Polonya'nın en eski üniversitesinde, Türkoloji Kürsüsü'nde hocalık yapmaktayım. Bu sorudan hâlâ kurtulamadım. Evet, Polonya'da Türkçe okumanın ve okutmanın ne anlamı var?
04 Ekim 2018 14:22
Türkçe okumaya başladığımda, bu soruyu çok duyuyordum. Herkes bunu soruyordu, dürüst olmak gerekirse ben de kendi kendime soruyordum. Bir tek müteveffa babam "Okumak istiyorsa okusun. Belki bir gün işine yarar" diyordu. Ve yaradı da. Şimdi Polonya’nın en eski üniversitesinde, Türkoloji Kürsüsü'nde hocalık yapmaktayım. Fakat bu sorudan hâlâ kurtulamadım. Sadece küçük bir farkla, “Niçin Türkçe okutacaksın ki?” şeklinde bana bumerang gibi geri dönüyor. Evet, Polonya’da Türkçe okumanın ve okutmanın ne anlamı var?
Polonya, Orta Avrupa’daki çok büyük bir siyasî önemi olmayan, ekonomik açısından ise ne zengin ne de fakir yani orta hâlli ama sürekli kalkınan ve büyüyen 38 milyon nüfuslu bir ülke. Şimdilik Polonya ve Türkiye arasında kayda değer coğrafik, kültürel veya ekonomik bağlar yok. Türkiye denildiğinde Polonyalıların akıllarına hemen Alanya plajları ve güneşi, burunlarına da tatil (ve kebap) kokusu gelir. Orta yaşlılar ise 1980’lerin sonunda ve 1990’lerin başlarında yaptıkları bavul ticaretini anarken nostaljiye kapılır. Türkleri Araplarla karıştıran ve Müslüman oldukları için korkuyla haç işareti yapanlar da az değildir. Türklerin de Polonya hakkındaki bilgilerinin daha kapsamlı olduğunu sanmam. Sorduğumda, genellikle güzel kızlardan ve çeşitli votkalardan bahsedilir. Tarihle ilgilenenlerse daha çok Auschwitz, yani II. Dünya Savaşı zamanında Nazi Almanya'sı tarafından işgal edilen Polonya topraklarında kurulmuş toplama ve imha kampını anımsar. Ruslarla karıştırılan Polonyalıların zor bir dile (adı bile zor: Polonyaca, Polonca, Polakça mıydı? Lehçe olmasın…) sahip olduklarını herkes bilir. Kısacası her iki millette de birbirleri hakkında pek de derin bir bilgi ve ilgi yoktur. Bunun yanı sıra, ekonomik bağlar da yeterince güçlü değil –2017 yılında Polonya’nın Türkiye’ye ihracatı 2 milyar euroyken, ithalatı 2,9 milyar oldu.
Ne var ki, tarihte, Polonya ile Türkiye’nin olumlu ve olumsuz anlamda daha yakın ilişki kurdukları zamanları bulmak mümkündür... Eskiden büyük ve güçlü devletler olan Lehistan-Litvanya Birliği ile Osmanlı İmparatorluğu’nun 300 yıldan fazla süren komşuluk ilişkisi söz konusudur. 15'inci yüzyıldan 18'inci yüzyılın sonlarına kadar ortak sınırı olan Polonya ile Türkiye, bu sınır için defalarca savaşmıştır, aralarında yüzlerce elçi gidip gelmiştir. Buna rağmen, iki devlet arasındaki 600 yıllık diplomatik işler çoğunlukla barış zamanlarına dayanır. Ekonomik bağların giderek güçlendiği görülmektedir. Polonya asilleri Türkiye’den kumaş, değerli taşlar, kahve, zeytinyağı ve baharatlar gibi ürünleri getirtir. Bu etkileşim sayesinde, Osmanlı giyim ve yaşam modasının Polonya’da benimsenmeye başladığı bilinmektedir. Ayrıca Polonya, diğer komşu ülkeleri olan Rusya, Prusya ve Avusturya tarafından parçalanıp 1795 yılında Avrupa haritasından silindiğinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun bunu kabul etmediğini hatırlatmak gerekir. 19'uncu yüzyılda Türkiye’de sığınak arayan Polonyalı mültecilerin hatırası bugün hâlâ varlığını Polonezköy’de korumaktadır. 20'inci yüzyılın başlarında iki milletin yeni devletleri kurulduğunda ve resmî ilişkiler yeni bir yola girdiğinde, hem dostluk hem ekonomik anlaşmalar imzalanmıştır.
