Feminizmin değişen yolları

Yeni Güney Asya Feminizmleri kitabını derleyen Srila Roy ile hem Hindistan, Pakistan, Bangladeş'teki feminist hareket hem de bu hareketin Türkiye'yle paralellikleri üzerine konuştuk...

08 Mart 2017 14:29

Srila Roy'un derlediği Yeni Güney Asya Feminizmleri kitabı Hindistan, Pakistan ve Bangladeş başta olmak üzere Güney Asya bölgesindeki yeni feminizm yötemlerine, bu yöntemlere dair çelişki ve ihtimallere değinerek bölgenin âdeta günümüz feminizm haritasını çıkarıyor. Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da olan Srila Roy ile bir araya geldik ve seks işçiliğinden, kadına şiddete karşı kampanyalara ve bir aktivizm mecrası olarak sosyal medyaya kadar birçok konuyu konuştuk.

Yeni Güney Asya Feminizmleri, dört ana kategoride toplanıyor ve bu kategorilerle ilgili sekiz makaleden oluşuyor. Bu kategorileri nasıl seçtiniz?

Kitabın giriş bölümünde de açıklamaya çalıştığım gibi bunlar anahtar kategoriler ama bu biraz da çetrefil. Çünkü, feminizmin odaklandığı birçok konu, bununla ilgili birçok araştırma var ve bunların çoğu birbirinden çok farklı. Ana sorun ise Hindistan bütün bölgeyi domine etmeye çalışıyor ve sıklıkla birçok çalışma da bu şekilde yapılıyor. Bir taraftan, ben de Hindistan’da çalışıyorum mesela ve orada böyle feminist hareket ile ilgili bir kitap meydana getirmek orada daha kolay. Fakat ilk olarak bölgede başka birçok çalışma var; ikinci olarak çalışmayı bu farklı araştırma ve perspektiflerden oluşturmayı daha ilginç buldum. Birçok ortaklık ve farklılık söz konusu. Fakat bölgeye baktığımızda Hindistan ve Bangladeş gibi yerler aynı kolonyal tarihten geliyorlar. Bu yüzden sadece Hindistan’daki kadınlar ve feminist harekete odaklanan tek bir kitap yerine tüm bölgeye bakan bir kitap daha ilgi çekici geldi. Fakat burada da şöyle bir tuzağa düşmemek lazım: Her ne kadar bölgedeki birçok ülke benzer bir geçmişe ya da kültüre sahip olsa da onları birbirinden ayıran birçok özellik de var. Bunun bir tür risk olduğunu da düşünüyorum. Bir taraftan farklılıklara ya da benzerliklere işaret etmek istemiyorsun ama aynı zamanda ortak taraflarını öne çıkarmak istiyorsun. Kitapta da bahsettiğim gibi sadece Güney Asya’ya değil, Orta Doğu’daki ve hatta Türkiye’deki kadın hareketini anlatan bazı kitaplar, makaleler de okudum. Buralarda da feminizmin Batılı bir konsepti olduğunu ve çalışmaların Batı'dakilere referans verilerek sürdürüldüğünü gördüm. Gördüm ki sömürgecilik sonrası dönemde ortaya çıkan küreselleşme sadece Güney Asya’da değil birçok başka bölgede de hâkimdi ve hepimiz neredeyse aynı valizi taşımaya devam ediyorduk. Bu sadece feminist hareket için de geçerli değil üstelik. Cinsel yönelim ve kimlik çalışmaları ya da queer çalışmalar için de aynı şey söz konusu. Burada nasıl olduğunu tam olarak bilmesem de şu anki çalışmalar Hindistan’a ve oradaki sorunlara odaklanarak ilerlemektense daha çok Batı'dakine göre ilerliyor ve o bölgeye göre bir bakış açısı geliştirmemek de çeşitli çelişkilere sebebiyet veriyor.

