“Kitapları kapaklarına bakmak için değil, okumak için aldığımızı unutuyoruz”

Doğan Kitap’ın kapaklarıyla tanıdığımız tasarımcı Geray Gençer: Kitapları kapaklarına bakmak için değil okumak için aldığımızı unutuyoruz. Onlara sahip olma arzumuz okuma isteğimizin yerini alıyormuş gibi görünüyor

03 Mart 2016 14:45

Sen aslında işletme okudun ama sonra Londra’ya gittin ve orada tasarım üzerine eğitim aldın. Neden Türkiye değil de Londra?

Evet lisans eğitimimi İşletme Bilgi Yönetimi üzerine yaptım ancak üniversitenin son yıllarında Bilgi Yönetimi üzerine çalışmak istemediğime çoktan karar vermiştim. Londra’ya, grafik tasarım konusunda uluslararası standartlarda neler yapabileceğimi görmek istediğim için gittim. Kısacası kendimi rekabetin yüksek olduğu bir yerde sınamak ve bu yönde ilerleyip ilerleyemeyeceğime dair net bir karar vermek için Londra doğru bir yerdi.

Türkiye’de tasarım konusunda verilen eğitimle ilgili ne düşünüyorsun? Yeterli mi, yıllar içerisinde değişiyor mu, bu dünyanın eğitim tarafında neler oluyor?

Eğitim organizasyonları için farklı kurum ve üniversitelerle ortak çalışma fırsatlarım oldu. Son iki yıldır da yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak çalışıyorum. Türkiye’de Grafik Tasarım ve İletişim Tasarımı alanında teknik açıdan iyi eğitim veren üniversiteler elbette var ama üzülerek görüyorum ki bu üniversitelerden mezun olan öğrenciler bize ait özgün bir ifade biçimi üretmekten hâlâ çok uzaklar. Daha yapısal diğer bir sorun ise; idealleri ile gerçekleri arasında dengeli ilişkiler kurmayı başaran nesiller yetiştirmeyi başarmıyor oluşumuz. Bu da mezuniyet sonrası gerçek piyasa koşullarıyla yüzleşen öğrencilerin hayal kırıklığı yaşamasına neden oluyor.

Eskiyle aran nasıl? Mesela bir zamanların Varlık Yayınları’nın, Adam Yayınları’nın kitap kapaklarını o güne göre nasıl buluyorsun?

Özellikle eski kitapları sadece kapakları üzerinden değerlendirmek büyük haksızlık olur. Varlık yayınlarının kitaplarını sahaflardan toplamaya çalışıyorum. O dönemin koşulları içinde tasarım ve editoryal açıdan gayet özenli kitaplar ürettiklerini düşünüyorum.

O zamanlardan bu zamana değişen estetik kaygılar ne yönde oldu peki kitap kapaklarında? Artık daha mı fazla “al beni” demesi gerekiyor?

Nerdeyse sadece görünür olanın hayatta kalabildiği, sınırlarımızı zorlayan hızda üretim yapan bir piyasanın içinde çalışıyoruz. Bu koşullar içinde basılan kitap sayısı fazlasıyla artarken özenle üretilmiş, nitelikli kitap bulmak bir o kadar zorlaşıyor. Kitapları kapaklarına bakmak için değil okumak için aldığımızı unutuyoruz. Onlara sahip olma arzumuz okuma isteğimizin yerini alıyormuş gibi görünüyor.

Tabii bir de kitap tasarımı var. Yurtdışında çok ilginç örneklerini görebiliyoruz ama Türkiye’de henüz çok özel örnekler dışında tasarımı ile de özel kitaplara rastlamak güç gibi... Sen bunu neye bağlıyorsun?

Daha özgün içerik, daha nitelikli okuyucu, daha özenli yayınevleri, daha geniş bütçeler ve düşünceler, daha iyi tasarım birbirlerini tamamlayan unsurlar. Ne yazık ki özgün ve deneysel kitap tasarımları henüz akademik bir çevrenin dışına çıkabilecek kadar talep görmüyor. Sanırım buna sebep yine okullarda öğrettiğimiz ile ticari hayat ve piyasa koşulları arasındaki uyumsuzluk.

Bazı kitap künyelerinde “kapak tasarımı” ve “sayfa tasarımı” var, bazılarında ise yok. Sayfa tasarımı nedir, ne değildir, bize anlatır mısın?

Kitap kapağı kitap hakkında fikir edinmenizi, içerikle ilişki kurmanızı sağlamak ve bu yolla da satın alma kararınızı etkilemek için tasarlanırken sayfa tasarımı kitabı aldıktan sonra konforlu bir şekilde onu okuyabilmeniz için hazırlanır. Bana sorarsanız kitapta emeği geçen herkesin ve telif hakkı barındıran bütün unsurların künyede belirtilmesi en doğrusu olacaktır. Titiz bazı yayınevleri kitap içinde kullanılan yazı karakterleri hatta kağıt cinsi gibi detayları bile künyede belirtmeyi tercih ederken birçok yayınevi bu tür detayları önemsemiyor; tabii ki bu tercih de o kitabın üretim koşullarıyla ilgili okuyucuya ve kitabı satın almayı düşünen kişiye bazı ipuçları vermiş  oluyor.

