Sanatta temsiliyet krizini anlamak, bu kitaba ‘teslimiyetten’ geçiyor

Rıfat Şahiner'in Çağdaş Sanatta Temsiliyet Krizi başlıklı kitabı, çağdaş sanat tarihinin oluşumunda etki sahibi olan ana tartışmaları içeriyor. Türkiye'de sanatın sermaye ve bağımsızlığı üzerinde düşünenlere özellikle tavsiye ederiz...

09 Mart 2015 16:35

 

Türkiye’de çağdaş sanat üzerine basılan kitapların (ve bu kitapları okuyabileceğimiz müze, kültür kurumu veya sanat merkezi gibi yarı kamusal alanların) sayısında umut verici bir artış var. Özellikle İletişim Yayınları’nın Ali Artun editörlüğündeki SanatHayat dizisi başta gelmek üzere, kimi yayınevlerinin adeta gözüpek bir sorumlulukla bastığı, nicelikte az, nitelikte sınırsız bu kıymetli çalışmalardan biri de, Ankara’dan, Ütopya Yayınevi’nden önümüze gelen, Çağdaş Sanatta Temsiliyet Krizi: Çağdaş Kuramlar ve Güncel Tartışmalar kitabı.

Çağdaş Sanatta Temsiliyet Krizi, Rıfat Şahiner, Ütopya YayıneviEseri, sevgili annesine ithaf eden Rıfat Şahiner, 205 sayfalık, kuşe kâğıda basılı ve onlarca delil- görselle taçlandırdığı çalışmanın kapağına da, Dünya sanatındaki aktivist– Feminist tavrıyla gündeme gelen ve sanat tarihindeki ataerkil ağırlığa protestosunu her fırsatta olabildiğince estetik bir yaklaşımla ortaya koyan Guerrilla Girls’ün, Lois Greenfield imzalı toplu fotoğrafını uygun görmüş.  

Halen Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi olan Şahiner’in kitabı kabaca dört bölümden oluşurken, Dünya çağdaş sanat tarihinin oluşumunda etki sahibi olan ve olmayı sürdüren ana tartışmalar, bu dört bölümün içeriğini şekillendiriyor. Daha kitabının önsözünde, kavramsal/ nesnesiz sanatın ortaya çıkışında 1970’lerin başındaki ekonomik krizin etkisini yadsımayan akademisyen ve Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Birliği Türkiye Birimi (AiCA TR) üyesi Şahiner, kitabında son altı yılda kaleme aldığı metinleri bir araya getiriyor.

Bunu yaparken herhangi bir kronolojik dizgiden hareket etmeyen yazar ve düşünür, bu bakımdan okuru da kitap içinde serbest kılarak, farklı algı ve muhakeme perspektifleri oluşumuna da zemin yaratıyor. Kitap öte yandan, Şahiner’in aynı yayınevinden çıkmış olan Sanatta Postmodern Kırılmalar adlı çalışmasının da bir devamı niteliğinde.

Rıfat Şahiner’in önsözde bize söylediğine göre, kitabının ilk bölümünde, Marcel Duchamp sonrasında sanatta benimsenen tutumların tartışıldığı, buna dair eleştirilerin değerlendirildiği bir metin ortaya koymuş. Türkiye’de, Sanatın Sonu (Ayrıntı Yayınları) kitabıyla gündeme gelen ve Allan Kaprow üzerinden postmodernist sanat anlayışlarına meydan okuyan Donald Kuspit’in tezlerinin tartışıldığı bu metin, Post-Sanat deyimi üzerinden yürütülen eleştirel yaklaşımları detaylandırırken, Performans Sanatı, Happening’ler, Fluxus ve benzeri Duchamp sonrası tavırların günümüz sanatının doğasına olan etkilerini de yeniden gündeme taşıyor.

Kitapta ikinci bölümde ise sanatın teknoloji ile kurduğu ilişki, gerek teknik, gerekse estetik açıdan çok yönlü olarak irdelenirken, Yeni Medya olgusu da tüm tartışmalarıyla büyüteç altına alınıyor. Kitabın üçüncü bölümünü küreselleşmenin sanat alanındaki yansımalarına ayıran yazar ve akademisyen, eserin son bölümünde ise bizleri Post-Feminizm, beden ve temsiliyet ilişkisi veya toplumsal cinsiyet gibi meselelerle yüzleştiriyor.

Kanserli hücreler gibi sanat

Şahiner’in yarattığı bu yüzleşme atmosferi, hiç de öyle güllük gülistanlık değil belki, ama, kitap dünyayı ve onu temsil etmeye soyunan dünyayı, yani sanat dünyasını anlamamızı sağlayacak çok çeşitli disiplinler ötesi ipuçları taşıyor. Sözgelimi, Şahiner’in alıntısıyla Baudrillard bize daha kitabın başında şu ‘uyarı’yı yapıyor sanat hakkında:  “… ‘Ruh eskiden bedenin metaforuydu, sonra cinselliğin metaforu oldu, şimdi ise hiçbir şeyin metaforu değil,’ diyordu Baudrillard. Sanatın da sürekli bir diğerine benzer bir şekilde üreyen kanserli hücreler gibi, eski yeni ekollerle bağışıklık sisteminin bozulduğunu, bir metastaz hali yaşadığını söylüyordu. Tıpkı bir türlü savaşa çıkamayan cehennemî silahlar gibi, alabildiğine şişkinleşen, ancak hiçbir şeye dönüşmeyen bir birikmeden, cehennemî bir gebelikten söz ediyor ve sanatın ölümünü ilan ediyordu.” (s.13)