Polonya’da Türkoloji akademik bir ilim dalı olarak hayli köklü sayılır –gelecek sene 100. yıl dönümünü kutlayacak. Bu bağlamda, 1918 yılında bağımsız olan Polonya Cumhuriyeti ile hemen hemen aynı yaşta denilebilir. İlk bakışta tesadüf gibi görülen bu ilişki, Wernyhora kehanetine göz atıldığında anlam bulur. Romantizm akımının temsilcileri tarafından sevilen efsanevi Ukraynalı kâhin, öngörüsünü şu cümleyle dile getirir: “Türk, atını Dinyester’den suladığında, ayağa kalkacaktır Polonya.” Öyle de olmuştur. 1916-17 senesinde I. Dünya Savaşı sırasında Galiçya Cephesi'nde Almanya ve Avusturya-Macaristan müttefiki olarak Ruslarla savaşan Osmanlı askerleri Dinyestr’e gelmiş, nehri geçmiştir. Bu olaydan kısa bir süre sonra ise Polonya bağımsız olmuştur. Dahası da var. Cephede yararlanan Türk askerler Krakov ve Viyana hastanelerine yatırılmıştır. Onlara tercümanlık yapan Doçent Tadusz Kowalski tedavi gören askerlerden derlediği dil materyallerinden Zagadki ludowe tureckie [Türk Halk Bilmeceleri] ve Ze studiów nad formą poezji ludów tureckich [Türk Halklarının Şiirlerinin Biçimleri Üzerine Araştırmalar] gibi bilim çalışmalarını hazırlamıştır. 1919 yılında profesör olduktan sonra Krakov Jagiellon Üniversitesi'nde Doğu Dilleri Kürsüsü'nü açmıştır.
Polonya Türkolojisinin başlangıcı bir masal gibi gözükse de aslında Jagiellon Üniversitesinde doğu dillerine yönelik bilimsel ilgi 16'ncı yüzyıla dayanmaktadır. O zamanlarda Teoloji Bölümünün bünyesinde öğretilen dillerin arasında daha çok İbranice, Aramice, Süryanice gibi İncil’in yorumlanmasında kullanılan diller vardır. Polonya’nın Osmanlı İmparatorluğu ile ekonomik bağları güçlendirildiğinde ise Osmanlıca ve diğer oryantal dilleri bilen tercümanlara ihtiyaç duyulur. 1766 yılında son Leh Kralı Stanisław August Poniatowski’nin isteği üzerine İstanbul’da Doğu Dilleri Okulu açılmıştır ve bu okul Polonya için zor bir dönemde otuz sene boyunca öyle ya da böyle faaliyetini sürdürmüştür. 1818 yılında Jagiellon Üniversitesi Felsefe Bölümünde ilk Doğu Dilleri ve Edebiyatı Kürsüsü açıldığında İbranice, Süryanice, Kaldanice, Arapça ve Farsça’nın yanına Türkçe de eklenmiştir, fakat maalesef kürsü sekiz sene sonra kapatılmıştır. Ancak Viyana Üniversitesinde eğitim gören Prof. Tadeusz Kowalski tarafından 1919 yılında kurulan Doğu Dilleri Kürsüsü kalıcı olmuştur, hatta zamanla büyümüştür – 1972 yılında enstitüye dönüşmüştür ve bugüne kadar Doğu Enstitüsü olarak Filoloji Bölümü bünyesinde yer almaktadır. Ayrıca Prof. Tadeusz Kowalski’nin öğrencisi Ananiasz Zajączkowski 1932 yılında Varşova Ünivesitesindeki Türkolojinin kurucularından biri olmuştur. Öyle ki, 2008 yılında Varşova’daki Doğu Enstitüsü, Doğu Bölümüne dönüşmüştür. 1982 yılından beri faaliyet gösteren ve ancak 2002 yılında Doğu Kürsüsünün bir birimi olarak kurulan Poznań’daki Türkoloji ile birlikte şimdilik Polonya’nın üç şehrinde Türkoloji bölümü bulunmaktadır.
