“İnsanlarla ilgili şeyleri severim, portre de insanlarla ilgili bir yazı türü”

Sevin Okyay'ın Radikal için yazdığı portrelere yenileri de eklenerek bir kitap hâline geldi: Ara Sıra ve Daima. Kitap vesilesiyle Okyay'la bir araya gelip portreden çeviriye uzanan bir sohbet gerçekleştirdik

"Muhtelif üniversitelere girmiş, devamsızlık yüzünden atılma konusunda tecrübe sahibi olmuştur... Selahattin Hilav sayesinde ya da yüzünden, gazeteciliğe başlamıştır... Enis Batur yüzünden de sinema yazarlığına bulaşmıştır. Caz ve spor yazmaya başlaması 'kendi düşen ağlamaz' deyimini akla getirir. Edebiyat konusunda, kendi kendine bile olsa hep yazardı zaten, o sayılmaz... Zararsız bir şahıstır. İnsanlarla genelde iyi anlaştığı halde, durmaksızın çalışması yüzünden düpedüz asosyal bir yaratık olup çıkmıştır."

Sevin Okyay, On8 Kitap'tan çıkan Ara Sıra ve Daima kitabının arka kapağında böyle anlatmış kendini. Okyay'ın portre yazılarından oluşan kitabını okuyunca asosyallik tanımlaması sanırım şaka diye düşündüm. Yazarlardan akademisyenlere, sanatçılardan spor insanlarına kadar Okyay'ın tanıştığı ve anlatmak istediği kişilerin yelpazesi çok geniş. Kitap vesilesiyle Okyay'la buluştuk. Eski yazılarını nasıl arşivleyemediğini, bu kitabın yanında daha ne kitaplar çıkabileceğini, Türkçe edebiyattaki portre geleneğini ve çeviri dünyasını konuştuk.

Ara Sıra ve Daima, Sevin Okyay, ON8 KitapÖnce kitap fikri nereden çıktı, onu konuşalım. Hangi mecralardaki yazılarınızı bir araya getirdiniz? Yeni yazılar var mı?

Bunların çoğu Radikal'e yazdığım yazılar. Bazılarını çok seviyordum, arada dönüp okuyordum. Ama Radikal arşivini silince benim gibi vaktiyle kesip kenara koymayanlar olarak bulamaz olduk. Yayınevi ekibi hemen hemen hepsini buldu. Bazılarında yazı eski kalıyordu, Haluk Bilginer ve Tarkan yazılarında olduğu gibi. Onları güncelleştirmek gerekiyordu. Ama hepsini elden geçirdik. Yirmi tane de yeni portre yazısı yazdım. Müren Beykan adı daha bilinen isimleri yazmamı rica etti. Bizim adı bilinen isimlerimiz de kim olur, Murathan Mungan mesela.

Başka ne gibi değişiklikler yaptınız yazılarınızda?

Çoğu insanı vefat ettiğinde yazdım. Gazetede güncel olmasını istiyorlar. Bazı sayfalarda 3500 vuruş yazıyordum, bazı yazılar 3000 altıydı. Bu kitapta hepsini aynı uzunlukta yaptım. Sonuçta ben de hoşnut kaldım, yayınevi de hoşnut kaldı.

Birçok alanda yazı yazıyorsunuz. Neden portre yazılarınızdan kitap oluşturmak istediniz?

Ben bunları seviyordum. Müren'e de okuyordum ama kitap yapalım diye değil. Ben aslında başka bir şey düşünüyordum bu yazılar için. Bazıları tanınmayan insanlar, mesela asistanım, temizlikçim. Onları ben çok severek yazmıştım. Hâlâ da en çok onları seviyorum içlerinde. Bunların aslında güzel hikâyeler olacağını düşünmüştüm. Ama portre kitabı yapmaya karar vermiştik. Hâlâ düşünüyorum. Belki bundan sonra başka insanlarla yaparım.

Türkçe edebiyattaki portre yazarlarından kimleri seviyorsunuz peki?

