İnşaat ya Resulullah

İnşaat Ya Resulullah okura anlamayı ve düşünmeyi teklif ediyor: Türkiye’de kentlerin, binaların ve insanların nasıl ve neden yapıldığını, yıkıldığını, yeniden yapıldığını…

31 Mart 2016 13:00

Yeni bir devleti inşa etmek anlamına gelen Cumhuriyet tarihinden itibaren, o devletin ekonomi-politiğini sırtlayıp yaralarını görünmez kılan bir krem, boyunu uzun gösteren bir ayakkabı ya da daha basit bir benzetmeyle, günü kurtarıcı siyah bir tişört misyonuna sahip bir “şey”den söz edebiliriz: İnşaat sektörü. Kanun yapıcılardan sokaktaki vatandaşa, sonsuz genişlikte bir kitleyi cazibesi ve yüceliğiyle büyüleyen sektör, o ilk günlerden bu yana, bütün hürmetiyle devletin üzerinde gittiği rayları işaret ediyor aynı zamanda. Erken cumhuriyetin ilk icraatlarından Menderes-Demirel-Özal çizgisine ve takriben on yılı aşkındır hükümet gücünü elinden bulunduran AKP hükümetine kadar, bir söz bitirici, unutturucu görevi gören inşaat sektörü, yakın zamandan beri ülke ekonomisinin mihenk taşı durumunda görünüyor. Birikim dergisinin bütün bu ehemmiyeti göz ardı edememeksizin hazırladığı Ekim 2011 tarihli 270. sayısı da, bahsi geçen çizgideki analizleri, değerlendirme ve araştırmaları bir araya getiren yazıları içeriyordu. Şimdi o dergi, üzerine eklemlenen dört yazıyla birlikte derlendi, kitaplaştı, İnşaat Ya Resulullah adıyla yayınlandı. İşbu yazıda, kitabın derleyeni Tanıl Bora’yla yaptığım görüşmenin ışığında İnşaat Ya Resulullah’ı okuyacağız.

İnşaat Ya Resulullah, Der: Tanıl Bora, Birikim KitaplarıTemel bir bakışla apayrı on dört perspektifin Türkiye’de inşaat sektörüne bakışı olarak görülebilecek bir derleme önümüzdeki. “Bence yazıların temel argümanlarında esaslı bir farklılık yok. Farklı bakış açılarının sunduğu farklı imkânlar var. Konunun farklı cepheleri var,” diyor Bora. Ve ekliyor: “Mesela Neşe Gurallar’ın yazısı diğerlerinden epey farklı bir yerden bakıyor; mimar ve inşaat mühendislerinin ‘inşa etme’ tutkusunu anlamaya ve okura da hissettirmeye çalışıyor. O da inşaat şehvetine endişeyle yaklaşıyor, fakat bir bakıma ‘içeriden’ bakarak yapıyor bunu. Veya Bahadır Türk’ün Ali Ağaoğlu portresi, inşaat ekonomi-politiğini, kurdu ‘muktedir’ imgesi üzerinden düşünmemizi sağlıyor.” Ben de şöyle diyeyim: Tanıl Bora’nınTürk Muhafazakârlığı ve İnşaat Şehveti: Büyük Olsun Bizim Olsun ve Erbatur Çavuşoğlu’nun “İnşaata Dayalı Büyüme Modelinin Yeni-Osmanlıcılıkla Bütünleşerek Ulusal Popüler Proje Haline Gelişi: Kadim İdeoloji Korporatizme AKP Makyajı” ile “İslâmcı Neo-Liberalizmde İnşaat Fetişi ve Mülkiyet Üzerindeki Simgesel Hâle” başlıklı çalışmaları, günümüz muhafazakâr iktidarının yarattığı birörnek toplumun sektöre bakışını görmeyi, iktidar-iktidarın toplumu ve icraatlar arası ilişkiyi kurabilmeyi kolaylayan, okura bu yönde yol gösteren makaleler, bu noktada diğerlerinden sıyrılıp öne çıkıyorlar. Aynı zamanda tarihsel bir katmanı da içeriyorlar: Tanıl Bora, ilk paragrafta dokunduğum üzere günümüz neo-liberal muhafazakâr iktidarının, geçmiş on yıllardaki yönetimlerden (yazıda Menderes-Demirel-Özal hattı, Büyük Sağ gelenek olarak adlandırılıyor) uzakta durmadığını, aksine, mutlak bir devamlılık içinde olduğunu yazıyor. Bu çizgide bir diğer görüşe sahip Sinan T. Gülhan ise, “Devlet Müteahhitlerinden Gayrimenkul Geliştiricilerine, Türkiye’de Kentsel Rant ve Bir Meta Olarak Konut Üreticiliği: Konuta Hücum” başlıklı yazısında, Bora’nın Büyük Sağ gelenek olarak tanımladığı erk güruhuna Erbakan’ı da ekliyor ve kendilerine “İTÜ mühendis troykası” yakıştırmasını yapıyor. Bu bağlamda AKP hükümetinin inşaat politikalarını, Sağ Gelenek ve Milli Görüş’ün ölçekli bir sentezi olarak gören Gülhan, müteahhitliği “devlet müteahhidi” tanımının içerisine sokuyor; KİPTAŞ[1] ve TOKİ[2]’nin bu noktadaki payını açıklıyor. Erbatur Çavuşoğlu’nun derlemede yer alan iki çalışması ise temelde milliyetçi-muhafazakâr perspektifin korporatist tahayyül ve uygulamaları ile mülkiyet üzerindeki hamlelerini inceliyor, okura bu yöndeki bulguları yarı-akademik, yarı-muhalif bir dille açıklıyor.

