmadan, içten duygularla sevebileceği ve bu duygularla kucaklanabileceği ideal kadın Oya ile sevgili yaptığında karşımıza daha iyi bir erkek mi çıkıyor? Çalışan bağımsız kadın Oya’nın kliniğindeki tadilata başlaması için ustayı bir türlü ikna edemediği sahneyi anımsayalım. Usta, işi tamamlayamayacağını söylerken ideal erkek Serhan içeri girer ve akrabasının düğününün masraflarını üstlenerek rüşvet teklifiyle ustayı işi yapmaya ikna eder. Bu jest, bir gün ya beni de terk ederse diye endişeye kapılan Oya için gücünü tehdit edecek denli kıymete haiz bir hareket olarak sunulur. Oya, önceleri evli diye reddettiği Serhan’ı, bu kez de bireyselliğine darbe indiriyor diye reddederken aslında onun iktidarının müptelası olmaktan korktuğunu itiraf ediyor gibidir. Yine Serhan, Merve’den resmî anlamda boşanmamış olmasına rağmen, Oya’yı ilişkilerini kamusal alana taşımaya zorlar. Oya, mahremiyetini gözlerden ırak tutmak istedikçe, Serhan delikanlılık ve mertlik pozuyla Oya’ya tepki gösterir. Oya, Serhan’ın bu tepkisinden sonra yine Serhan tarafından duygusal yoksunluğa itilir. İlişki Serhan’ın kurallarına uygun biçimde yaşanmayınca özgür ve güçlü kadın Oya özlemle cezalandırılır. Serhan, Oya’nın iletişimsizliklerinden yakındığı vakit sorunu çözmek yerine “Beni özlediğini itiraf et. Ondan bu hırçınlığın” diyerek karşı koyulmaz addettiği egosunu cilalar. Oya ile Serhan arasındaki, güçlü egoların savaşımı gibi sunulsa da aslında eril tahakkümün ta kendisidir. Dolayısıyla senaryoda idealize edilen erkeğin, ideal ya da değil, iki kadını da duygusal yoksunluğa itmesi ve ikisine de kendi dünyasını dayatması hikâyeyi kadınlık anlatısından çıkarır, erkeklik gösterisine dönüştürür.

Ana karakterlerden biri olan Arzu ise lisedeki dörtlünün en sessizi, seyirciye bazen iyi bazen kötü olduğu düşündürülen bir karakter. Merve ve Pelin’in baskılarıyla yalan ifade verdiği o günden beri aslında sürekli olarak pişman oluyor ve cenaze günü Oya ile karşılaştıklarında bu pişmanlığı tekrar gün yüzüne çıkıyor. Arzu, kocasına “Sence birine yapılan kötülüğe seyirci kalmak, seni de kötü yapar mı” diye sorduğunda, Mehmet “Bu felsefî meseleleri bir kenara bırakalım. Çok acıktım, yemek yiyelim” der ve daha ilk sahneden karısıyla duygusal bir diyalogdan kaçınan, ondan sadece domestik kadın rolünü oynamasını bekleyen bir erkek olarak tanıtılır. Arzu, kocasının bu beklentisini karşılayan mükemmel bir anne ve ev hanımı olarak tasvir ediliyor. Fakat evdeki bu rolü, Mehmet’in farklı heyecanlar aramasına engel olamıyor ve evlilikleri devam ederken kocası tarafından aldatılıyor. Aslında bir açıdan güçsüz gösterilen bu karakterin boşanma sürecini çabucak başlatması, iş hayatına kısa sürede atılıp kendine yeni bir düzen kurmaya çalışması ve Mehmet’in birçok kez geri dönme çabasına “henüz” evet dememiş olması nedeniyle güçlü bir karaktere dönüştürülmesi de söz konusu. Yine de Arzu’nun iş hayatına atılmasıyla ev işlerini ihmal etmeyip aynı özenle mükemmelen gerçekleştirmesinin gösterilmesi, ev ve iş arasında ataerkil toplum düzeninin kadına yüklediği insanüstü performansı tatmin edecek nitelikte. Zira Arzu, çalışmaya başladığı günlerde de çalışmadığı günlerdeki gibi ev içi sorumluluklarını tek meşguliyeti buymuş gibi gerçeküstü bir özen ve abartıyla yerine getiriyor. Çocuklarına özenli kahvaltı sofraları hazırlıyor; sabahın erken saatlerinde poğaça pişirip iş arkadaşlarına sunuyor. Dizide, Arzu üzerinden bir nevi istersen hem mükemmel anne hem mükemmel iş kadını hem de mükemmel ev kadını olabilirsin mesajı veriliyor. Senaristler, kadınların her yere yetişmeye çabalarken yaşadığı güçlüklere gerçekçi biçimde temas etmek yerine, kadın emeğini kusursuz hizmetçi rolü içinde aktarmayı seçmiş. İlginçtir ki dizide çalışan kadının işe gitmeden önce koşuya gitmesi, yemek pişirmesi, çocuklarıyla, evle ve kişisel bakımıyla ilgilenmesi az zaman alan uğraşlarmış gibi sunuluyor ve bu emeğin zahmetsizce gerçekleşebileceğinin gösterilmesi, kadın emeğine yabancılaşmayı doğuruyor.