Çok güzel portre yazılar var. Cemal Süreya'nın portre yazılarını çok severim. Ama daha eskileri vardır. Yusuf Ziya Ortaç'ın, Yahya Kemal'in portre yazıları vardır. Ümit Bayazoğlu'nun iki kitap hâlinde çıkardığı portre yazılarını çok severim. İnsanlarla ilgili şeyleri severim, portre de insanlarla ilgili bir yazı türü.

Anladığım kadarıyla hepsi tanıdığınız, bir şekilde tanıştığınız insanlar. Bir insanla karşılaştığınızda portre yazmaya nasıl karar veriyorsunuz?

Bir defa Radikal Cumartesi'de bir portre köşem vardı. Hemen hemen her hafta bir portre yazmak durumundaydım. Hepsi benim tanıdığım insanlardı. Editörlerin istedikleri de benim tanıdığım insanlardı. Osman Şahin'i yazmamı istemişlerdi mesela, zaten benim arkadaşımdı. Yazarken, onu tanımayanları ne ilgilendirir diye düşünerek yazıyorum.

Çoğuyla gazetecilik vesilesiyle tanışmışsınız. Gazeteciliğin insanlarla tanışmak için böyle bir yönü var sanırım.

Hepsiyle mesleki olarak tanıştık, sonrasında arkadaş olduk. Başka bir alanda çalışsam tanıyamazdım. En sevdiğim yönetmenlerle de böyle tanıştım. Festivallerde söyleşi yaparken. Bu da yazıya iyi bir şey ekliyor, değil mi?

Keşke kitapta olsaydı dediğiniz isimler var mı?

Niye Tayfun Pirselimoğlu yok? Hiç anlamıyorum. Reha Erdem benim hakkımda iki defa yazdı. Ben de Reha hakkında yazmıştım ama bulamadım o yazıları. Enis Batur da benim onun için yazdığımdan daha fazla benim hakkımda yazmıştır.

Zaten bildiğimiz kadarıyla sizi sinema yazmaya zorlayan da Enis Batur. Sonrasında nasıl devam ettiniz?

Her halta zorlayan insanlar. Milliyet'in dördüncü katındaki odaya kapatıp yazı yazdırdılar. Kendime güvenim yoktu. Çok sinemaya gitmiştim ama sinema yazısı yazmamıştım. Sonrasında Nokta'da, Radikal'de çok yazı yazdım. 

Buraya gelirken yolda arkadaşımı gördüm. Sevin Okyay'la söyleşi yapmaya gidiyorum, dedim. "Tanıyorum ben, Harry Potter'ın çevirmeni" dedi. Her zaman karşınızda çıkıyor mu bu durum?

İşte buyurun, ben buyum. Kızlar daha rahat oldukları için hemen soruyorlar. "Sen başka bir şey de yazıyor musun" diye. Ben de mırın kırın ediyorum. Ama çocuklar nezdinde havam değişti. Bazen arkadaşlarım çocuklarıyla tanıştırıyor. "Bak Sevin Okyay, sinema yazarı" diyorlar. Çocuk öyle bakıyor. "Caz da yazıyor" diyorlar, umrunda olmuyor. Ben müdahale ediyorum, "Annen baban ne dediğini bilmiyor, ben Harry Potter'ın çevirmeniyim" diyorum. Birden "sahi mi" diye heyecanlanıyorlar. Ne kadar saygın bir insan olduğum ortaya çıkıyor. Odur adımızı duyuran.

O kadar yazı yazıyorsunuz, radyoda program yapıyorsunuz. Bundan nasıl kurtulacaksınız peki?

Her zaman Harry Potter çevirmeni olarak kalacağız. Bunun önüne geçemeyiz. Halen de özel gösterimlerde Kutlukhan'la beni konuşma yapmamız için çağırırlar.

Geçen sene nehir söyleşi kitabınız çıktı. Bunun dışında arşivde birçok yazı daha duruyordur. Daha çok kitap çıkar herhalde değil mi?

Kesin çıkar. Her hafta 3 yazıyı kesin yazıyordum. Salı günleri kültür-sanat sayfasına yazıyordum, Cumartesi ekine portre yazıyordum, perşembe günleri de spor sayfasını yazıyordum.

Neden sinema yazılarınızı toplamıyorsunuz? Ben sinema kitabınızı da görmek isterdim.

