Rumeli'nin hortlak gelinleri

Balkan coğrafyasında geceleri çığlık atarak mezarının civarında dolaşan ölülerin, talihsiz bir kaza sonucu öldükten sonra yaşayanlara hâlâ görünmeye devam eden gelinlerin hikâyeleri artık eskisi kadar yaygın olmasa da anlatılmaktadır

01 Kasım 2018 14:00

Bram Stoker’ın Dracula’sını okuyanların yahut romanın çizgisine sadık uyarlamaları izlemiş olanların aşina olacağı bilindik bir sahne vardır: Highgate Mezarlığı’nda gecenin bir yarısı mezarından kalkmış olan talihsiz Lucy Westenra’nın, yani romandaki tabiriyle “sevimli bir kadın”ın tüyler ürperten yürüyüşü… Ali Rıza Seyfi’nin Kazıklı Voyvoda (Drakula İstanbul’da adıyla da basıldı) adlı yerel Dracula uyarlamasında özellikle “beyazlar içinde” olduğu vurgulanır. Yine romanın başında hayalet misali bir anda zuhur eden -ay ışığında gölgeleri yere vurmayan- Dracula’nın üç “gelini” de filmlerden şuh ve ürkünç siluetleriyle hatırlanmaktadır.

Kültürümüzdeki kefeni çağrıştıran beyaz elbisesiyle dolaşan hayalet kadın figürü dünyanın birçok köşesinde görülmekle birlikte özellikle Balkan coğrafyasında hayli hatırı sayılı bir yere sahiptir. Şehir kültürünün baskınlaşması, köyden kente göç ve tek tip eğitim (dinî eğitim de dâhil olmak üzere) gibi etkenlerden dolayı kırsal hususiyetlerin kaybolmaya başladığı günümüzün Trakya şehirlerinde, kasabalarında hâlen dahi bembeyaz elbisesiyle gecenin karanlığını yırtarak korulara uzanan sapa yollarda dolaşan hayalet kadınların, gelinlerin söylencelerini duymak mümkündür. Hatta bazen meçhul bir şakacının ağaç dallarına askıyla astığı beyaz gelinliğin neden olduğu tedrici dehşete dair haberler de okunabilir.

Bugün her ne kadar kanlı söylencelere konu olmasalar da bir dönemler insanlar için göz yanılgısından kaynaklanan bir tahayyül olmaktan çok köylerin dahi korkuyla boşaltılmasına yol açan, ulu orta bahislerinden kaçınılan eski bir varlığın, bugün artık popüler kültürün ve sinemanın eğlence figürü hâline gelmiş vampir inanışlarının bir parçasıdır aslında. Kayıp ve zamanın rüzgârlarıyla aşınarak bambaşka bir hâle bürünmüş parçası…

Balkanların vampir söylenceleri

Vampir filmlerini geçmişten günümüze az çok izlemişseniz, popüler kültürün “hunharca” kullanageldiği bu hortlak taifesinin Doğu Avrupa’yla ve Balkan coğrafyasıyla müsemma hâle geldiğini görebilirsiniz. Bela Lugosi’nin aksanından kısa vampir hikâyelerinde herhangi bir Balkan ülkesinden geldiği kurgu icabı vurgulanan daha az bilinen karakterlere uzanan bu etki hayli yoğundur. Bu bilinirliğin haklı yönleri vardır ve bu inanışların günümüz Balkan kırsalındaki etkisi göz önünde bulundurulduğunda devede kulak kalacağı da aşikârdır. Zira bugün kırsal nüfusun azalmasına karşılık çeşitli kültürel etkenlerden ötürü belli bölgeler ve topluluklarla sınırlı olsa da, kabir kaçkınları hâlâ dehşet salabilmektedir. Bunun için internet üzerinden Romanya’da 2003’te yaşanan Petre Toma vakasına, 2007’de Sırbistan’da Slobodan Miloseviç’in mezarına kazık çakılmasına, 2008’de yine Romanya, Köstence’deki Gülten Memedali vakasına, 2012’de efsanevi Sırp vampiri Sava Savanovic’le anılan tarihî değirmenin harap olması üzerine bölgesel yönetim tarafından kapılarına sarımsak ve haç asılması için uyarı yapılan Zarozje köyü ahalisi haberlerine bakmak kâfidir.