Kadın emeğinin gerçeküstü biçimde sunulması gibi, ömrünü çocuklarına adamış kadının pespaye görünüp kocasını kaybedeceği klişesi de Arzu ile sürdürülüyor. Arzu, senaryo gereği teoride Pelin ve Merve gibi abartılı kıyafetler giymediği ve abartılı makyaj yapmadığı için daha sıradan bir insan gibi tanıtılmaya çalışılsa da pratikte fiziksel olarak gayet çekici ve bakımlı bir kadındır. İş hayatına atılınca da çekiciliğinden ödün vermediği gibi parti elbisesi kıvamında kıyafetlerle, stilettolarla ofiste boy gösterecek denli mütevazılıktan ve konforlu giyinmekten uzaktır. Mehmet’in sevgilisi Burcu’nun Arzu için söylediği “kadın patatese dönmüş” cümlesi doğru olmamakla birlikte, kadının aldatılmasının arka planındaki ataerkil gerekçelendirmeyi gösteriyor: Kendine bakmazsan, her an kocanı genç ve alımlı başka bir kadına kaptırabilirsin.

Mehmet, Arzu’yu gizliden gizliye aldatmakla birlikte, aslında ev düzeninin de değişmesini istemiyor. Arzu’nun yasak ilişkiyi öğrenmesi sonrası, önce ilişkisini inkâr etme yolunu deneyip sonrasında çaresiz kalınca boşanmayı kabul ediyor. Mehmet, karısı Arzu’yu aldatması yüzünden boşandıktan sonra, Arzu’nun çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanacağı kredi kartını iptal ederek bir de Arzu’yu maddî anlamda cezalandırıyor. Arzu, çocuklarıyla geçimini sağlamak üzere iş bulur. Bir gün Arzu çalışma arkadaşı ile evdeyken Mehmet, arkadaşının erkek olmasını kıskandığından gelip çalışmaya mâni olur. Mehmet’in Arzu’nun evine dalıp huzursuzluk çıkarmayı başarması, Arzu’nun iş arkadaşının evi terk etmek durumunda bırakılması, başka bir deyişle Arzu’nun eski kocası Mehmet’i evden kovup çalışmasına devam etme dirayetini gösterememesi ilginçtir. Mehmet’in Arzu’nun hayatını merak edip onunla tekrar birlikte olmayı denemesinin arkasında ise pilates eğitmeni genç sevgilisi Burcu’nun evde Arzu gibi masalar kurmaması, Mehmet’in giysilerini ütülememesi, kısacası Mehmet’in hizmetçiliğini yapmaması yatar. İzleyicinin gözünde Burcu, zengin koca avcısı olarak gösterilmekle birlikte bir de Mehmet’i eski karısı gibi ağırlayamadı diye suçlanacak kıvamda sunulur. Mehmet, sevgilisi Burcu ile aynı evde yaşamayı güç bulup evdeki eski konforuna ulaşmak isteyince karısını özlemeye başlar. Her fırsatta Arzu ve çocukların yaşadığı eve gidip onlarla aynı “enfes” sofralara oturmaya ve Arzu’nun etrafında dolanmaya devam eder. Dizinin bir yerinde aslında kadınların hayatı yönettiği söylense de karakterlerin eylemlerine odaklanıldığında, Arzu ve Mehmet’in ilişkisinde de tıpkı Merve-Serhan ve Oya-Serhan ilişkisindeki gibi, erkek karakterlerin kadınların hayatında doğrudan söz sahibi olduğu göze çarpmaktadır.

