Yerli ve millî: Geriye dönük ve korunmacı bir projenin aracı

Yerlilik ve millîlik bizden olanları belirleyip bu tanımı genişletmek yerine, “biz” tanımını mümkün olduğu kadar daraltıp birtakım sınırlar çizmek için kullanılıyor.

05 Nisan 2018 14:00

“Yerli” nitelemesinin bizim nesle çağrıştırdığı ilk tanımlama “yerli malı”dır. Özellikle ilkokul yıllarında “yerli malı” kullanmanın önem ve değeri konusunda konuşmalar dinleyerek, programlara katılarak, yazılar okuyarak epey zaman geçirdik. Bizden önceki nesilde bu tip programlar daha da yoğundu ve daha uzun zaman devam etti. O dönemlerde millî belki biraz daha arka planda bir çerçeve olarak bulunan bir kavramdı. İlerleyen yıllarda millî gittikçe sağ çizgiyle özdeşleşti. Kuşkusuz en başlarda bile kendilerini millî olarak tanımlayan sağ eğilimli örgütler yeni cumhuriyetin pratiğinin ve kurumlarının oluşmasında ve korunmasında aktif bir rol oynadılar. Gerek yerli mallarda gerekse terimin başka kullanılış biçimlerinde “yerli”nin “buradan olmak,” yani yerel olarak buradan kaynaklanmış olmak şeklinde bir anlamı var. Millî ise bir adım daha öteye gidiyor ve salt buraya değil bize ait, bizimle özdeş şeklinde bir anlam taşıyor. Herhangi bir hareketi, görüşü veya ideolojiyi bu anlamda millî yapan nedir, pek açık değil tabii.

Her iki kavramı da yukardaki biçimleriyle ve özellikle zaman içindeki değişimleriyle düşünürsek, bunların ideolojik bir damardan gelmek yerine, daha çok araçsal bir işlev gördüklerini düşünüyorum. Cumhuriyetin ilk yıllarında hem yerli hem millî kavramları daha çok içe dönük bir propaganda amacıyla kullanılıyordu. Her ikisinde de dışa dönük, Türkiye dışında bazı odakları hedef alan bir amaç veya ima yoktu. Tam tersine, yerlilik ve millîlik Türkiye’nin kalkınıp modernleşmesinin birer parçası olarak sunuluyordu. Bu modernleşmenin ana eksenlerinden biri de Batılılaşmak olarak belirlenmişti. Yani yerli kimliğimizi vurgulayarak, millî değerlerimizi savunarak kalkınacak, güçlenecek, gelişecek ve Batı’ya yetişecektik. Bütün bu söylem de önce Batı’dan kaynaklanan aydınlanmacı felsefenin etkisindeki liderler tarafından ve daha sonra da Soğuk Savaş döneminde ABD merkezli Batı ittifakının bir üyesi iken biçimlendirildiği için genel olarak Batı ile uyumluydu.

Millîlik ve yerlilik ileriye dönük ve umut içeren bir projenin parçası olarak değil, geriye dönük ve korunmacı bir projenin aracı hâline geldi

Yukardaki tarifleriyle yerlilik ve millîlik, yerli veya millî olmayanı dışlamaz. Tam tersi, kendisinden olmayanlara karşı bir açıklığı vardır. Tabii bu açıklık, tarihsel açıdan hiçbir temeli olmayan birtakım zorlamalara dayanır. 1932’deki Türk Tarih Kongresi’nde bütün dünya medeniyetlerinin kökünde Türklerin olduğu tezinde böyle bir birleştiricilik isteği yatıyordu bence. Aynı şekilde, Celal Bayar’ın küçük Amerika olma idealinde de Batı’ya karşı bir açıklık ve hayranlık olduğu yadsınamaz.

Bugün ise tam tersi bir konumdayız. Yerlilik ve millîlik bizden olanları belirleyip bu tanımı genişletmek yerine “biz” tanımını mümkün olduğu kadar daraltıp birtakım sınırlar çizmek için kullanılıyor. Millîlik ve yerlilik ileriye dönük ve umut içeren bir projenin parçası olarak değil, geriye dönük ve korunmacı (defansif) bir projenin aracı hâline geldi. WhatsApp’tan yemeğe, elektrik akımından mimariye kadar millî ve yerli olmayan her şey yabancı, tehlikeli ve bizi güçsüz hâle getirip dış saldırılara karşı savunmasız bırakacak bir komplonun parçaları olarak gösteriliyor. Artık amaç teknolojiyi, eğitimi, bazı sanat ve yaşam biçimlerini, kaynakları ne olursa olsun öğrenerek Türkiye’nin kalkınıp gelişmesinin araçları hâline getirmek değil, bunların özellikle Batı’dan gelenlerini dışlamak ve yok etmek.