Polonya Türkolojisinin kurucusu Prof. Tadeusz Kowalski gerçek anlamda bir oryantalisttir. Kendisi hem Türkçe, hem Farsça, hem de Arapça bilen biri olarak sadece dil bilgisiyle değil, edebiyatla, kültürle ve İslamiyetle ilgilenip ardında iki yüzden fazla bilim çalışması bırakmıştır. Ayrıca Polonya’da yaşayan Tatarlar ve Karaimler gibi Türk kökenli azınlıkların dili ve kültürüyle uğraşan ilk akademisyen olmuştur. O dönemin öğrencileri de Prof. Kowalski gibi oryantalist olarak yetiştirilmiştir, aralarından ise ünlü bilim insanları, diplomatlar, siyasetçiler ve iş insanları çıkmıştır. 60’lı ve 70’li yıllarda öğretim profili değişmiştir –uzmanlaşma dönemi başlamıştır. Bundan sonra doğu dilleri okumak isteyenler Türk, Arap veya Fars dili ve edebiyatını seçmek zorunda kalmıştır. Bu listeye daha sonra Uzak Doğu dilleri ve Afrika dilleri de eklenmiştir.
Türkoloji uzmanlaştığında ve akademik kadrosu büyüdüğünde yeni konular ele alınmıştır: başka Türk dilleri (Osmanlıca, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe, Çuvaşça, Başkurtça, Yakutça, Çulımca, Tuvaca, Karaçay-Balkar dilleri gibi), leksikoloji, diyalektoloji, etimoloji, Kırım’da ve Balkanlar’da Türk etkileri, Polonya-Türkiye kültürel ilişkileri, Türk tarihi, Osmanlı ve Türk diplomatikası, Osmanlı ve Türk edebiyatı, Kıbrıs Türk edebiyatı, Türk el sanatları vs. Aslında araştırma alanları –hem öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılamak için hem de kadronun ilgilerine bağlı olarak– sürekli değişmektedir. Böylece bütün Türk dünyası ile ilgili konular temsil edilmektedir. Türkoloji mezunları ise Türk dünyasının bir uzmanı olarak düşünülmektedir. (Tabii, yeterince çalışkan ve işine düşkün olduysa).
Her üç üniversitede program biraz farklı olduğu hâlde, Polonya’da Türkoloji mezunları hemen hemen aynı becerilere sahiptir. Örnek olarak, Krakov öğretim programı verilebilir. Birinci sınıfa gelen öğrenciler genellikle hiç Türkçe bilmezler, bu nedenle en önemli derslerden biri Pratik Türkçe’dir. Pratik Türkçe dersi haftada beş gün yapılır. Her ders 1,5 saat sürer. İlk derste hiç kimseyi korkutmamak için kolay olan alfabeden başlanır… Ancak sonraki derslerde ünlü uyumundan ve dil bilgisi sırlarından bahsedilir. Birinci sınıfta Pratik Türkçe derslere daha çok Polonyalı hocalar girer ve Türkçeyi Lehçe olarak anlatırlar. Yine de en azından haftada bir derse Türk hocalar girer. Buradaki en önemli amaç öncellikle telaffuzu ve aksanı doğru öğretmektir.
“Nasılsın?”
“İyiyim.”
“Baban nasıl?”
“İyi”
“Annen nasıl?