Üst-sınıf kadınların erkeklerle ilişkisini muhtaçlık üzerinden inşa etme tercihinin akıllıca bir hamle gibi sunulması ve bu hamleyle tek mücadele edecek kişinin aşk acemisi Oya olarak gösterilmesi de eril iktidarın gücünden nemalanma temasının senaryoda merkeze koyulduğunun göstergesidir. Muhtaç kadına hayır diyemeyen erkek imajına hükmetmek için onun vicdanını sömürme taktiğine bu kadar yoğunlaşılması, kadının ancak erkek iktidarını hoş tutarak rahata erebileceğine dikkat çeker. Kadının atalete sürükleneceği bir hayatla oyalanması konfor gibi sunuldukça, tek başına ayakları üzerinde duran Oya’nın bu tavır karşısında daha net bir söylemle duramaması, erkeğin gücüyle var olan kadına kıyasla sürekli aşk oyununda kaybeden taraf olması “güçlü kadın” imajına ters düşecek bir öge. Özetle, “Erkeklere ihtiyacın olduğunu gösterirsen, onlara istediğini yaptırabilirsin. Onlar çalışırken sen sadece süsüne püsüne bakar, bakımına özen gösterip çalışmak zorunda kalmazsın” mesajını yineleyen dizideki erkeklerin, ucuz hesaplarla sunulan sözde güçlü kadınların oyuncağı olması, sadece ataerkil söylemin tekrar edilmesine aracı olmaktadır.

Dizinin dördüncü kadın karakteri Pelin ise “çocukluğundan beri Merve’nin ekürisi, onun hep bir adım gerisinde, Don Kişot’un yanındaki Sancho Panza gibidir ancak bu yakıştırmayı duysa çıldıracak denli "ikinci adam" pozisyonunda olmaktan haz etmeyecek, hırslı bir kadın olarak betimlenir. Pelin aslında çağımıza pek de uymayan 19. yüzyıl romanlarındaki histerik, saplantılı âşık kadın tipi ile örtüştürülmüştür. Pelin’in varoluş nedeni kocası Taylan’ı kaybetmemekle ilişkilendirilir. İlginçtir ki dizideki ideal veya değil, tüm ana erkek karakterler kadın düşkünü veya kadınların paylaşamadığı erkekler olarak sunulmaktadır. Bunlardan biri olan Pelin’in kocası Taylan ise fırsatını bulsa karısını aldatmaktan geri durmayacak, çapkınlığı bir meziyet olarak gören, Pelin’in babasının işinde çalışan ve genellikle işten kaytarmaya bahane arayan çocuksu erkektir. Yani Taylan ne işinde ne de eşiyle yaşamında dikiş tutturabilmiş bir mizaçtır. Dolayısıyla Pelin’in aslında pek de işe yarar bir yanı olmayan Taylan’a neden bu denli âşık olduğu, saplantı haricinde gerekçelendirilemeyen bir muammadır. Dizinin birçok bölümünde Taylan sık sık kendilerinin bu hayatta kadınlar tarafından yönetilen figüranlar olduklarını, bütün hayatlarını karılarının yönettiğini dile getirse de, Pelin de diğer kadın karakterler gibi yanında “erkeği” olmadan hayatı manasızlaşan, edilgen bir kadın. Taylan’ı elinden kaybetmemek için sözde bir intihar girişiminde dahi bulunan Pelin hastanedeyken, oğulları ile Taylan ilgilenmek durumunda kalır. Bu sahnede Taylan’ın oğullarının bakımından evdeki temel düzene dair bile hiçbir bilgiye sahip olmadığını görürüz. Ev içi sorumluluklardan gündelik hayata, fikrî konulara, duygusal derinliğe kadar hiçbir konuda paylaşımı olmayan, ne paylaştığı anlaşılamayan çift kurgusu bu ikilinin ilişkisinde de kendini gösteriyor. Böylece Pelin’in Taylan’ı kaybetmemek için her şeyi kaybetmeye hazır olmasının sağlam bir dayanağı olmaması, güçlü kadının arz-ı endam etmesi imkânını ortadan kaldırıyor.