Kitapta yer alan makalelerde de özellikle değinilen ve sizin de belirttiğiniz gibi yeni ve eski feministler ile onların kullandıkları aktivizm yolları arasında ciddi farklılıklar söz konusu.

Öncelikle ilk sorun şu, 1970’lerde özellikle Hindistan’da çok fazla özerk kadın grubu vardı. Kimse tarafından fonlanmayan küçük kolektifler, kampanyalar, yürüyüşler yapan, özellikle kadına karşı şiddete karşı çalışmalar yapan. Fakat 1970’lerden 90’lara geldiğimizde, bu tarz kolektiflerin hepsi sivil toplum kuruluşlarına dönüşmüştü. Bu durumun da Türkiye’yle ciddi benzerlikler gösterdiğini düşünüyorum. Örneğin Bangladeş’te durum daha da ilginçti, çünkü Bangladeş bağımsızlığını Güney Asya’daki birçok ülkeden daha geç kazandı. Ayrıca burada daha geniş bir yoksul kesimi vardı. Bu yüzden oradaki kadın hareketi doğrudan kurumsallaşmış sivil toplum kuruluşları şeklinde başladı. Bu yüzden onların böyle bir mücadele ile baş etmek durumunda kalmadığını görüyoruz. Ama bu Hindistan’da böyle olmadı. Sivil toplum kuruluşuna dönüşen feminist örgütler ve bağımsız kolektifler arasında bir nüfuz mücadelesi olmaya başladı böylece. Özellikle de, 2012’de meydana gelen, dört kişinin bir kadın öğrenciye tecavüz ettiği olay sonrası, çok büyük bir tecavüze karşı kadın hareketi oldu ve bu, dünyada da yankı bulan geniş eylemlere dönüştü. Bu tıpkı Türkiye’de birkaç yıl önce yaşanan olayla* benzerlik gösteriyor. Bu olaydan sonra kadın mücadelesi daha çok sokaklara çıkmaya başladı tekrar. Ben bunu şöyle tanımlıyorum, sokaklardan ofislere, STK’lara taşınan mücadele sokağa geri dönmüştü. Bugün kadınlar ve cinsel azınlıklar birçok kampanya yapıyorlar ve oldukça aktifler. Bence bu da eskiden beri mücadelenin içinde olan feministlerle genç feministler arasındaki tartışmalardan biri. Diğer taraftan eskiden beri feminizmin içinde olanlar yeni nesil feminist hareketin orta sınıfa yakın, kentsel alanda yaşayan, çoğunluğu temsil etmeyen kişilerden oluştuğunu hissediyorlar. Ama bir taraftan da onların da 70’lerdeki ya da 90’lardaki mücadelede benzer eleştirilere maruz kaldıklarını da biliyorum.

Yeni Güney Asya Feminizmleri, Derleyen: Srila Roy, Güldünya YayınlarıKitaptaki yazarlar, küresel ve neoliberal dünyada, çelişkiler ve ihtimaller bağlamında feminist aktivizmin yeni yollarına okurun dikkatini çekmeye çalışıyorlar. Küreselleşme ve neoliberalizm, Güney Asya, Orta Doğu ve Türkiye gibi bölgelerde bugünkü feminist hareketi nasıl etkiliyor?