Bir söyleşinde “Görüntünün, özden çok daha fazla konuşulduğu bir dönemden geçiyoruz” demişsin. Sen Doğan’ın edebiyat kitaplarının kapaklarını da tasarlıyorsun. Bu durumda edebiyat için işler biraz can sıkıcı mı oluyor?

Edebiyat ve yazım tarihi, daha köklü ve bütünsel olan kültürler bu süreci daha az hasarlı atlatırken bizim gibi geçmişiyle geleceği arasında bağ kurmakta zorlanan, günün koşullarına hızlıca ayak uydurmuş memleketlerde edebiyat alanı günümüz üretim koşullarından fazlasıyla zarar görüyor. Evet, geçmişe göre daha fazla kitap okuduğumuz söyleniyor ancak bence ne okuduğumuz ne kadar okuduğumuz kadar önemli. Şu sıralar hayatımızdaki birçok şey hiç olmadığı kadar sert bir şekilde değişiyor ve bu değişim karşısında hepimiz ayakta durmaya çalışıyoruz.

Afiş tasarlamak ile kitap kapağı tasarlamanın iki ayrı duygusu vardır eminim... Sen nasıl özetlersin?

Her grafik boyutun ve her grafik mecranın kullanıcıları tarafından algılanış biçimi tasarımcı için kendine has bazı zorluklar yaratır. Mecra ve onun gereksinimlerine cevap verebildiğiniz sürece bir kitabın kapağını, paket tasarımını ya da bir afişi, kitap kapağı tasarımı gibi kurgulamak çok daha özgün sonuçların ortaya çıkmasına neden olabiliyor. Bu düşünme biçimi benim öğrencilerimle sık sık yapmaya çalıştığım bir tasarım egzersizi aynı zamanda...

Bir güne nasıl başlıyorsun ve gün içerisinde masanda, kafanda, zamanının içinde neler oluyor?

Günüm evimden iş yerine yaptığım kırk beş dakikalık bir yürüyüşle başlıyor. Bu yürüyüşün beni yoğun bir güne zihinsel olarak hazırladığını düşünüyorum. Gün içinde birbirinden farklı birçok konuda çalışmam gerekiyor Bu yıpratıcı ritmi bozmak için öğle yemeğimi mümkün olduğunca dışarıda yemeğe çalışıyorum. Nitelikli işler yapabilmek için elimden geldiğince kendime huzurlu ve incelikli bir çalışma ortamı yaratmaya özen gösteriyorum hatta enerjimin ciddi bir bölümünü bunu organize etmek için harcıyorum ancak bazen de yoğun ve stresli çalışma dönemlerinde çok daha özgün işler çıkabiliyor.

Bir kitap kapağı, diyelim ki Murakami’nin bir kapağı olsun, senin eline nasıl geliyor ve sende ne kadar kalıp, editörüne, matbaaya gidiyor?

Önce Japonca çevirmenimiz Ali Volkan Erdemir’den gelen Türkçe metni editörümüz çalışmaya başlıyor. Bu sırada aynı editör arkadaşım kitap hakkında bana bir brief hazırlayıp veriyor, sonra bu brief hakkında bir toplantı yapıyoruz. Ben kitabın bazı bölümlerini okumaya başlıyorum, yeterince araştırma yaptıktan sonra kitap için farklı fikirler üzerinden taslaklar hazırlıyorum. Bu sürecin sonunda kitabın editörü, yayın yönetmeni ve pazarlama müdürümüzle oturup doğru taslağı tartışıyoruz. Son olarak kitap baskıya hazırlanıp matbaaya gönderiliyor, baskı provası ve bazı kontrol süreçlerinden sonra kitabımız raflarda yerini alıyor.

Çeviri kitapların kapaklarını tasarlamak/uygulamak mı daha fazla vakit alıyor yoksa Türkçe kitapların mı?

Hiç belli olmuyor. Aynı zamanda bir okuyucu olduğum için ister istemez ilgi alanıma giren bazı kitaplara karşı fazladan bir yakınlık duyabiliyorum, onlara odaklanmak çok daha kolay olabiliyor ama bazen de sevdiğim kitapları tasarlarken yaptıklarımı daha zor beğendiğim için sonuca ulaşmam daha zorlu olabiliyor.

Türkçe edebiyat kitaplarında yazar ve onların editörlerinden anahtar kelimeler, notlar alarak bir çalışma süreci işliyor sanırım... 

