Osmanlı-Türk polisiyesinin ilk döneminde yapı ve ideoloji

Osmanlı-Türk polisiyelerinde çete alt türünün ulusalcılıktan oldukça etkilendiği görülür. Çetenin kendine ait dili, jargonu ve parolaları ulusun alfabesini değiştirmesi, kendine ait bir tarih tezi ve dil teorisi ortaya çıkarmasıyla paraleldir...

08 Ekim 2015 15:00

Osmanlı- Türk edebiyatında 1884- 1928 yılları arasında yayımlanan telif polisiyelerin[1] özelliklerine bakıldığında ilk dikkati çeken unsur polisiyenin Batı’da pozitivizmin yücelttiği bir tür olarak Sanayi Devrimi’nde ortaya çıkmasına rağmen Osmanlı topraklarında akıl ile değil sezgi ile var olmasıdır. Nitekim kahramanların kendisi de bu vurguyu özellikle dile getirerek sezginin akıldan daha önemli bir silah olduğu konusunu gündeme getirirler. Özellikle İngiliz temelli polisiyelerde polis- dedektif- gazeteci gibi kahramanlar ön plana çıkarken Batılı polisiyeden farklı olarak Osmanlı- Türk polisiyesinde uluslararası örgütlü suçlar işleyen bir hırsızın başat kahraman olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Bu demektir ki akla karşı sezgide olduğu gibi bir anlamda Batı söz konusu olduğunda polise karşı suçlu, yani Batılıya karşı Doğulu ortaya çıkar. Bu durumda suçlu da okur gözünde suçlu değil, asıl adaleti sağlayan kişidir. Bu sebeple Osmanlı- Türk polisiyesi merkeze çoğunlukla hırsız suçlu kahramanları alan, sezgiyle işler hale gelen bir yapıya sahiptir. Bu yapıyı belirleyen temel unsuru oluşturan olay örgüsü yani hareket, akıl geride bırakıldığı için pasifize edilir ve aslında yazar olarak karşımıza bir hikâye anlatıcısı çıkar. Böylece Osmanlı- Türk polisiyesi olay örgüsünden çok hikâyeye dayalı, yapı olarak pasif, değişkenlikten uzak ve oldukça ideolojik bir katılıkla gün yüzüne gelir. Bu da yine akılla bağlantısızlık sonucu olağanüstü ve tesadüfün, bol miktarda arasözün, açıklamaların eserlerde yer almasını beraberinde getirir. Akıl yerine sezginin aktiflik yerine pasifliğin, pasifize etmenin polisiye anlatılardaki kurguyu oluşturan temel unsur olması metnin ideolojik katılığını korumaya hizmet eden bir unsurdur. Buna rağmen Türkçenin bu dönemine ait eserlerde ideolojik katılığı betimleyen bir şekilde suçlar bireysel değil, çeteler tarafından işlenen örgütlü suçlardır.  

Benedict Anderson, Hayali Cemaatler adlı kitabında ulus, millet ve milliyetçilik kelimelerinin siyasî bir form olarak değil kültürel bir form olarak değerlendirilebileceği üzerinde durur. Bu kültürel form yapılabilir, hayal edilebilir bir unsur olarak ortaya çıkar. Anderson ulus için “hayal edilmiş siyasal bir topluluktur  -kendisine aynı zamanda hem egemenlik hem de sınırlılık içkin olacak şekilde hayal edilmiş bir cemaattir.”[2] (20) tespitinde bulunur. Bu anlamda bakıldığında Osmanlı- Türk polisiyelerinde çete suçları, yani örgütlü suçların ön planda gelmesi anlaşılır bir nitelik kazanır. Bu çete üyeleri tıpkı ulus gibi hayal edilmiş bir cemaatin üyesidirler ve birbirlerine neredeyse akrabalık ilişkileri ile bağlanmışlardır. Üstelik çetelerin yurt dışında da birçok üsleri vardır. Çete liderleri birçok dil bilen, modern tiplerden meydana gelirler. Ayrıca oldukça iyi eğitim almışlardır ve karizmatik özelliklere sahiptirler. Fakabasmaz Zihni’nin, Pire Necmi’nin, Tilki Leman’ın, Çekirge Zehra’nın, Cingöz Recai’nin suçlarını işlemek için yurt içi ve yurt dışında merkezleri olan suç çeteleri vardır.