Medyaya yansımayan söylencelere de rastlamak olasıdır Balkan coğrafyasında. Geceleri çığlık atarak mezarının civarında dolaşan ölülerin, talihsiz bir kaza sonucu öldükten sonra yaşayanlara hâlâ görünmeye devam eden gelinlerin hikâyeleri artık eskisi kadar yaygın olmasa da anlatılmaktadır. Misalen 2005 yapımı meşhur Şutka Rekorlar Kitabı (Knjiga rekorda Sutke) adlı belgeselde, Makedonya’nın bu Roman kasabası örneğinde eski inanışların halk nezdindeki tesiri doğrudan görülebilir.

Bulgaristan'da bulunan vampir mezarlığı olduğu iddia edilen mezarlıkta yerli halk.Ekonomik sıkıntılar ve köylerin ıssızlaşmasıyla Balkan nüfusu büyük şehirlere hareket hâlinde olsa da, zamanın biraz yavaş aktığı bu coğrafyada kültürel hususiyetlerin –dönüşerek ve değişerek de olsa- az çok taşınabildiği görülebilmektedir; yaşayan belleklerden tamamen silinip folklor araştırmalarının ve derleme notlarının arasında küflenmeye bırakılana kadar. Günümüzde ülkemizde halk arasındaki “cin” yerine “üç harfli” şeklinde görülen sözcük tabusu gibi örneklere bakıldığında, bu tür ürpertiler pek de yabancı gelmeyecektir. Herhangi bir nedenle göç verip ıssızlaşan bir köyün “musallatlı” olarak addedilmeye başlanması ve bazı popüler video yayıncılarının buralarda kurgusu bol korku videoları çekip bu kanaati pekiştirmesi de göz önünde bulundurulduğunda, asırlar boyunca iç içe yaşadığımız insanların “ölüme sebebiyet veren kabir kaçkını gölgelerden” ürperti duyması bir nebze anlaşılabilecektir zannediyorum.

Birtakım “folklorik reaksiyonları” medyaya dahi yansıyan yegâne kültür Balkan kültürü değildir elbette –örneğin Afrika’daki Malavi’nin toplu vampir histerisi yıllardan beri zaman zaman gündeme gelmektedir, ancak muasır Avrupa’nın burnunun dibinde olması ve dünyanın çoğu kısmındaki vampir inanışlarından daha fazla bilinirliğe sahip ilginç inanışlarıyla hayli nevi şahsına özgü bir örnektir. Yine aynı şekilde öldükten sonra geri dönen “hayalet” veya “hortlak” kadın figürü ta Güneydoğu Asya’daki inanışlarda da karşınıza çıkabilir ancak birbirine yakın şehir ve kasabalarda benzer motiflerle anlatılan varlıklar da bu açıdan dikkat çekicidir. Peki, Balkanların ön plana çıkmasının nedeni nedir?

Karadeniz havzasında dolanan dehşet

Dağlar ve ormanlarla şekillenen köyler ile Ortodoks inancındaki “ölümden sonra huzur bulunamayacağına dair” kabulün etkisi… Bunlar vampir inanışlarının bölgedeki etkisini özetlese de açıklama hususunda yetersiz kalmaktadır. İnanışın köklü hâle gelmesi elbette bu atmosferde söz konusu olmuştur. Ancak burada sorulması gereken soru başkadır. Bu inanç nasıl bölgeye geldi veya oluştu? Eski inanışlarla bölgeye göçle gelen, sığınmak zorunda kalan toplulukların inanışlarının etkileşime geçtiği aşikâr, ancak “vampir”in bölgede mi zuhur ettiği yoksa oraya mı taşındığı konusunda tartışmalar vardır. Konuyla ilgili olarak “vampir” kelimesinin olası kökenine dair açıklamalar, belli bir ipucu vermektedir.

