"Bu ödül, beni mutlu ettiği gibi, Kürtçe yazdıkları için özgürlükleri kısıtlanan herkesi mutlu etmiştir"

Fırat Cewerî: Bu ödül, şahsen bana moral olduğu gibi, bu dille yazanlar ve çevirenler için de geleceğe dair bir umut oluyor. Bir gün bu dilin, Kürtçenin, Nobel Edebiyat Ödülü'ne de layık görüleceğine eminim

19 Temmuz 2018 14:30

Türkiye’de görülmeyen, unutturulmaya çalışan, yok sayılan dillerden sadece biri Kürtçe. Yıllardır kendi dilini kullanmak adına mücadele veren insanları da yok saydıkları gibi. Aynı zamanda Türkiye’de karşılığını bulamayan pek çok şey gibi dünyada karşılığını bulan bir dil. Nobel Edebiyat Ödülleri’ni veren İsveç Akademisi, İsveç edebiyatının eserlerini Kürtçeye kazandırdığı için 2018 yılı ödülünü Fırat Cewerî’ye takdim etti. “Bu ödül, şahsen bana moral olduğu gibi, bu dille yazanlar ve çevirenler için de geleceğe dair bir umut oluyor. Bir gün bu dilin, Kürtçenin, Nobel Edebiyat Ödülü’ne de layık görüleceğine eminim” diyor Cewerî.

Fırat Cewerî ile aldığı ödül ile Kürtçe edebiyatın Türkiye’de ve dünyadaki karşılığı üzerine konuştuk.

Öncelikle, ödülünüz hayırlı olsun. Bu ödül sizin için ne ifade ediyor?

Çok teşekkür ederim. Yaklaşık 40 yıl önce uğruna sürgünlere gittiğim dilime verilen bir ödül, benim için çok şey ifade ediyor. 1970’lerin sonuna doğru, ergenlik çağımda, edebiyat dünyasına Kürtçeyle girdiğim için, devletin gözünde artık sakıncalıydım, suç işliyordum, cezalandırılmalıydım. Doğduğum topraklarda kadim dilimle yazdığım için suçlu konumuna düşüyor iken, ülkemden binlerce kilometre uzakta bu kuzey ülkesinde, ana dilimle yazdığım için, dünyada en prestijli edebiyat ödüllerini veren Nobel Akademisi tarafından ödüllendiriliyorum. Bu ödül, beni mutluğu ettiği gibi, bütün Kürtleri de mutlu etmiştir; Kürtçe yazan, Kürtçe yazdıkları için özgürlükleri kısıtlanan herkesi mutlu etmiştir. Ayrıca, Kürtçenin üzerindeki baskılardan haberdar olan, İsveçli ve Türk arkadaşlarımı da mutlu etmiştir. 

Ödül sonrası yaptığınız açıklamada, “Belki de İsveç Akademisi baskı altında olan, hâlâ eğitim dili olmayan Kürtçeye çevirdiğim için beni ödüle layık görmüştür. Önümüzdeki yıllarda, bu yasaklı dille evrenselliğe açılan bir edebiyat yaratıldığı için de bu dilin edebiyatı Nobel’le ödüllendirileceğinden eminim” dediniz. Bu ödül, Kürtçe ve diğer yasaklı diller için ne ifade ediyor? 

İsveç Akademisi’nin uluslararası alanda en tanınan ödülü kuşkusuz Nobel Edebiyat Ödülü’dür. Nobel Edebiyat Ödülü’nün yanı sıra, İsveç Akademisi, birkaç ödül daha veriyor. İsveç edebiyatını başka dillere çevirdiği için verilen söz konusu bu ödül ise, geçen yıl verilmeye başlandı. Bu yıl ise bana verildi. Kürtçe yazıyor olmama rağmen, İsveç edebiyatıyla da iç içe olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. 1992’de yayımlamaya başladığım edebiyat dergisi NÛDEM’de İsveç edebiyatının önemli yazarlarını, eserleriyle tanıtmaya çalıştım. Bunu yaparken amacım Kürt ve İsveç edebiyatı arasında bir köprü kurmaktı. Sonraki zamanlarda NÛDEM yayınları arasında çok sayıda İsveç yazarını çevirdik. Bunların arasında, çocuk ve gençlik edebiyatından tutun da şiir, öykü ve romana kadar birçok eseri Kürtçeye çevirip yayınladık. Söz konusu eserleri büyük oranda ben çevirmiş olsam da başka yazar/çevirmen arkadaşlar da çevirdi. Son iki üç yıl içerisinde de İsveç edebiyatının temel taşları olarak bilinen yazarların eserlerini Kürtçeye kazandırdım. Bu eserler, Avesta Yayınları arasında basıldı. 

Dikkat ederseniz, bu ödül olmadan önce de bu yasaklı dille ve inatla yazıyordum. Ama bu ödül, şahsen bana moral olduğu gibi, bu dille yazanlar ve çevirenler için de geleceğe dair bir umut oluyor. Bir gün bu dilin, Kürtçenin, Nobel Edebiyat Ödülü’ne de layık görüleceğine eminim. 

Fırat CewerîKürtçe edebiyatın dünyada ve Türkiye’de yerini nasıl görüyorsunuz? 