Özellikle Türkiye’deki feminist aktivistlere de sormak istediğim bir soru bu. Hindistan bağlamında baktığımızda küreselleşmenin etkisinin her yerde benzer olduğunu görüyoruz. Hindistan da birçok yer gibi dikkat çeken ve feminist mücadelenin fonlandığı bir yer haline geldi. Bu, bir taraftan iyi bir şey bence. Diğer taraftan bunun bazı önemli konular doğurduğuna inanıyorum. Örneğin, ilişkili olduğum bir feminist grupla birlikte yürüttüğümüz bir çalışma için  daha önceden de çalıştığımız bir lezbiyen grup ile tekrar iletişime geçtim. Ve onlarla tekrar iletişime geçtiğimde gruptaki birçok kişinin trans geçiş sürecini başlattığını ve grubun kendini lezbiyen diye tanımlayan birçok üyesinin artık trans diye tanımladığını gördüm. Buna sebep olan iki şey vardı. Hindistan’da yasalar değişti ve artık trans olmak suç değil ama eşcinsellik hâlâ yasak. Bunun anlamı artık üçüncü cinsiyetin tanınmış olması. İkincisi ise trans örgütlenmesinin tüm dünyada daha görünür olmaya başlaması ve bununla ilgili daha çok çalışma yapılıyor. Bu da translar için daha çok uluslararası fon alma imkânı anlamına geliyor. Bunun üstüne kendini lezbiyen olarak tanımlayan kadınlarla konuştuğumda duyduğum şey de “her şey translar hakkında” oluyor. Gördüğünüz gibi eğer mücadeleyi kategorilere ayırırsanız bu tarz çatışmalar söz konusu oluyor. Hindistan’dan bir başka örnek verecek olursam, 25 yıldır kadınların, kız çocuklarının eğitimi için çalışan bir STK var. Ve kolay kolay fon bulamıyorlar. Çünkü bu seksi bir başlık olarak görülmüyor. Bir zamanlar LGBT seksi bir başlıktı ve uluslararası kuruluşlar tarafından fonlanıyordu, şimdiyse trans ya da queer başlıkları bu şekilde. Trendler değişiyor, genel olana uyum sağlanıyor ya da her neyse. Bence kadınların eşit eğitim hakkı hâlâ öncelenmesi gereken bir konu.

Çünkü burada -Güney Asya, Orta Doğu ve Türkiye’de- ABD'de ya da Avrupa’dan daha farklı çıkmazlara ve dolayısıyla başkalaşan bir mücadeleye ihtiyaç duyduğumuz aşikâr.

Kesinlikle. Bunun adil bir eleştiri olduğunu düşünüyorum bu yüzden. Çünkü hedef kitle buralarda ciddi bir farklılık gösteriyor. Buna sebep olan etkenler arasında ise dinden ekonomiye ve kültüre kadar birçok başlık sayabiliriz.

Peki, yeni feminist aktivizmler konusuna dönecek olursak, yine küreselleşme ile bağlantılı olarak, kitapta yer alan makalelerden biri de “Çevrimdışı meseleler mi, çevrimiçi hayatlar mı? Hindistan’da kentsel yaşam içerisindeki feminist politikalarda gelişen siber yaşam” adını taşıyor. İnternet ve sosyal medya ile birlikte gelişen yeni mücadele yöntemleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bunu küreselleşmenin feminist mücadeleye olumlu etkilerinden biri olarak yorumluyorum. İnternetin, kurumsallaşmanın aksine büyük bir olumlu etkisi var. Sadece internet üzerinden insanların iletişim sağlamasından değil, bir araya gelmesinden de bahsediyorum. İnsanların buradaki asıl noktayı kaçırabildiklerini düşünüyorum. Çünkü internete ulaşım hâlâ elit tabakaya ait bir ayrıcalıkmış gibi görünüyor. Oysa Hindistan, şu an sayısal verileri hatırlamasam da, dünyada halkın en çok mobil telefon kullandığı ülkelerden biri. Belki evinizde bilgisayar ya da internet olmayabilir ama herkes akıllı telefona sahip. İnternet sadece Batılı ya da orta sınıf insanlar tarafından kullanılan bir şey değil. İnternetin en heyecan verici tarafı insanların birbirine temas etmesini kolaylaştırması.

Yeni feminist müdahale yöntemleri, bunların yerelde kullanılma şekli ve yeni nesil feministler hakkında ne söylersiniz? Özellikle internet ve sosyal medya kampanyaları bağlamında.