Sinema kitabı çok zor. Sinema kitabı görselsiz olmuyor. Benim de aklıma görselle geliyor. Siyah beyaz görselli bir kitap olsun istemiştim ama onlar da çok pahalıya mal oluyor. Mesele ben bu kitabı da ilk başta şöyle düşünmüştüm. İnsanların isimleri yok. Sadece Çerkes Kızı, Kurabiye Çocuk gibi başlıklar var. Altına da bir ressam ya da karikatürist vinyet yapsın. Anlayan anlasın, anlamayan da anlamasın. Sadi Güran'la konuşmuştuk. Ama o kadar uzadı ki iş, Sadi askere gitti geldi. Sonrasında da meşhur oldu, fiyatı arttı. Zaten yayınevi de ortada yoktu, sadece konuşmuştuk. Ama en başından itibaren hikâye kitabı gibi düşünmüştük. Bu da güzel bir projeydi bence.

Çalışmaya başladınız mı hikâye kitabı için?

Hikâye kitabı için heveslendim. Bilmiyorum becerebilir miyim. Çok yeni bir niyet.

Şu sıralar neler yapıyorsunuz? Elinizde çeviri var mı?

NTV Radyo'da üç tane programım var. Elimde çok fazla çeviri yok. Çocuk kitabı çevirileri var. Hâlâ bitmeyen bir çevirim var bu yılın sonuna bitirmeyi planladığım. Ama sonrasında art arda çeviri almayacağım. Çok disiplinli değilim, keşke olsam. Ama biraz daha disiplinli bir şekilde çalışsam daha fazla iş çıkacak.

Daha ne kadar fazla iş çıkarabilirsiniz ki. Çeviri kitaplarınızın sayısı kaç olmuştur?

Elliyi geçmiştir, yüz olmuş mudur bilmiyorum.

İlk çevirinizi hatırlıyor musunuz?

O sırada Sirkeci'de tıbbi cihaz ithal eden bir şirkette çalışıyordum. İnkılap bir çeviri istiyor dediler, önce onu yaptım. Georgette Heyer'in tarihi romantik kitaplarından biri sanmışlar. Ama yazarın polisiyesi çıktı. Bunu da basmak istemediler. Daha evvelden baksalardı keşke, ben de 300 sayfayı çevirmemiş olurdum.

Arkın yayınevinin 60 kitaplık bir serisi vardı. Arkın'a gittim. Gözlüklü bir bey vardı. Rekin Teksoy olduğunu sonra öğrendim. Human Body diye bir 60 sayfalık kitap verdi. Ne zamana yaparsın diye sordu. Ben de biyolojiyi İngilizce okudum, Türkçelerini bilmiyorum. Kalp nedir biliyorum tabii ama ayrıntıları bilmiyorum. Pars Tuğlacı'nın biyoloji, fizik konularını içeren sözlüğü vardır. Orada hemen hemen hepsinin karşılığı vardı. Olmayanları da doktor arkadaşlara sordum. Çok uğraştım. Bir de tatsız bir şey çeviriyorum. Aslında non-fiction sevmiyorum. Sonrasında çok az kurgu dışı kitap çevirdim. Basılan ilk çevirim bu oldu. Kimbilir Rekin Teksoy nasıl bir editörlük yaptı.

Georgette Heyer'in kitabını çok sevmiştim. 19’uncu yüzyıl Londra'sında bir hırsızdı karakteri ve 19’uncu yüzyıl hırsız argosu konuşuluyordu. Rızapaşa yokuşunda Redhouse kitapçısı vardı. Oradan denizci sözlükleri aldım. Ama en sonunda çevirdim. Şimdi tekrar görmek isterdim o çevirimi.

Bugüne kadarki çevirileriniz nasıl bir araya getirilip bir liste çıkabilir sizce?

Nasıl çıkarılır ki? Kütüphanelerden mi isteyebiliriz bilmiyorum. Beyazıt Kütüphanesi listesinden bulabiliriz. Ama isimlerini bile hatırlamıyorum ki.

En çok gururlandığınız çeviriniz hangisi peki?

En çok Kutlukhan'la 3,5 yılımızı alan Alberto Manguel'in Hayali Yerler Sözlüğü’nü severim.

Ana görsel: Kaan Sağanak