Osmanlı- Türk polisiyesi 1914 ve 1928’de yayımlanma açısından bir sıçrama yaşar. Bu tarihlerden ilki dünya savaşının, ikincisi ise Kemalizm’in bir ideoloji halini almasının başlangıcıdır. İttihat ve Terakki’nin merkezileşmeye gittiği 1911 yılı sonrası ile Kemalizm’in kendine bir yer bulduğu 1928 sonrası, başkahramanın karizmatik ve oldukça iyi eğitimli kişilerden oluşmasıyla paralel bir döneme denk gelmektedir. Bu çeteler, Anderson’ın ulusun sınırlı ve egemen olarak hayal edilmesiyle de paralellik gösterirler. Diğer taraftan Osmanlı-Türk polisiyesindeki yapıya baktığımızda yapının akıl yerine sezgiyi öne geçirmesi de bir ulusal refleksin anlatıya yansıması şeklinde görülebilir. İskender Fahrettin Sertelli, Ebussüreyya Sami, Peyami Safa gibi yazarların kaleminden çıkan “Türklerin Arsène Lupen’i,” “Türklerin Sherlock Holmes’ü” başlıklı serilerin yerli kahramanları Batı’dakilerden çok daha zeki ve güçlüdür. Onları güçlü yapan önemli unsur ise öncelikle sezgileridir. Örneğin Peyami Safa (Server Bedi)’nin kahramanı Cingöz Recai her zaman akla karşı sezgiyi yüceltir. Ayrıca olay örgüsünün pasifize edilmesi de bu sezgicilikle bağlantılıdır. Kemalizm’in ideoloji halini almasının başlangıcında milliyetçi birer kahraman olarak ortaya çıkan bu kahramanlar olay örgüsü çatmak yerine hikâye anlatmayı tercih ederler. İdeolojinin kemikleşmeye başlaması için zaman geçecektir. Nitekim Osmanlı- Türk polisiyesinin 1928’den sonraki sürecine bakmak bu bağlamda oldukça ilgi çekici sonuçlar verecektir. Egemen ve sınırlı bir cemaat olarak hayal edilen ulusa benzer bir şekilde çeteler de kendi hikâyelerini yaratırlar. Arsène Lupen’e karşı Türk Arsène Lupen’inin çıkarılması gibi 1923’ten sonra Osmanlı mirasının terk edilerek daha önce köylü olarak nitelendirilen “Türk” kelimesi önem kazanmış ve Türklük fikri ve kimliği öne çıkarılmıştır. Böylece Osmanlı kimliğine karşılık yeni bir ulus kimliği olarak Türk öncelenir hale gelmiştir. Bu döneme ait polisiyelerde Türk kimliği ve kelimesi özel olarak vurgulanır. Ayrıca çetenin kendine ait dili, jargonu ve parolaları da ulusun sonraki süreçlerde alfabesini değiştirmesi, kendine ait bir tarih tezi ve dil teorisi ortaya çıkarmasıyla paraleldir. Bu anlamda Osmanlı- Türk polisiyelerinde çete alt türünün ulusalcılıktan oldukça etkilendiği ve bir ideoloji olarak ulusalcılıktan izler taşıdığı görülür. 

Bu döneme ait polisiye edebiyat alt türlerden olağanüstü’ye bakıldığında ise ulusalcılıktan çok milliyetçi ideolojinin hâkim olduğu öne çıkar. Bu alt türde yer alan anlatı incelendiğinde yapı olarak birbiri üzerine binmiş hikâyelere çokça rastlanır. Bu hikâyelerde başat unsur zıtlıktır. Sınırlar oldukça belirgin bir şekilde çizilir. Böylece karşıt unsurların sınırları keskinleştirilir ki bu da milliyetçi ideolojinin kendine içkin sınırların karşıtlıklar üzerinden yaratılmasıyla paralellikler gösterir. Örneğin Süleyman Sûdî ve Vassaf Kadri’nin Millî Cinâyât Koleksiyonu’na bakıldığında yeraltında yaşayan insanlar ile yeryüzündekiler arasında müthiş bir uçurum vardır. Burada her iki topluluk da keskin sınırlarla ayrılmıştır ve aradaki farklar net bir şekilde gözler önüne serilmiştir.