Ege Üniversitesi’nden Seçkin Sarpkaya ile birlikte kaleme aldığımız Türk Kültüründe Vampirler-Oburlar, Yalmavuzlar ve Diğerleri adlı araştırmada hem dil açısından hem de folklor açısından izlerini sürebildiğimiz meşhur “obur/ubır-upir/upyr-vapir/vampir” bağıntısı Karadeniz havzası üzerinde yoğunlaşıyordu. Evliyâ Çelebi’nin Seyahatnamesi’ndeki “obur” kelimesine dair tespiti ve “karakoncolos”la karşılaması, seyahatnamedeki “oburlar cengi” ile birlikte değerlendirildiğinde –ki bu cengi aktardığı yer Kafkaslarda Nogayların o dönemde yoğun bulunduğu bir mıntıkadadır- Kıpçak lehçelerinden ve halk inanışlarından çıkma bir varlığın, Karadeniz havzasında boy göstermesi ve ardından yaşatılmasına müsait bir coğrafyayla müsemma hâle getirilmesi –Kıpçak göçlerinin seyri göz önünde bulundurulduğunda- açıklanabilmektedir. Bugün Türkiye’de bu göçlerin görüldüğü Karadeniz bölgelerinde hâlâ oburlu, cazılı cadı memoratlarının bilinmesi şaşırtıcı değildir. Aynı şekilde kazıklanmış yahut kafası kesilmiş iskelet buluntularının Bulgaristan’dan Polonya’ya, ta Adriyatik kıyılarına (İtalya’daki buluntular) kadar görülmesi, Evliyâ Çelebi ve Ebussuud Efendi’nin hortlak fetvasındaki “vampir öldürme” metotları arasındaki benzerlikle karşılaştırıldığında, “vampirin” Balkanlara gelişi ve buradaki halk inanışları arasında yer bularak günümüze kadar biline gelmesi de şaşırtıcı gelmeyecektir. Slav topluluklarıyla olan ilişkiler bağlamında değerlendirildiğinde, Doğu Avrupa ve Balkanlarla müsemma hâle gelmesi de açıklanabilmektedir.

Osmanlı döneminde Balkan halklarıyla olan kültürel temas ve inanışların etkileşimi bu açıdan hayli anlamlıdır ki önceleri sadece Hristiyan topluluklara atfedilen ve gereğinden fazla popülerlik kazanan meşhur “Tırnova Cadıları” hadisesini münferit bir vaka olarak değerlendirmek yaygınken, artık Osmanlı’nın Rumeli topraklarındaki diğer dehşetli vakalar ve bunların ışığındaki folklorik izler fark edilebilmektedir. Daha fazla araştırılmakta ve kurgulara da daha fazla yansımaktadır.

Osmanlı ahalisinin vampir korkusu: Ervah-ı habise

Osmanlı döneminde geçen yerli ve yabancı kaynaklarda (seyahatnâmeler, fetvalar, mektuplar, ilmihaller vb.), özellikle Osmanlı belgelerinde Kanuni ve II. Selim devirlerinin şeyhülislamı Ebussuud Efendi’den itibaren görülen “kötü cinlerin günahkârların cesetlerini kullanmaları” şeklinde açıklanabilecek açıklama yani “ervah-ı habise” (kötü ruhlar, kötü cinler) tabiri sıkça görülmektedir. Yine bu metinlerden birinde “vahşet” tabirinin de kullanılması ve mezar açılmalarından bahsedilerek burada Ebussuud Efendi’nin fetvasında önerilen “hortlak öldürme” metodunun icra edildiğinin farklı metinlerde vurgulanması, bu kayıtların ortak özelliklerini teşkil etmektedir. Tarihî kaynaklarda bahsi geçen ve yaşandığı iddia edilen farklı türdeki, bahislerdeki vampir-cadı vakalarının mühim bir kısmı Osmanlı topraklarında (Edirne, Kavala, Yeniköy, Doyran, Tırnova, Tikveş, Köprülü, Vodina’ya bağlı Sarıgöl’deki (Kayalar) Çor ve Kırımşah köyleri, Selanik’in Ağustos kazası, Ege adaları, Hatukay-Petsi köyü (Kafkasya), İşkodra, -bir süre Avusturya hâkimiyetinde kalsa da-Semendire Sancağı’na –Belgrad- bağlı Kisileva köyü ile Medveda köyü) ve Osmanlı’ya komşu topraklarda (“resmî kayıtlara geçmiş ilk vampir salgınının” yaşandığı yer olan Hırvatistan’daki Kringa köyü) geçmektedir.

