Mardin'de "sözün ötesi"nde bir bienal

Mardin çok dilli, çok kültürlü ve birçok farklı geleneğin kaynaşma noktası; bu çoğul altyapı bienal için en başından bir artı...

Mardin yaklaşık 10 yıldır, hem çağdaş sanatın hem de sanat ortamının özellikle dikkat kesildiği büyülü, ruhani ve sanatsal bir kent. Bundan dolayı, geçen haftalarda özellikle sosyal medyada en yoğun paylaşımı Mardin Bienali dolayısıyla Mardin oluşturuyordu. Merkez İstanbul’a oranla çok daha küçük bir alanı kaplayan kentte, özellikle açılış haftasının ilk üç günü sanat profesyonelleri, sanatçılar ve sanat izleyicileri uzun zamandır olmadığı kadar yakın temas hâlindeydi... Bienal hep birlikte izlendi, topluca yemek yenildi ve eğlenildi. Herkes sanatla bu denli iç içe olmaktan mutlu ve motiveydi açıkçası… Gözlemlediğim en önemli noktalardan biri, bölgenin yaşadığı onca acılı geçmişe ve bienalin gencecik yaşına karşın, hem yerel ortamın hem de dışarıdan gelenlerin birbirini tanıma ve kulak kesilme isteğiydi; herkes misafir, herkes evsahibiydi bir bakıma ve herkes heyecanlıydı en önemlisi. Tabii bunda, bienalin direktörlüğünü üstlenen Döne Otyam’ın çok önemli ve mutlaka altı çizilmesi gereken katkısını unutmamak gerekiyor. Hazırlık sürecine yakinen tanıklık ettiğim; imece usulü, bireysel katkının çok yoğun olduğu ve klişe deyimle sinerjinin en yüksek noktada sürdürüldüğü bir etkinlik Mardin Bienali.

Kente bienal getirmekle, kentte bienal düzenlemek kuşkusuz aynı değil. Dolayısıyla, Döne Otyam’ın direktörlüğünde ilki 2010’da düzenlenen Mardin Bienali, sanatın kentle ilişkisinin yeniden tanımlanacağı, yerel sanat ortamının bu yapılanmaya dâhil olacağı ve ortak akla hizmet edecek bir sürecin harekete geçeceği bir platform oluşturabilmek için çabalıyor. Bu çabanın, “katkı malzemeli” bir yapılanma değil, tamamen “organik” olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Ancak, kurumsallaşmak bu noktadan sonra, bienalin sürekliliği için son derece önemli. Bireysel katkının bu denli işlev yüklendiği ve sahiplenici zihniyetin, aidiyet duygusunun yoğun olarak hissedildiği bienalin bunu gerçekleştirebilecek her türlü aracısı olduğunu düşünüyorum.

Sonsuz Mesafe, Çağrı SarayMardin çok dilli, çok kültürlü ve birçok farklı geleneğin kaynaşma noktası; bu çoğul altyapı Bienal için en başından bir artı elbette. Öyle ki bu yıl, bienalin tek bir küratörün eline teslim edilmeyip üç farklı bakış açısıyla çevrelenmek istenmesi bile pratiğin Mardin Bienali’nin ruhuna işlediğinin kanıtı olsa gerek. Evet, her ne kadar bu üç farklı bakış çeşitlilikmiş gibi algılanabilse de küçücük bir eksen kaymasıyla kakofoniye ve eklektik bir yapıya neden olma riski taşıdığı unutulmamalı. Neyse ki, bienalin geneli bu tuzağa düşmemiş...

Gelelim bu yılın küratörlerine ve kavramlarına... Bienalin çerçevesi, “Sözden Öte” üst başlığıyla; Fırat Arapoğlu’nun “Sonsuz Bakış”, Nazlı Gürlek’in “Beden Dili”, Derya Yücel’in ise “Sınırlar ve Eşikler” alt başlıklarıyla çiziliyor. Bu çok dilli küratöryel yapı, kentin tarihî yapılarından Alman Karargâhı, Mor Efrem Manastırı ve Meryem Ana Kilisesi’ni kapsarken aynı zamanda, Mardin Müzesi, Mardin Müzesi Taş Evi, Mardin Sinema Derneği, Ferhat Salman Atölyesi, Yıldız Hamamı, Marangozlar Kahvesi, Revaklı Çarşı gibi kamusal/ özel alanları da içeriyor. Kente bu denli sızmak, sadece bilinçli olarak bienal mekânlarına gidenleri değil; rastlantısal olarak kamusal alanlarda işlerle karşılaşan izleyicileri de içine katıyor. Bir anlamda Mardinlilerin gündelik yaşamlarına sessizce sızmak üzere “sözden öte” bir yaklaşımı benimseyen sanatçıların da temelde amaçları bu; kente dâhil olmak, kentle yan yana diyalog kurmak.