Bu oldukça büyük ve önemli bir konu. Bununla ilgili kitapta yer almayan bir örnekten söz etmek isterim. Çünkü kitaptaki yazılar bir araya geldiğinde henüz bu olay yaşanmamıştı. Delhi Tecavüzü Vakası** meydana geldiğinde buna karşı birçok eylem düzenlendi. Ne zaman kamusal alanda bu şekilde bir tecavüz ya da taciz vakası olsa, hükümet buna “kadınlar gece yarısı dışarı çıkmamalı ya da böyle giyinmemeli” gibi tepkiler verir. Bu, devletin aslında nasıl bir düşünme yöntemine sahip olduğunun açığa vurulmasıdır. Hükümet, ailelere "kız çocuklarınızın gece dışarı çıkmasına, bu şekilde giyinmesine izin vermeyin" sözlerini kadınlara polislik yapmak için her zaman kullanır. Türkiye’de bunun çok da farklı olmadığını biliyorum. Kadınlar için dışarı çıkmak otomatik olarak "Ne giysem tacize uğramam" düşüncesini de beraberinde getirir Güney Asya’da. Kadınların sürekli bu bölgeye gidemem, bu saatte dışarı çıkamam, burada bunu giyinemem gibi düşünceleri bu polisliğin sonucudur. Peki, bu Delhi olayından sonra ne oldu dersiniz? Bu, kadınlar için çok büyük bir meydan okuma haline dönüştü. Korunma ihtiyacı, güvenlik, kurbanı suçlama gibi konular gündeme geldi. Ve bu da kamusal alanların kadınlar tarafından işgal edildiği geniş bir kitlesel harekete dönüştü. İşte bu Delhi olayından sonra bu Pakistan ve Hindistan’da bir harekete dönüştü. Peki, kadınlar ne mi yaptı? Gecenin bir vakti dışarı çıktılar, otobüslere bindiler ve sonra sosyal medyaya fotoğraflar koydular. İşin ilginç tarafı bu sadece birkaç gün süren ve sönümlenen bir kampanya olmadı ve uzun yıllar kadınlar bu etiket altında paylaşımlar yapmaya devam etti. Tecavüz olayı 2012 yılında yaşandı ve bu kampanya yıllarca devam etti. Kadınlar bu şekilde bir araya gelerek büyüdüklerini ve dönüştüklerini hissettiler.

İnternet aktivizmi üzerinden insanların bir araya gelmesi daha kolay. Bu bir taraftan sınıflar arasında da bir köprü oluşturuyor. Çünkü Güney Asya’da da birçok ülkede olduğu gibi çok büyük sınıf farklılıkları söz konusu. Fakat şunu da belirtmek gerekiyor, kadınlar gece dışarı çıkmak istiyor. Kadınların eğitime ulaşımı, ev içi emeğin görünmezliği ya da kadına karşı şiddet konuları da en az bunun kadar önemli. Burada asıl soru şu, bugünkü feminist mücadele hangi konuları özelleştiriyor? Bir taraftan da yükselen bir queer hareket söz konusu. Bu konuyla ilgili kitapta bir bölüm yok ama yaptığım araştırmalardan yola çıkarak son on yılda queer hareketin daha depresif bir hareket haline dönüştüğünü söyleyebilirim. Bunun en önemli nedeni de anaakım bazı seslerin hareketi domine ediyor olması. Eşcinsellik Hindistan’da hâlâ suç ve en önemli konu bu yasanın değiştirilmesi ve bunun değişmesi an meselesi diyebiliriz. Fakat bazı aktivist arkadaşlarımdan kanun değiştikten sonra eşcinsel evlilik konusunu gündeme getirmek istediklerini duyuyorum. Amerika’da veya liberal toplumlarda olan şey bu çünkü.

Bundan önce konuşulması gereken ayrımcılık, okulda, işte eşcinsel olmak gibi konular var oysa, öyle değil mi?