Size kendi çalışma biçimimden bahsedebilirim. Eğer kitabın yazarıyla yüz yüze görüşme şansım var ise kitabın ruhunu anlamak için bu en doğru yol oluyor. Yazardan kitabın üslubunu en yoğun şekilde hissedebileceğim bölümleri öğrenip o bölümleri okuyorum. Editör arkadaşlarımla toplanıp nasıl bir yoldan gitmemiz gerektiği hakkında konuşuyoruz. Ortaya bu verilerden birkaç yol çıkıyor. Kitabın konumlandırması hakkında herkes hemfikir olduktan sonra ortaya çıkan yollardan yürümeye başlıyorum; sonrasında bir tasarımcı olarak daha sezgisel bir çalışma devresine giriyorum. Ortaya çıkan sonuçlar üzerine kitaptan sorumlu olan kişilerle tekrar toplanıp bir değerlendirme yapıyor, en doğru yolu belirliyoruz.

Hiç okumadan kapağını tasarladığın ve sonra kitap çıktıktan sonra okuduğun kitaplar oluyor mu? Onlar arasında keşke kapağını şöyle yapsaydım dediğin oldu mu mesela?

Çok alışılmış bir fikir olarak gelmeyecek biliyorum ancak bir kitabı okumanız onun kapağını iyi tasarlamanız için düşünüldüğü kadar iyi bir fikir olmayabiliyor.

Kitap kapaklarını o kitapları okumuş insanlar için değil o kitap hakkında hiçbir fikri olmayan insanlar için tasarlıyorsunuz. Eğer tasarlayacağınız kitap ilgi alanınıza giren bir kitap ise ve derin bir okuma yaptıysanız o okuma sizin tasarım sürecine bakışınızı çok öznel bir alana taşıyabiliyor; bu da aslında kapak tasarımını hazırlarken hiç de tercih edeceğiniz bir durum olmayabilir. Kitabın ruhunu anlayabilecek kadar kitabı tanımanız, dışarıdan bakabilecek kadar da ona mesafeli olmanız bence en doğrusu.

Tamamını okuduğum ya da okumadığım bütün kitaplarım için sonradan keşkelerim olabiliyor ama işte süreç akıyor ve o sırada bazı seçimler yapıyorsunuz, eğrisiyle doğrusuyla o seçimler sizin seçimleriniz, onları kabul etmekten başka bir şansınız var mı?

Türkiye’de grafik tasarım alanında etik kurallar ile ilgili yayınlanmış kanun, yönetmelik gibi koruyucu şeyler yok sanıyorum...

Grafik Tasarımcılar Meslek kuruluşu yönetim kurulunun bir üyesi olarak bu konudaki uluslararası kabul görmüş etik kuralları meslektaşlarımız arasında yaymaya çalışıyoruz. Ayrıca 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu bu konuda tasarımcıların haklarını korumaya yönelik bir kanun maddesi; aslına bakarsanız yasal olarak bu kanun maddesi tasarımcıların haklarını gayet etkin bir şekilde koruyabilir ama sorun tasarımcıların ya da ilişkili oldukları kurumların bu konuda pek de fikir sahibi olmamasından kaynaklanıyor. Diğer taraftan bu bir ahlak meselesi; toplumu oluşturan bireylerin konuya bakış açısı, bilgisi ve algısı bu konuyu yasalardan çok daha fazla şekillendirebiliyor.

Hiç kendi tasarladığın bir kapağın “çok benzerini” başka bir kitapta gördün mü? Yani senden intihal yapan oldu mu?

Ben bütün kültürlerin taklit yoluyla geliştiğine inanlardanım; bazı tasarımlar arasında paylaşılan her ortak özelliği intihal olarak algılayan insanları oldukça yadırgıyorum. Elbette sizden önce yapılanı birebir almaktan falan bahsetmiyorum, amaç daha önce görmüş olduğunuz iyi bir fikri daha değerli ve daha farklı hale getirmenin bir yolunu bulmanız, onu yorumlayıp başka bir yere götürebilmeniz. Eğer bir yere götüremiyorsanız komik duruma düşüyorsunuz, bir de tabii birçok tasarımcı arkadaşım bilinçaltından çıkan birçok tasarım fikrini kendinin sanıyor, onu nereden ne ölçüde arakladığını bile fark edebilecek kadar mesleki yeterliliğe sahip olmayabiliyor.

Kitapçıya girdin ve kapakları görüyorsun… neler oluyor?

Tasarladığım kitap kapaklarını raflarda gördüğümde yaptığım tasarımlardan çoktan sıkılmış oluyorum. Diğer kitap kapaklarına bakıyorum, ilgimi çeken tasarımlar varsa o tasarımları yapan tasarımcıları takip ediyorum, bazen de işlerini kutlamak için iletişime geçiyorum.

Tasarımcı özgür müdür peki?

Herhangi bir toplumda başka insanlarla beraber yaşıyorsanız, aynı ortak alanı paylaşıp aynı ortak kaynakları tüketiyorsanız ve bu kaynaklar sınırlıysa özgür olamazsınız. Özgürlük doksanlardan kalma çok şımarıkça ve hoyratça kullanılan bir reklam sloganı gibi geliyor benim kulağıma. Tasarım da tam olarak bu koşullar çerçevesinde, başka insanlar için yapılan bir eylem, niye özgür olsun ki?

Fotoğraf: Kat.io