Gerek millîlik gerekse yerlilik kavramlarının içeriği erken Cumhuriyet dönemlerinde de bugün de bu terimleri kendi amaçları için kullanan siyasî liderler tarafından belirlendi

Gerek millîlik gerekse yerlilik kavramlarının içeriği erken Cumhuriyet dönemlerinde de bugün de bu terimleri kendi amaçları için kullanan siyasî liderler tarafından belirlendi. Yani bu terimlerin özgül anlamları olduğunu ve bu anlamların siyasîler tarafından bozulduğunu veya içlerinin boşaltıldığını düşünmek yanlış. Bu kavramların içi zaten boştur. Anlamları zaman ve kullanılış biçimlerine göre belirlenir. Yerlilik ve millîlik kavramlarının son yıllardaki kullanılış biçimlerinin önceki dönemlere göre çok daha geniş bir kesimden yankı bulduğu yadsınamaz. Bunun bence iki nedeni var. Birincisi, AKP’nin başarısında, cumhuriyetin ilk dönemlerinden itibaren Batılılaşma ile eksenlendirilen projelerin dışında kalan ve onlardan yararlanamayan kesimlerle diyalog kurabilmesinin rolü olduğu inkâr edilemez. AKP politikaları neoliberal, neo-Osmanlıcı vs. gibi evrelerden geçerken bu temel diyalog, organik bağ değişmez bir unsur olarak devam etti ve hâlâ da ediyor.

İkinci neden, Türkiye ile sınırlı değil ve son yıllardaki Türkiye ile Putin’in Rusya’sı, Orbán’ın Macaristan’ı ve hatta Trump’ın Amerika’sı arasındaki benzerliklere de işaret ediyor. Küreselleşme denen ve 1990’lı ve 2000’li yıllarda hız kazanan süreç dünyayı yakınlaştırdı. Bugün dünyanın her yerinde finans, iletişim teknolojisi ve benzer alanlarda aynı şekillerde uzmanlaşan, aynı dili konuşan, aynı yaşam biçimlerini ve zevkleri paylaşan bir kesim ortaya çıktı. Bu kesim sayıca kısıtlı. Ortaya çıkmasına neden olan değişim ise çok güçlü, kapsamlı ve aynı zamanda toplumların geniş kesimlerini dışlayıp yoksulluğa ve umutsuzluğa itti. Trump tipi politikacılar samimiyetsiz bir biçimde bu kesimlerin umutsuzluklarını kullanıp onlara olmayacak şeyler vadediyor. Ancak ABD’de bile kurumlar ne kadar oturmuş olursa olsun, başkanların elinde o kadar güç var ki ülke geriye, “yerli” ve “millî” değerlere dönebilir. ABD’nin dünya içindeki konumunu düşünürsek böyle bir dönüşün dünya için sonuçlarının çok vahim olacağını düşünüyorum.

Küreselleşme AKP’den önce başlayıp 2000’li yıllarda hız kazanarak Türkiye’yi de değiştirdi. Bu değişimin bir boyutu olarak Türkiye’de yeni bir orta sınıf ortaya çıktı. Bugün AKP ekonomik politikaları ile kendisine yakın olan ve çok zenginleşen kesimlerle birlikte bu orta kesimi kendi yanında tutmaya çalışıyor. Bunların dışında kalan kesimlere ise gittikçe keskinleşen bir İslamî ve milliyetçi söylemle hitap etmeye çalışıyor. Türkiye’de, bölük pörçük tarihî referanslarla süslenen bu türden bir millîlik ve yerlilik söyleminin AKP çevresinde olmayan kesimlerde bile ne kadar kuvvetli bir yankı uyandırdığını her gün görüyoruz. Bu ikili yaklaşımda büyük bir çelişki olduğunu düşünüyorum. Türkiye ticaret, yatırım ve finans alanlarında dış dünya ile iç içe. İdeolojik açıdan ise gittikçe içe dönük ve hırçın bir yabancı, özellikle Batı düşmanlığı öne çıkıyor. Bu ikilem ne kadar sürdürülebilir, emin değilim. Çok da ayrı olmayan nedenlerle benzer eğilimler dünyanın birçok yerinde etkili olmakta. Bu gidişin denetim altına alınmasının kolay olmayacağı da her gün biraz daha belirgin hâle geliyor.