Osmanlı Vampirleri - Söylenceler, Etkileşimler, Tepkiler, Salim Fikret Kırgi, İletişim YayınlarıBurada ilginç nokta şu ki Balkanlarda hüküm sürmüş devletlerin, ahalinin huzurunu kaçıran “hortlaklar” karşısında genelde mezarlara zarar verici tedbirleri engellemeye çalışmaları söz konusudur. Yerel Balkanlı yöneticiler veya Balkanlara kısmen yakın yerlerin idarecileri, mezar açıp ölü kazıklama tedbirini yasaklama yoluna gitmişlerdir. 1349’da Kral Stefan Duşan meşhur Kodeksi’nde, 1820’de Prvi Sırpski Ustanak’ın (İkinci Sırp İsyanı) lideri, Sırbistan ve Yugoslavya’yı farklı dönemlerde yöneten Obrenovic hanedanının atası olan meşhur Sırp prensi Miloş Obrenovic, 1730’larda da Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresia kaba tabirle “mezar açıp ölü kazıklama”yı yasaklamışlardır. Bu açıdan bakılınca, Osmanlı Devleti’nin kabir kaçkınlarına karşı fetva ve ilmihâllerdeki yaklaşımı, bu türden bir metodu en azından caiz olabilecek şekilde yapılmasına müsaade etmesi dikkat çekicidir. Fetvaların bu uygulamaya cevaz vermesi bir yana, gerek Tırnova cadıları vakasından (1833) gerekse Makedonya’daki masarif defterleri örneklerinden, idarecilerin zaman zaman vampiri def etmek için “cadıcı”-“cadı üstadı” (yerel vampir avcıları) kiraladığı da bilinmektedir.

Burada alınan yasaklayıcı veya meşrulaştırıcı önlemler, bir anlamda bölge halkının paniğe kapılmasını engelleyecek, bölgeden kontrolsüz göçü önleyecek mahiyettedir. İslam şeriatının da örfî hükümlerle birlikte etkin olduğu Osmanlı, asırlarca hüküm sürdüğü bölgenin hususiyetlerinin üzerinden böyle gelmeye çalışmıştır. Ancak her zaman böyle değildir. Nitekim yine belgeler arasında Doyran’da vampir cesetleri yakan köylülerin mahkeme edildiğini görüyoruz yahut İşkodra’da bir köyde cadı olduğunu itiraf eden bir kadının İzmir’e sürüldüğünü de görüyoruz. Konuya dair devletin ve toplumun farklı dönemlerdeki yaklaşımları, Salim Fikret Kırgi’nin ses getiren Osmanlı Vampirleri-Söylenceler, Etkiler, Tepkiler adlı araştırmasında ele alınarak tafsilatıyla açıklanmaktadır. Vampir inanışlarının imparatorluk topraklarındaki tesirleri ve dönüşümü için bu esere bakılabilir.

“Edirne’nin hortlakları! Manastır’ın vampirleri!”