“İyi”
gibi basit biçimlerde de olsa, hocalar öğrencileri konuşturmaya çalışır. Sonraki dönemlerde bu orantı değişir –Pratik Türkçe dersleri çoğunlukla Türkiyeli okutmanlar tarafından verilir. Zaten öğrenciler zamanla anlamakta ve konuşmakta daha az zorluk çekerler. Dil bilgisi ayrı bir derste anlatılır –bir buçuk sene boyunca Türkçe grameri ezberlemeye çalışan öğrenciler sonunda yapılan sınavdan genellikle korkarlar. Birinci sınıfta yer alan diğer dersler şöyledir: Türkolojiye Giriş, Türk Halklarının Kültürü, Türk Edebiyatına Giriş, Kültürel Antropoloji Temelleriyle Türk Dünyası Coğrafyası, İslam Dini. İkinci sınıfta Pratik Türkçe dersleri yine haftada beş gün yapılır, güz döneminde Türk Gramerine de devam edilir. Yeni dersler arasında Türk Tarihi, Türk Dilinin Lehçeleri, Diyalektoloji, Çulımca ve Arapça’nın Temelleri yer almaktadır. Üçüncü sınıfta Pratik Türkçe dersleri yanında Türk Edebiyatı, Eski Türkçe, Tarihî Gramer, Osmanlı Metinlerin Okuması ve Farsçanın Temelleri öğretilir. Türkoloji konulu dersler hariç üç sene boyunca Felsefe, Edebiyat Eleştirisi, Dilbilimi, Latince, İngilizce, Almanca gibi genel bilgi içeren derslere de katılmak gerekir. Üçüncü sınıf ögrencileri Seminer dersinde lisans tezinin yazımıyla uğraşırlar, senenin sonunda da lisans sınavına girerler. Yüksek lisansı kazanmak isteyenlerin iki sene daha okuması gerekir. Pratik Türkçe, Tarih, Edebiyat ve Kültür derslerinin yanı sıra, İslam Düşüncesi, Tercüme Teknikleri veya Paleografi gibi yeni konular da eklenmiştir. İki sene sonra yüksek lisans tezinin savunulması ile diploma alınır, yani toplam üniversite eğitimi beş sene sürer.
Yukarıda Krakov Türkolojisi örnek alınarak beş yıllık eğitimin programı gösterilmiştir. Görüldüğü gibi, Türkolog olmak kolay değildir. Üniversiteye gelen lise mezunları artık okul kurallarından kurtulacaklarını ve sadece vizeden vizeye çalışıp üniversite öğrencisi hayatı yaşayacaklarını düşünerek yağmurdan kaçarken doluya tutulur. Özellikle Pratik Türkçede Fransız kalmamak için düzenli olarak her gün karınca gibi çalışmak gerekir. İlk derslerde birinci sınıflara bunları anlatırken genellikle teyzeler gibi uyarıda bulunurum: iyelik eklerini ve ek fiileri iyice ezberleyemezsen bir erkek “güzelim” dediğinde kendi güzelliğinden mi bahsediyor yoksa sana mı hitap ediyor bilemezsin. Öğrenciler hafifçe gülümseyerek kafalarını sallar ve söz konusu ekleri bir ay boyunca çalıştıktan sonra “Kedin var mı” sorusunu sorduğumda “Evet, kediyim” diye cevap verirler. Açıkçası bu duruma şaşırmıyorum, Polonyalılar için Türkçe gerçekten de çok zor bir dil –gramerin mantığı bambaşka, ekler ve kelimeler ise birbirine çok benziyor. Kendi öğrencilik yıllarımda, benim de durumum çok farklı değildi. Üçüncü sınıftayken Türkiye’deki bir lokantada garsona “Bakar mısınız” yerine “Bekâr mısınız” diye sorduğumda onu nasıl güldürdüğümü çok iyi hatırlıyorum.
