Sibop

Başar Başarır'ın Can Yayınları etiketiyle raflardaki yerini alan Sibop adlı ilk romanından tadımlık bir bölümü K24 okurları için paylaşıyoruz...

05 Ocak 2017 14:30

“Orhannn! Yine yüzünü yıkamadan sokağa çıktın Orhann!” 
Annemin sesi. Rahmetli hâlâ işbaşında. Vazgeçmez. Ölse de vazgeçmez. Ki öldü. Uzun süredir de ölü. Benim bildiğim ölüler genelde sessiz olur, babam gibi mesela, ama demek bazıları mütemadiyen konuşuyo böyle, insanın kulağına yerleşiyo. 
Sabahları yüzümü hiç yıkamam ki ben. Alışamadım gitti şu işe. Yıkanmış bir yüzün diğerlerine göre nasıl bir üstünlüğü var, onu zaten hiç anlamıyorum. Aklım yatmayınca da yapamıyorum. Yani rasyonel sebeplerim var. Bir de tabii bazı teknik sorunlar. Temizlik, hijyen, kişisel bakım falan genel olarak bana uzak şeyler. Gel de anlat bunu anneme.  
Sibop, Başar Başarır, Can Yayınları“Eşek kadar oldu, bir türlü büyüyemedi bu çocuk.” Suyla aram iyi değildir, yalan yok. Ama illa ıslanmam lazımsa sabah kalkınca doğru duşa girerim. Duşun altındayken arada yüzüm de yıkanmıyo mu sanki? Sadece yüzümü yıkayacağıma boydan boya, duvardan duvara yıkanırım, daha iyi değil mi? “Saçların ıslak çıkma sokağa, üşütürsün, hasta olursun Orhann.” Ama üşenip de yıkanmazsam, ki genelde üşenirim,  işte o zaman tipim hepten kayar. Saçlar, başlar hep hava- da. Şimdi de öyleyim. Çirkinim, iğrencim, pisim. Uyurken kafama yürüyen o kirli sıvının işi bu. Saçıma, tüylerime, vücudumdaki bütün kıl diplerine biriken pislik. Uykunun bir suyu var, o su işte beni çirkinleştiriyo. Tipimi kaydırıyo. Hayranım o yattığı gibi mizanpli yapılmış saçlarla kalkabilen organizmalara. Yatak bana yaramıyo.
Bu sabah acelem vardı. Zaten deplasmanda kalmıştık. Biraz da üşendim, yıkanmadım. Zaten ortalamanın altında bi jönüm, bakın bunu da kabul ediyorum.

“Orhann.”

Orhanlar sıçsın ağzıma, yıkanmadım anne, ne var, kıyamet mi kopacak? El âlem soyunuza, sülalenize lanet mi okuyacak? Öbür tarafta seni benimle mi yargılayacaklar? Nasıl bir çocuk yetiştirdin ki sen? Bu mu bütün yaygaranın sebebi? Bi dur yahu!

İstanbul’a döndüğümüzden beri Aslı’yla takıldığı- mız viraneden zar zor çıktım. O zaten benden önce uç- muştu. Doğruca eve gitmeliyim, ablama yani. Çok önemli durumlar var, havadisler. Ona, “Abla ben evlen dim,” diyeceğim. “Karım acayip güzel, öyle güzel ki bakarak bitiremiyorum kızı, çok âşığım çok, Aslı diyorum, ağzımdan bi Aslı daha çıkıyo, o derece yani, deli gibi seviyorum abla,” diyeceğim.

Diyeceğim de, acaba nasıl diyeceğim. Nasıl söyle- meli, nasıl vermeli bu haberi. Cihangir’in eğri kaldırımlarını arşınlarken bunu düşündüm durdum. Bir türlü karar veremedim. Genelde akıl yürütmelerim böyle biter. Sorunu tespit etmekte üstüme yoktur. Peki ya çözüm? Çözüm yok. Serim var, düğüm var ama maalesef çözüme şu an ulaşılamıyo. Sorunu düşünmekten, çözüme bir türlü sıra gelmiyo.