Hayli kıymetli bir folklor kaynağı olan Abdülaziz İbn Cemaleddin’in (1858-1918) Eski Osmanlı Âdetleri, Merasimleri, Tabirleri ve Davranışları adlı eserinde, yazar şöyle ilginç bir bilgi vermektedir:

Eskiden halk arasında ‘hortlak’, ‘vampir’ adı verilen, vehim ve hayal ürünü bir cismin varlığına inanılıyordu. Bu hayalin esası ise ölenlerin ruhlarıydı. Batıl inanışa göre ölenlerin bir kısmının ruhu kötü ruhlara karışarak ve onların şekline girerek bir süre sonra kabirlerinden çıkar, şuna buna ve özellikle kendilerinden farklı yaratılışta olanların hanelerine gelerek onlara musallat olur, fırsat bulursa boğarlarmış. Bunlar siyah kıllı tulum şeklinde olup gidecekleri yere kimseye sezdirmeden, yuvarlanarak giderlermiş. Ölülerin böyle hortlak şekline girmelerinde tamamen gömüldükleri yerin etkisi olduğuna inanılırdı. Bazıları kötü ruhlara karışmış bile olsalar hortlak olarak ortaya çıkmaz, kabirleri içinde kalırlarmış. Eğer toprağın cinsi ve kabrin şartları hortlamalarına müsait ise kabirlerinden çıkma kuvvetini bulurlar ve istedikleri yere kadar giderlermiş. Hortlak çıkan en müsait yerler Edirne ve Manastır civarı derlermiş. Edirne’de ortaya çıkanlara oranın tabirince hortlak, Manastır’da vampir adı verilirdi. (…) Bunların saldırı ve kötülüklerinden korunmak için ocaklı tabir denilen birtakım okuyuculara da başvurulur, onların aldığı tedbirlerle kurtulmak mümkün olurmuş. Bu okuyucular kendilerince bilinen izleri takip eder, hortlağın hangi mezardan çıktığını kükürde benzer bir koku duyarak anlarlarmış. Keşfedilen bu hortlak mezarına çok miktarda sönmemiş kireç ve su dökülür, üstüne kazıklar çakılıp, çalılarla da örtülürse hortlağın bir daha çıkmasının mümkün olmayacağına inanılırdı.”

Her iki bölge de hem derlenebilen hem de kayıtlara geçmiş hortlak vakalarıyla dolu örnekler sunar. Misalen bir dönemin Vodina ve Selanik’ine bağlı köylerdeki tüyler ürpertici memoratları ve kabulleri, Osman Saygı şöyle aktarıyor:

“Cadılar daha çok, Sarıgöl’ün Çor ve Kırımşah köylerinde görülürmüş. Cadı; topraktan, damardan, mezardan kalkarmış, ses halinde, korkunç şekilde, kendini belli eder, tahribat yaparmış. Eve, ahıra girer, küpleri devirir, hayvanların üzerine binermiş. Telaş ve ağırlıktan hayvanlar ter içinde kalırlarmış. “Gel seni, düğüne götüreyim” diye insanı evinden alır, atının arkasına biner ve o kimseye hayli eziyet yaparmış. Sarıgöl’ün Muralar köyünden Abdurrahman ve Murad kardeşler, dededen kalma, cadılarla mücadele ederlermiş. Cadıyı toprak besliyormuş, cesetteki kan besliyormuş. Cadılar cumartesi günleri mezarlarını terk edemezlermiş. O günde gidip cadı olanın mezarı açılırmış, kızılcık sopası ile pelte biçimindeki cadının karnı orta yerinden yere mıhlanıp, kireç dökülüp yakılırmış. Tabii bu işleri cadıcılar görürmüş. Sarıgöl’ün Uçana köyünden, Mehmet Bölükbaşıların, bir Hristiyan çobanları varmış. Öldüğünde cadı olmuş. Cadı ile mücadele edilmeyince, cadı azılaşır, sömürgen yani “Vırkalak” olurmuş. Çocukları, ayaklarının altından emer öldürürmüş. Bazen insan şekline de girermiş. Bölükbaşıların Hristiyan çobanı eve gelmiş; bakırını, kebesini, değneğini almış, “Sürgüven” yaylasındaki, koyunların yanına gitmiş ve oradaki, Ali Çambar’ın İsmail Ağa’ya: “Geldim geldim” diye seslenmiş. Çobanı köpekler tanımışlar, üzerine atlamaya başlamışlar, Valibelif tarlasının üzerine çıkınca “Kurtyesi” cadıyı yakalamış ve yemiş, gitmişler, bir bakmışlar ki çobanın yalnız yamçısı, bakırı ve elbisesi kalmış. Kurtyesi’ne “üşek” de denirmiş. Üşek, aynı kurt gibi üzerinde beni olan bir çiçekmiş, otmuş. …Birinci Cihan Harbi sıralarında Selanik’in Ağustos kazasında ‘Hâkime’ isminde bir cadı türemiş ve bütün o ilçe halkını rahatsız etmiş. Ve Muralarlı Murat Ağa’yı, kasabaya çağırmışlar ve cadı öldürülmüş. Kayalarlı Uçanalı Behzat Ağa, Halis Ağa, Ağustoslu Şükrü dayılarda misafir imişler. O semtin muhtarı da Yusuf Efendi imiş. Cami’den çıkan cemaat Hâkime cadının olduğu yere toplanmış. Orada, elektrik şeraresi şeklinde bir kımıldama hareket gözüküyormuş.”