Dam, Didem ErbaşÜçlü küratöryel yapı, üç farklı sanatsal yaklaşım, bienale katılan onlarca ulusal ve uluslararası sanatçının işine de yansıyor. Bienalde işleri sergilenen kimi sanatçılar, şehirden yola çıkarak, şehrin diline kulak vererek ürettiler. Örneğin Çağrı Saray, şehrin en önemli simgelerinden Abbaralar’dan yola çıkarak oluşturduğu “Sonsuz Mesafe” adlı işiyle hem kendi üretim dilini devam ettiriyor hem de kente özel Abbara haritası çıkarıyor. Kamusal ile mahrem alan arasındaki ince ayrımı ortadan kaldıran Mardin’in temel mimarî yapılarından Abbaraların bir rotası olarak düşünülebilecek bu çalışma, psikocoğrafya kavramından yola çıkarak kentin deneyimlenmesine odaklanıyor. Kolektif bellek, mekân ve tarih üzerine düşünen ve üreten Eda Aslan da bienalin en güçlü işlerinden birine imza atmıştı. Kurduğu, kurguladığı yapı, bir sanatçı olarak kendini tam da kesişme noktasına oturtuyordu; kentle de diyalog hâlindeydi... Alman Karargâhı’nda diğer işlerden izole izlediğimiz bu iş, bir izin başka bir kentte üstleneceği anlamlara odaklanıyor. İstanbul’da kendi ile yaşıt bir ağacın ve yaşadığı yerin kaldırım taşlarının kalıbını Mardin’e taşıyan sanatçı, Midyat taşı tozunun içine yerleştirdiği ve altın yaldızla kapladığı güvercin tüyü ile mekânlar ötesi bir anlatı kurguluyor. Alman Karargâhı’nın güçlü işlerinden bir diğeri ise hem karikatürü hem de resimleriyle yer alan Ramize Erer. Erer’in yüzü olmayan, kimliği belirsiz, bakanla göz olarak değil salt bedenen ilişki kuran grup portreleri, bulunduğu mekânın odalarında yaşanan anlar ve kişiler üzerine düşünmemizi sağlıyor.

Açılışı önümüzdeki günlerde gerçekleşecek olan Meryem Ana Kilisesi’ne özel olarak yerleştirilen Taner Ceylan’ın Acıları Adamı adlı tuvali, hem kendi içinde, sanat tarihsel bağlamdaki bütünlüğü, yola çıkış mantığı, hem de bulunduğu Katolik Kilisesi’nin deposundan çıkan heykel versiyonuyla girdiği ilişki anlamında uhrevi bir gerçekliğin varlığına inandırıyor izleyeni. İnsanların kurtuluşu için kendini feda eden ve acı çeken İsa’nın kanlar içinde gösterildiği bu hipergerçekçi resim, tam da yerini bulmuştu aslında. “Mardin çok uzun zamandır bu coğrafyanın en acılı yerlerinden biri değil mi” sorusunu sordurup durdu… Türkiye sanatı içinde Hristiyan ikonografisine, özellikle Katolik betimlemeye neredeyse hiç rastlanmadığı hatırlanacak olursa, yapıtın önemi daha ilginçleşiyor, bunu da unutmayalım.

Bütün işleri anlatmak neredeyse imkânsız; kesit vermek en doğrusu. Ama Mor Efrem Manastırı'nda feminist yaklaşımı, kimlik politikaları, performans sanatına getirdiği ruh ve gerçekçi etkiyle tüm zamanların en dramatik ölümlerinden birini yaşayan Ana Mendiata’nın videolarını manastırın bir odasında izlemek gerçekten son derece ilginç bir deneyimdi. Tıpkı CANAN’ın Yıldız Hamamı’nda hiçbir söze ihtiyaç duymayan, tüm renkliliği ile insan ruhunun sembolik ve sezgisel doğasına işaret eden, müthiş etkileyici Gönül Dili adlı işi gibi...

İsimsiz, Ali Emir TapanMardin Bienali, Emre Zeytinoğlu, Merkezkaç, Julian Stallabrass, Didem Erbaş, Chris Burden, İhsan Oturmak, Nasan Tur ve birçok sanatçının işleri ile “Sözden Öte” üstbaşlığını tüm yönleriyle kuşatıyor.

Bienaller, büyük sergiler, tıpkı müzeler gibi, tüm dünyada, konumlandıkları kentleri dönüştürme ve değiştirme yeteneğine sahip etkinlikler. Ancak bu dönüşümü yaratacak sürekliliğin oluşturulması, kentin içinde yaşayan bir organizmaya dönüşmesi, kentin aktörleriyle bütünleşmesi son derece önemli. Aslında özetle, bu güncel etkinliklerin kentin sırtına yaslanıp, ondan nasıl yararlanacağından çok, kentliyi nasıl etkileyeceği ve Mardin Bienali özelinde Mardinlinin yaşamına nasıl nüfuz edeceği, nasıl bir etkileşim yaratacağı üzerinde düşünülmesi gereken ana konulardan biri.

Sergi bittiğinde, herkes evine döndüğünde, Mardinliyi, özellikle de Mardinli genç sanatçıları harekete geçirme etkisi Mardin Bienali’nin en büyük misyonu. On yılı geride bırakan ve yoluna sağlam adımlarla devam eden bu bienal, arkasındaki bu denli bireysel ama güçlü destekle bunu başaracaktır. 4 Haziran’a dek sürecek olan bienal ve olanca kültürel, tarihsel zenginliğiyle Mardin herkesi kente çağırıyor.

 

Ana görsel: "Buruşturulmuş Kâğıt" serisinden, Seyhan Topuz
Mardin Bienali ile ilgili ayrıntılı bilgi için http://www.mardinbienali.org