Belki de dil zorluluğundan dolayı ekimde Türkolojiye başlayan 25 kişiden aralıkta 15 kişi kalıyor, haziranda ise bu sayı daha da azalıyor. Rakamlara göz atmak gerekirse, Krakov’da her sene lisans diploması almaya hak kazanan öğrenci sayısı 10, yüksek lisans diploması kazanan ise 5-8 civarında. (Varşova ve Poznań’da da durum hemen hemen aynı). Vazgeçen öğrencilerin çoğu vizelere bile katılmıyor, vizelerden önce okulu bırakıyor. Bir de sınavlarda kalanlar var. Elbette okulu bırakmanın başka sebepleri de var –hocalar beğenilmiyor, sınıf arkadaşlarıyla ilişki kurulamıyor, beklentiler karşılanmıyor. Özellikle son zamanlarda üniversiteyi dil kursu zannedenlerin sayısı artıyor. Akademik yıl başladığında bazıları programda Türk edebiyatı, tarihi ve kültürünü görerek şaşırıyorlar, derslerde Orhun abidelerinden veya Baki şiirlerinden bahsedildiğinde sıkılıyorlar. Oysa Türkoloji dil kursu değil, filolojidir. Sadece dili öğrenmek isteyenler için değil, dil tutkunları içindir. Ancak öyle insanlar bütün güçlükleri aşabilir ve ilk başta zor da olsa memnuniyetle mezuniyete kadar eğitimlerini sürdürebilir. Yine de öğrencilere küçük bir tüyo vermek gerekirse, birinci sınıfı geçerlerse artık rahatlayabilir ve Türkiye’deki yaz okullarına kaydolarak veya Erasmus programıyla zevkli seyahat planları yapmaya başlayabilirler.
Çok büyük bir sayı gibi görünmese de Polonya’da her sene 20 kadar Türkoloji mezunu çıkmaktadır. Ve çoğu iş bulmakta zorluk çekmez. Hatta bazıları üniversitedeyken bile iş hayatına başlar. Polonya’da çok sayıdaki dış kaynak kullanan büyük şirketlerin muhasebe bölümlerinde veya müşteri destek hizmetlerinde Türkçe bilenler sürekli aranmaktadır. Bu, bir Türkologun hayalindeki iş olmasa da finansal şartlar fena değildir. Genellikle rahat bir ortamda, mezunlar ilk ciddi iş deneyimlerini kazanırlarken, diğer taraftan uluslararası bir kariyerin ilk adımlarını da atmış olurlar. Turizm, ticaret, inşaat, medya, kültür ve eğitim, siyaset gibi sektörlerde Türkologlar hem tercüman hem de uzman olarak iş bulma şansına sahiptir. Açıkçası Türkoloji mezunları için meslekî sınır yok demek yanlış olmayacaktır –açık fikirli, dünyaya meraklı ve kreatif, ayrıca çalışkan elemanlar dünyanın her tarafında aranıyor!
Kendi hayallerini gerçekleştirmek ve başarılı hayat sürdürmek bir yana, Türkologların Polonya’da bir tür misyonu da vardır. İki ülke arasındaki turizmi geliştirmekten veya ekonomiyi güçlendirmekten bahsetmiyorum (bu da önemli tabii ki ve bunu Türkoloji ile paralel olarak ikinci teknik veya ekonomik fakülte okuyan, gerçekten iyi eğitilmiş gençler yapıyor). Ön yargıları yıkmaktan bahsediyorum. Bazı siyasetçiler tarafından yabancılarla korkutulmaya çalışan Polonya halkını başka bir kültür ile tanıştırmak ve farklı kültürlere alıştırmak gerekir. Peki, bu nasıl olabilir? Türk edebiyatının seçkin örneklerini Lehçeye çevirerek, Türk sinemasını ve sanatını göstererek, Türk geleneklerini ve âdetlerini anlatarak, hatta daha basit bir şekilde Polonyalı arkadaşlarımızla Türkiye deneyimlerimizi paylaşarak. İşte bunu hakkını vererek yapacak biri varsa, o da öncelikle Polonya’da yetişmiş bir Türkologdur!