Yine Makedonya Arşivi’ndeki 1836-39 yılları arasındaki üç ayrı masarif defterindeki cadıcılar bahsi de bu açıdan dikkat çekicidir. Söz konusu anekdotların bir kısmının Edirne’de geçtiği, buranın halk inançları arasında korku filmlerinden aşina olunacak hususların bulunduğu çeşitli kaynaklarda görülmektedir. Edirne’de Hicri 1110’da (Milâdi 1698-99) meydana gelen iki cadı vakasının bahsi (biri bugün Yunanistan’da bulunan Maraş köyünde, diğeri şehir içinde, muhtemelen Yıldırım semtindeki Hacı Sarraf Mahallesi’nde) anonim bir Osmanlı tarihinde geçiyor. Maraş köyünden Bıyıklı Ali ile Yıldırım’daki Cennet Hatun adlı iki kişinin cadılığına dair vakaların bahsi dönemin Edirne Kadısı Mirzazade Mehmet Efendi’nin Veziriazam Hüseyin Paşa’ya yazdığı bir mektupta yer alıyor.

Edirne’deki eski vampir vakalarından birini Mark Mazower, M. E. Durham’ın Some Tribal Origins, Laws and Customs of the Balkans adlı araştırmasına atfen aktarmaktadır. Vaka 1872 tarihlidir. Edirne’de Müslüman bir hoca ile Hristiyan bir papaz şehri vampirlerden temizlemeyi başaramayınca “okuyup üfleyen bir Türk” çağrılmış, vampirler yok edilince şehir halkı sakinleşebilmiştir. Burada bahsi geçen okur üfler kişinin “cadıcı” veya “cadı üstadı” olması kuvvetle muhtemeldir. Bunların tafsilatı için de Sarpkaya ile birlikte kaleme aldığımız Türk Kültüründe Vampirler başlıklı araştırmanın ilgili kısımlarına göz atılabilir.

Beyazlı kadın Karaağaç yollarında

Lüleburgaz’dan Uzunköprü’ye çok farklı yerleşimlerden kimselerden –ki yaş aralıkları da değişmekte- “hayalet gelin”in bahsini duymuşumdur. Ya atsız bir faytonun tepesinde ya minare tepesinde yahut ıssız bir yolda sakince yürürken tasvir edilir. Kimi anlatılarda kızıl veya siyah giysilerle, elbisesi üzerindeki kan lekesine benzer lekelerle tasvir edilse de artık Rumelinin ürkünç ve kanlı hortlak gelinlerinden ziyade, talihsiz bir olayın, yarım kalmış bir düğünün yahut istenilmeyen bir evliliğin nişanesi olarak addedilen mahzun hayalet söylenceleri söz konusudur.

Nitekim günümüzde şehir kültürünün baskın hâle gelmesi, Balkan folklorunun tesirinin zayıflaması ve tek merkezden dinî eğitim ile yerel inanışların etkisini kaybetmesi vb. hususlar nedeniyle Edirne’de artık mezardan çıkmalı, kanlı, kazıklı hortlama anlatıları görülmüyor. Ancak bu varlıkların “hayalete” dönüşmüş siluetler, kanlı suretleriyle dolaşan gelin söylenceleri ve ruhu ardından mevlüt okunmadıkça mahalleye huzursuzluk veren varlık tasavvurları şeklinde anıldığı, tarihî kaynaklara geçmiş bir folklorun bu yönde dönüşüm geçirdiği anlaşılıyor.