Gramsci’nin değindiği üzere, modern iktidarlar baskı ve ikna dengesini sürekli kontrol ederek siyasi, entelektüel ve ahlaki bir önderlik kurmak durumundadır.[3] İktidarlarını böyle sağlar ve sürdürürler. İnşaat (burada konut) denildiğinde ise 2000’li yıllarla birlikte yaşam kalitesi ve modernlik arzusunun pompalandığını, özel sektör ve kamunun çeşitli reklam ve teşviklerle halkı “konut sahibi olarak” idealize edilen sosyal statüye ikna ettiğini görürüz. İşte bu noktada, gerek sözüm ona afet riskli ilan edilen alanlardaki evlerinden edilip yerlerine inşa edilen yüksek katlı binalardan bir konut edinmeye razı getirilenlerin durumunu, gerekse “bunca evi kimin satın aldığı” sorunsalını ya da kabaca, Tanıl Bora’nın 5N-2K olarak sıraladığı sorularının ehemmiyetsizliğini okuyabiliriz. Bora, 5N-2K formülasyonunu şöylece açıyor: “5N şunlar: ne, neden, nasıl, nerede, ne zaman; 2K ise: kime, kaça, demek. 5N malûm, gazeteciliğin-araştırmacılığın temel ilkelerinin klasik formülüdür. Eleştirel yaklaşım, bunlara 2K’yı ekledi, zira bir ‘olayda’ sahiplik ve kontrol ilişkilerini hesaba katmadan, orada ‘neler döndüğünü’ anlamak mümkün değil. Hele, iktisadi boyutu olan bir olayda. Sadece gazetecilikte değil, her alanda geçerli bu.” Yazının ilk cümlelerinde bahsettiğim aldatmaların kılıfını da, bu formülasyon üzerinden okuyabiliriz tabii: İnşaat sektörü bir krem, ayakkabı, tişört…

Öte yandan ikna sürecinin bir başka boyutu, hükümet ekonomi-politiğinin korporatizmle “hizmet” olarak görülmeye başlaması; zira “hak değil görev” olarak kodlanmış bir vatandaşlığı kabul eden ve ulusal çıkarlar adına her yolun mübahlığına inanmış bireylerin “İnşaat Ya Resulullah” niyazıyla gururlanması ancak böyle açıklanabilir. Bu durum görünür bir alıklıktan ziyade, kitapta vurgulandığı üzere zihinlerin metalaşmasına işaret ediyor. Baskıcı kent politikalarından yılıp isyan edenler bir tarafta, müteahhitleşen mahalleliler diğer yanda kalıyor bu haliyle. Bu sayede tıpkı kentler gibi, insanlar da yıkılıp yeniden yapılıyor. Bu noktada, derlemede yer alan makaleleri inşaat sektörünün açmazlarını konu edinmeleriyle birlikte, pekala toplumsal bir zemine de oturtabiliriz. Tanıl Bora da bunu doğruluyor, derlemenin temel derdiyle bir görüyor: “Konut alanları, yapılaşma, mimari, şehirleşme, nötr yapılar değil; bunların ölçeği ve biçimi, hayata damgasını vuruyor. Zamanı kullanımımızı, doğayla ve mekanla ilişkimizi, insan ilişkilerini, hissiyatımızı, asabımızı, her şeyi etkiliyor. Kitabın temel derdi, buna bakmak aslında.”

İşin özü, İnşaat Ya Resulullah okura anlamayı ve düşünmeyi teklif ediyor: Türkiye’de kentlerin, binaların ve insanların nasıl ve neden yapıldığını, yıkıldığını, yeniden yapıldığını…

 
[1] İstanbul’un çarpık yapılaşması ve gecekondulaşma problemine çözüm getirmek amacıyla 1995’te faaliyete geçen KİPTAŞ, kurulduğu günden bugüne yaklaşık 40.000 adet konut üretmiş bir İstanbul Büyükşehir Belediyesi kuruluşudur.
[2] Toplu Konut İdaresi Başkanlığı; 1984 yılında, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı’na bağlı olarak sosyal konut üretimi amaçlı faaliyete geçmiş bir kamu kuruluşudur.
[3] Gramsci, Antonio, 1997, Hapishane Defterleri, Belge Yayınları, İstanbul.