Bunun gibi pek çok katı ve hakiki tespitle okunup giden sayfalar arasında paylaşmak istediğimiz bir tarif de, sanatçı ile ilgili. Şahiner’in aktarımıyla,  Allan Kaprow’a göre şu :

“Sanatçı sözcüğü belirli bir alanda uzmanlaşmış bir yeteneğin ifadesi değil, tam olarak ne sanat, ne yaşam olan, anlaşılması zor alternatifler karşısındaki felsefî bir duruşun ifadesidir. Sanatçı sözcüğü kategorilerin getirdiği ikilemin içinde kendi isteğiyle bulunan, ama sanki böyle bir ikilem yokmuş gibi hareket eden bir kişiyi ifade eder. Sesli bir montajla görüntülü bir ‘gürültü’ konseri arasında açık bir fark yoksa, o zaman sanatçı ile ikinci el eşya satan kişi arasında da açık bir fark yoktur.” (s.20)

Laurie Anderson’dan Man Ray’a, Joseph Kosuth’dan Joseph Beuys ve Liam Gillick’e pek çok sanatçıya ait sanat eserinin imgesiyle zenginleşen kitapta Şahiner, Donald Kuspit’in keskin eleştirilerine de yer veriyor. Şöyle diyor Kuspit, yazar Şahiner’in Adrien Piper’e ait bir 1990 tarihli Whitney Amerikan Sanatı Müzesi yerleştirmesiyle delillendirdiği günümüz sanatçısı hakkında:

“…Söz konusu sanatçılar, düşünsel ve duygusal açıdan yüce ve diyalektik açıdan derin olanlardan ideolojik açıdan basit, gülünç ve sığ olanlara kadar, yani Laurie Anderson’la Beuys’dan Orlan ve Adrian Piper’a kadar çeşitlilik gösterir; ilk grupta yer alanlar, sanat ve yaşama taze bir eleştirel anlam nüansı katmaktadırlar. İkinci gruptakilerse, bir benlikleri olduğundan emin olmak istercesine halkın aynası önünde, kendilerini tekrar etmektedirler. Uzun bir ideolojik listede yer alan isimler olmaktan kurtulamazlar. Ne var ki, önemli olan nokta, hem en ilginç olanların, hem de en az ilginç olanların , tek kişilik bir sanat benliği performansının kendi payesini kendisi vermiş kralları olmalarıdır.” (s.28)

Kitabın ilerleyen sayfalarında Şahiner, okuru Modern ve Çağdaş sanatın temellenmesinde büyük pay sahibi olan ve Robert Rauschenberg, Willem de Kooning, Marcel Duchamp veya Alexander Rodchenko ya da Ad Reinhardt ve John Baldessari gibi imzalarla görselleştirdiği ‘Sanatta yapısöküm stratejisi ve Derridacı anlam sökümü’ meselesiyle de baş başa bırakıyor.  

"Televizyon gece nedir bilmiyor"

Yazarın çalışmasının bir başka bölümü ise, kişisel olarak favori gösterebileceğim Jean Baudrillard ve onun ‘Baştan Çıkarma Felsefesi’ne ayrılmış. Düşünürün çektiği ve simülasyon kuramını adeta delillendiren fotoğraflarıyla da zenginleşen bu bölümde, şu satırlara yer veriyor Şahiner:

“Televizyon, gece nedir bilmiyor. O, kesintisiz gündüz demek. Televizyon karanlıktan, geceden ve nesnelerin arka yüzünden duyduğumuz korkunun simgesi. Öylesine aydınlık ki ekran, gündüz ışıktan korkan böceklere döndük. Gördüğümüzün arkasını çeviremeyecek kadar hakikatsiziz artık. Gece ve gündüzün dönüşümüne son veren aydınlıkla avunuyoruz. Ekranın kofluğunun sebebi, bu sahnenin boş bırakılmasının imkânsızlığı. Müzik, spotlar, flaş haberler, reklamlar, haberler, filmler, kadın spikerler…  Ekranın hep dolu tutulmasından başka çare yok – ya da tümüyle bomboş bir ekrandan başka. Bizans’ın düştüğü durumdayız; artık tapınma imgelerle gizleniyor. Bizans’ın altın yaldızı gibi cilalı bir boşluk, televizyonun soğuk mavi boşluğu…” (s.75- 76)

Netice yerine, bu yazıdan ziyade, sözünü ettiğimiz kitabı almak, okuru güncel sanatta son onyılların önemli kavramsal ve vaka çıkışlı tartışmalarıyla yüz yüze getirmesi bakımından gerekli ve önemli bir özetleme fırsatı anlamını da taşıyor.

Bunlarla beraber, Türkiye’de sanatın sermaye ve bağımsızlıkla imtihanı konusunda da çarpıcı örnek ve mesajlar taşıyan kitabı, yalnızca bu alanın öğrencilerine değil, ilgili alandaki tüm etkinlikleri tarafsız bir gözle, eleştirel bir üslup içinde izleyenlere de samimiyetle tavsiye ediyorum.

 

Fotoğraf: Guerrilla Girls, Middlebury College