Bugün kahvehane köşelerinde cinli tılsımlı define söylencelerinin, köylerde düğün yapan perilerin memoratlarının anlatıldığı, geceleri Karaağaç’ta dolandığı söylenen hortlak gelinin hâlâ yaşayan bir motif olarak sohbetlerde karşınıza çıkabileceği Edirne’de, bu korkulu rivayetlerin ve hikâyelerin kökü hayli eskiye dayanıyor.

Rumeli’nin “hortlak gelinleri” unutulmaya yüz tutmuş sözlü anlatılarda, dilden dile rivayetlerde –can çekişerek de olsa- mevcudiyetini koruyor.

 

 

Not: Vampir inanışları ve kültürdeki yankılarıyla ilgili olarak daha fazla malumat edinmek isteyenler internet üzerinden Gerisi Hikâye adlı podcast/yayın serisinin üç bölümlük vampir temalı yayınlarına göz atabilirler.
Kaynakça:
“Cadı Avcılarına Takibat”, Muzaffer Albayrak, NTV Tarih Dergisi, Sayı 21, Ekim, İstanbul 2009, s. 67.
Ortaçağ Avrupası’nda Cadılar ve Cadı Avı, Haydar Akın, Phoenix Yayınevi, Ankara 2011.
“Osmanlı Devleti’nde Cadılar Üzerine Bir Değerlendirme”, Zeynep Aycibin, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, S. 24, Ankara 2008, s. 55-69.
Enyclopedia of Vampire Mythology, Theresa Bane, McFarland & Company, Inc., Publishers, 2010.
İfritler’den Dracula’ya Modern Vampir Mitinin Doğuşu, Matthew Beresford, Çeviri: Funda Akkaya, Doğan Kitap, İstanbul 2014.
“Über die Fälle von “Vampirismus”in den Balkangebieten des Osmanischen Reiches”, Elvira Bijedic, RADOVI, Cilt 1, Filozofskog fakulteta u Sarajevu, Sarajevo 2010, s. 227-247.
Deliliğin Coğrafyası, Frank Bures, Çeviri: Baysan Bayar, Paris Yayınları, İstanbul 2017.
“Yakın Tarihteki Trakya’da Doğaüstü Varlıklara Olan İnanç Sistemi ve Korku Hikâyeleri”, Berk Demiroğlu, (Basılmamış Bitirme Tezi), Trakya Üniversitesi, Edirne 2018.
Evliyâ Çelebi’nin Acayip ve Garip Dünyası, Yeliz Özay Diniz, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2017.
Şeyhülislâm Ebussuud Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, Mehmet Ertuğrul Düzdağ, Enderun Kitabevi, İstanbul 1972.
Vampirizm, Christopher Frayling, Çeviri: Elif Ersavcı, Varlık Yayınları, İstanbul 2009.
Drakula ya da Kazıklı Voyvoda, Raymond T. McNally & Radu R. Florescu, Çeviri: Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitap, İstanbul 2000.
Gecenin Çocukları, Ulaş Işıklar, Avrupa Yakası Yayınları, İstanbul 2010.
“Rize Yöresindeki Obur ve Cadı ile İlgili İnanış ve Uygulamalar Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme”, Turgay Kabak, Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi (Sempozyum Özel Sayısı), Cilt 7, Sayı 2, Trabzon 2016, s. 309-323.
Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi, Seyit Ali Kahraman, Yapı Kredi Yayınları, Cilt 7, Kitap 2, İstanbul 2011.
Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı.
İstanbul Ahkâm Defterleri-İstanbul’da Sosyal Hayat, Ahmet Kala, Cilt 1, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul 1997.
Her Yönüyle Vampir, Rick Sutherland, Arjean Spaite, Barb Karg, Çeviri: Cüneyt Halu, Arkadaş Yayınları, Ankara 2011.