Başkahramanlar genellikle iyi ya da kötü olsalar bile modern oldukları vurgusu özellikle yapılır. Eğitimli ve modern olmak bu kahramanların birincil özellikleridir. Bu da ulus- devlet inşasında ama özellikle ulusalcılıkta ve tabii özelinde Cumhuriyet’in kurulmasına paralel olarak modern olma, Latin alfabesinin kabulü, Batılı ölçü sistemlerinin ve hukukunun kabulü vb. gibi ve eğitimin önemine işaret etmenin sembolünü oluşturur. Böylece ulusun işaret ettiği ideal vatandaş bir şekilde dolaylı da olsa üretilmiş olur ki bu da polisiyenin pasifize edilmiş olay örgüsüyle paraleldir. Çünkü bu sayede yapı değişkenlikten uzaklaşarak didaktik bir görev üstlenir. Bu bağlamda Osmanlı- Türk polisiyesinin karakteristiklerinden biri olan Osmanlı- Türk polisiye romanında suçluların ölü olarak ele geçirilmesinin de çok görülen bir durum olmaması anlam kazanır. Çünkü bir cemaat içinde kötüler de elde edilebilir ve toplumun ideal vatandaşları haline getirilebilirler. 

Yine bir ulusun hayal edilmesine paralel olarak Osmanlı- Türk polisiyesinin karakteristikleri arasında yer alan Osmanlı- Türk polisiye romanının çok miktarda arasöz kullanması, olay örgüsünü aksatacak bir şekilde yerli yersiz araya açıklamalar koyması, bunların eyleme değil kişiye, olaya, mekâna yönelik açıklama içermesi de önemlidir. Çünkü ulus ne kadar çok ayrıntılı olarak verilirse tahayyül edilmesi ve üyelerin birbirleri arasında ilişki kurması kolaylaşır. Çete üyelerinin kendilerine has bir adalet duygularının olması da ulus- devlet inşasında ulusun kendi tarihini, dilini oluşturmakla paralel düşünülebilir. Bu sebeple Osmanlı-Türk polisiyesinde ceza bazen başkahraman tarafından affedilebilir. Böylece adalet mekanizması ve hukuk devre dışı bırakılarak başkahraman, kendi adalet mekanizmasını topluma dayatır hale gelir.

Osmanlı- Türk polisiyesi kültürel, ekonomik ve sosyal farklıkları, toplumun “ötekileştirilmiş” yoksul kesimlerini, yazarın bakış açısıyla dönemin ideolojik aygıtlarının eserde nasıl yankılandığını gözler önüne sermek açısından çok sayıda örnek barındırmaktadır. Bu anlamda bu eserlere daha yakından bakıldığında anlatıların “millî edebiyat” adı verilen mekanizma içinde her tür okura ulaşma kapasitesini içinde barındırmaları sebebiyle hem ahlakî olanı gösterme hem de “örnek yurttaş” yaratma konusunda bir nevi el kitabı olma özelliği taşıdıkları görülecektir.

 

[1] 2011-2014 yılları arasında Didem Ardalı Büyükarman, Banu Öztürk, Ayşe Şahin, İpek Şahbenderoğlu ile birlikte TÜBİTAK destekli bir araştırma projesi olarak Arap harfli döneme ait basılı telif Türkçe polisiye eserlere dair bir çalışma yaptık. Bu üç yıllık süre zarfında Türkçenin ilk polisiye eseri olarak kabul edilen 1884 yılında yayımlanan Ahmed Midhat Efendi’nin Esrâr-ı Cinâyât’ından Latin harflerinin kabul edildiği döneme kadar Arap harfli Türkçe eserlerin izini sürdük.
[2] Benedict Anderson, Hayali Cemaatler, Metis Yay. İstanbul, 2014.