Kesinlikle. Yani demek istediğim Güney Asya gibi fakir ülkelerle Avrupa ve Amerika’daki süreç ve gelinen nokta arasında büyük farklılıklar olduğunu kabul etmeliyiz. Ki bir ülkede yaşayan orta ve alt sınıf eşcinsel ve transların bile ne kadar farklı sorunları olduğu da ayrı bir gerçek.

Kitaptaki “Hindistan’da seks işçilerinin hakları ve kadın hareketleri: oldukça kısa bir tarihçe” başlığına dönersek...

Evet seks işçiliği. Bu konuda Türkiye’de durumlar nasıl? Seks işçiliği yasal mı?

Eğer izni olan bir evde çalışıyorsan evet, vesikalı yani yasal bir şekilde çalışabilirsin. Ama sokaklarda çalışamazsın.

Güney Asya’da da durum aynı. Söz konusu başlık kitaptaki ilk yazı ve Svati P. Shah’ın konuyu oldukça açık bir şekilde aktardığını düşünüyorum. Özellikle Batı’da bu konuyla ilgili yasaların nasıl çıkarıldığına ve hangi süreçlerden geçtiğine değiniyor. Her seks işçisi sanki insan ticaretinin bir kurbanıymış gibi davranıldığı bir süreç vardı. Ama bunun artık doğru olmadığını, her seks işçisinin bir “kurban” olmadığını biliyoruz. Fakat yasalar hâlâ seks işçilerine olması gereken işçi haklarını vermiş durumda değil. Bu ABD’de dahi böyle. Hatta Trump’la birlikte işler daha da kötüye gidecek gibi görünüyor. Bir diğer önemli nokta ise seks işçilerinin örgütlenmesi ve haklarını araması. Örneğin Hindistan’daki en büyük sivil toplum örgütlerinden biri seks işçilerininki. Batı’nın Tayland ve Hindistan gibi bölgelerdeki seks işçilerinin hepsini kurban olarak görmesi çok problemli.

Peki, yerel feminist örgütlenmelere dönecek olursak, onlar seks işçileri hakkında ne düşünüyorlar ve nasıl ilişkileniyor ya da ortaklaşıyor feminist gruplar seks işçileriyle?

Ben, Güney Asya bölgesindeki feministlerin seks işçilerine bakış açısının Batı’dakinden farklı olduğunu düşünüyorum. Yerelde grupların bir araya gelmesi daha kolay olabiliyor. Genel düşünce nedir derseniz, seks işçiliğinin de işçilik olduğu ve onların da hakları için mücadele eden insanlar olduğu düşüncesi Güney Asya’daki feministler arasında daha yaygın. Konuyla ilgili yapılan bütün çalışmalarda aynı “kurban” konusunun işlenmesi çok büyük problem. Yani dönüp belki de bir fabrikada çalışmaktansa seks işçiliği yapmayı tercih ediyorlardır diyebilmek gerekiyor bu noktada da.

Son soru, Güney Asya’da feminizmin geleceğine dair neler söyleyebilirsiniz?

Aslına bakarsanız ben iyimser biriyim. Çünkü genç kadınların, sadece kadınların da değil, kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın gençlerin yeni bir dil yaratabileceğini düşünüyorum. Zor bir iklimden geçiyoruz dünya olarak ama bu iklimin değişeceğine inanmak istiyorum.

*Yazar Özgecan Aslan cinayetinden bahsediyor. Özgecan Aslan, 11 Şubat 2015'te Mersin'in Tarsus ilçesinde tecavüz girişimine direnerek cinayete kurban gitti.
**Delhi Tecavüzü olarak kayıtlara geçen bu olay 16 Aralık 2012 yılında Hindistan'ın başkentinte gerçekleşti. Bindiği otobüste 6 kişinin tecavüzüne uğrayan ve ağır yaralanan genç kadın, tedavi için götürüldüğü Singapur'da hayatını kaybetmişti.