“Tırnava Cadıları”, Türk Folklor Araştırmaları, Reşat Ekrem Koçu, Sayı 154, Mayıs 1962, s. 2727-2728.
“Ein Fall von Vampirismus bei den Osmanen”, Markus Köhbach, Balkan Studies, Sayı 20, Cilt 1, Selanik 1979, s. 83-90.
“Güneydoğu Avrupa Vampir İnanışında Kadınların Rolü”, Peter Mario Kreuter, Osmanlı Döneminde Balkan Kadınları Toplumsal Cinsiyet, Kültür, Tarih, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2009, s. 241-252.
Osmanlı Vampirleri-Söylenceler, Etkiler, Tepkiler, Salim Fikret Kırgi, İletişim Yayınları, İstanbul 2018.
Bizans’ın Çöküşünden Günümüze Balkanlar, Mark Mazower, Alfa Yayınları, İstanbul 2014.
Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi, Necib Asım Yazıksız, (Türk Tarih Encümeni Külliyatı), Devlet Matbaası, Cilt 7, İstanbul 1928.
Vampirin Kültür Tarihi, Gülay Er Pasin, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2013.
“Mezarlık Cadıları”, Necdet Sakaoğlu, NTV Tarih Dergisi, İstanbul 2009, s. 66.
“Türk Kültüründe Vampir Türk Dünyası Anlatıları ve İnançlarından Hareketle Türk Kültüründe Kan İçen Olağanüstü Varlıklar”, Seçkin Sarpkaya, III. Genç Akademisyenler Sempozyumu, Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Ankara 2015.
“Sarıgöl Folklorundan: Cadılar ve Cadıcılar”, Türk Folklor Araştırmaları, Osman Saygı, Cilt 7, no. 150, Ocak 1962, s. 2606.
“Ethnobotanical Knowledge and Traditional Use of Plants in Serbia in Relation to Sustainable Rural Development”, Ethnobotany and Biocultural Diversities in the Balkans, Svetlana Acic, Milica Petrovic, Dajic Zora Stevanovic, New York 2014, s. 229-252.
Vampir Manifestoları, Fatih Danacı, Aylin Ünal, Giovanni Scognamillo, Marjinal Kitap, İstanbul 2011.
Tournefort Seyahatnamesi, Joseph Piton Tournefort, Çeviri: Zülal Kılıç, Kitap Yayınevi, İstanbul 2005.
“Vampir Mitolojisi”, Derya Tulga, NTV Tarih Dergisi, S. 21, İstanbul 2010, s. 58-61.
“Osmanische Lokalbehörden der frühen Tanzimat im Kampf gegen Vampire? Amtsrechnungen (masarıf defterleri) aus Makedonien im Lichte der Aufzeichnungen Marko Cepenkovs (1829-1920)”, Michael Ursinus, Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes, Sayı 82, Viyana 1992, s. 359-374.
“Vampir”, Hatice Şirin User, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, TDK Yayınları, Sayı 2, Ankara 2010, s. 119-130.
“Türk Kültüründe Hortlak Cadı İnanışları”, Mehmet Berk Yaltırık, Tarih Okulu Dergisi, Sayı XVI, İzmir 2013, s. 187-232.
Türk Kültüründe Vampirler-Oburlar, Yalmavuzlar ve Diğerleri, Mehmet Berk Yaltırık, Seçkin Sarpkaya, Karakum Yayıncılık, Ankara 2018.
“Vampir Mezarları: Arkeoloji ve Folklor Ne Diyor?”, Mehmet Berk Yaltırık, Bilimdili, http://bilimdili.com/dusunce/vampir-mezarlari-arkeoloji-ve-folklor-ne-diyor/, (Güncelleme Tarihi: 07.10.2016b -Erişim Tarihi: 20.10.2018).
“Türk Kültüründe Hortlak Cadı İnanışları”, Mehmet Berk Yaltırık, Tarih Okulu Dergisi, Sayı XVI, İzmir 2013, s. 187-232.