Dizideki eleştirilen ancak farklı bir alternatif sunma zahmetinden kaçınılan bir diğer nokta ise çocuksuzluğun, kadını eksik özne kılması meselesi. Lisede çevirdikleri entrika yüzünden Oya’nın doğurganlığını kaybettiğini öğrendikleri sahnede Pelin’in “Oya belki de bu yüzden yalnız” demesi, dizide sıkça vurgulanan anne olamayan bir kadının “eksik” bir kadın olduğu tezini bir kez daha ortaya çıkarıyor. O güne kadar pek çok insanın hayatına dokunmuş olan ve tatminkâr bir hayatı olduğu düşünülen Oya’nın bile Sarmaşık’a taşındıktan sonra ne denli eksik hissettiği âdeta her bölümde gözümüze sokuluyor. Birlikte eğlenmek için çıktıkları gece, Arzu "yaşlandık" dediğinde, yaşıt olmalarına ve muhtemelen kendilerinden fersah fersah fazla yaşam deneyimine sahip olmasına rağmen Pelin’in Oya için “Oya daha genç kız” demesi ise dizide yaşam deneyiminin evlilik ve çocuk sahibi olmakla eşdeğer tutulmasının bir örneği gibi.

Sonuç olarak, bizlere dört güçlü kadın arasındaki güç savaşını izleyeceğimizi vaat eden Ufak Tefek Cinayetler, aktardığı kadınlık deneyimleriyle daha çok eril tahakkümden kurtulma yolunda fazla çekingen davranan ürkek kadınların hikâyesini sunmuş oluyor. Dış anlatıcının sesiyle dizi boyunca sık sık tekrarlanan “Kadınlar güçlüdür” ifadesine rağmen, kadınların manipülasyonlarının, dalaverelerinin ve “site yönetimi,” “okul aile birliği” gibi domestik alanlarda hâkimiyet savaşlarının resmedilmesi, “kadınlık görevleri”nin yeniden üretilmesinden öteye gidilemediğinin göstergesi. Doktorluk gibi ulvî bir mesleği oldukça başarılı bir şekilde icra eden ve ilk bölümlerde kendi kendine yetebilen ideal kadın olarak çizilen Oya karakterinin dönüşümü bile “tam kadın” olamama endişesi ile ilişkilendirildiğinden dizideki en büyük cinayet güçlü kadını öldürmekle işlenmiş oluyor. Dileriz, ilerleyen bölümlerde dizi izleyiciye vaat ettiği güçlü kadınları sunar ve adındaki gibi “ufak tefek” bir cinayetle yetinir.