Dünyanın çeşitli dillerine çevrilen Kürt edebiyatı, çevrildiği dilin okurlarının beğenisini kazanırken, eleştirmenlerden de olumlu eleştiri alıyor. Uzun yıllardır Almanya’da yaşayan Bahtiyar Ali’nin romanı Almanca çıkarken, çok olumlu eleştiri aldığı gibi, Almanya’da çok satan kitaplar listesine de girdi. Türkiye’de, Mehmed Uzun’un, diğer Kürt yazarlarının kitapları ve benim romanlarım da basına iyi yansıdı, okurlar çok iyi karşıladı, eleştirmenler övdü. Hatta bir ara Mehmed Uzun Türkiye’de çok satanlar listesine girdi. Türkiye’de, Kürt edebiyatına ve Kürt yazarlarına karşı bu sıcak ve samimi hava daha çok çözüm süreci dönemindeydi. Çözüm süreci sona erdikten hemen sonra, okurlar bağlılıklarını koruyor iken, yayınevleri ve edebiyat ajansları geri adım atmaya başladılar. Bunun biraz korkudan kaynakladığını biliyorum. Ama üzücü…

Kürtçe eserlerin yabancı dillere çevrilme yaygınlığı nasıl? Kaç eser şu an başka dillerde de yayımlanıyor ya da yayımlandı, biliyor musunuz? Ya da bilebiliyor muyuz? 

Şu âna kadar Kürtçeden diğer dillere çevrilen eserler hakkında maalesef elimde herhangi bir istatistik yok. Ama Kürtçe eserlerin birçok dünya diline çevrildiğini biliyorum.

Bir dilin doğduğu, yaşadığı, büyüdüğü topraklarda nefes alamamasını yıllardır yurt dışında yaşayan bir yazar olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Bir dili yasaklamak insanlık suçudur. Düşünce ve ifade özgürlüğünü, insan haklarını savunan bütün kişi ve kurumların şiddetle böylesi bir mantaliteye, sisteme karşı çıkması gerekir. Dili yasaklayanların uluslararası mahkemelerde yargılanması gerekir. Bunları derken, belki yüzümdeki ifadeyi görüyorsunuzdur. Kızarak, hırsla söylüyorum! Çünkü dili yasaklanan insanlar, zamanla kimliklerini saklamak zorunda kalıyorlar. Bu, insanın gelişimi önünde bir engel teşkil ederken, aynı zamanda kişilerde travma da yaratır. Onun için, bunca yıldır sürgünde yaşıyor olmama rağmen, başka dillerde yazma imkânına sahip olmama rağmen, inatla bu dille yazmaya devam ettim. Bunu yaparken, kendi toprağımda bu dilden mahrum ve yoksun bırakılan insanları düşündüm. Bu dilin Türkiye’de eğitim dili olması, Türkçenin yanı sıra resmî dil olması gerekir. Kürtçenin hayatın her alanında kullanılması lazım. Kürtçe yazanlar cezalandırılmamalı, aksine ödüllendirilmeli. Bizim böyle bir mantaliteye, böyle bir sisteme ihtiyacımız var.

Kürtçenin edebî olarak yazıma geçmesi ne demek? Dilin yaşaması için bu ne kadar önemli?

Kürtçe çok zengin bir edebiyat dilidir. Bunu sözlü Kürt edebiyatında kolaylıkla görebiliyoruz. Kürtçe yasak olmasına rağmen, Kürtçe henüz bir eğitim dili olmamasına rağmen, Kürt edebiyatı yine de dünya edebiyatında yerini almayı başarmıştır. Ama bu dilin gelecek kuşaklara sorunsuz ulaştırılması için ve bu dilin yaşaması, gelişmesi için bu dilde eğitim şart. Bu dilin bir an önce piyasa ve ekonomi dili de olması lazım. Hatta, Türkiye’de, Kürtçe, Türk çocukları için de seçmeli dil olursa, Türkiye’de tolerans artacak, ırkçılık azalacak ve nihayet demokratik bir sistemin temeli atılacak. 

Dünyaca ünlü pek çok yazarın eserlerini birden fazla dile çeviriyorsunuz. Kaç dil arasında çevirmenlik yapıyorsunuz? Kürtçeye çevirdiğiniz eserler arasında en çok hangisi sizi etkiledi, neden?

Üç dili aktif olarak kullanıyorum; Kürtçe, İsveççe ve Türkçe. Bu üç dilde hem konuşuyor hem okuyor hem de yazıyorum. Edebiyatı sadece Kürtçe yazıyorum, ama deneme ve makaleleri İsveççe ve Türkçe de yazdığım oluyor. Bu dillerden Kürtçeye de çeviri yapıyorum. Aslında şu âna kadar çevirmiş olduğum bütün kitapları zaten sevdiğim için Kürtçeye çevirdim. Ama yine de bir isim vermem gerekiyorsa, İsveççeden çevirmiş olduğum Hjalmar Söderberg’in Doktor Glas adlı romanı beni derinden sarsmıştır. 

Aynı zamanda kendi hikâyeleri, romanları olan bir yazarsınız. Yazmak, kendi dilinde yazmak sizin için ne demek? 

Aslında benim ilk uğraşım yazmak olmuştur. İlk kitabım 1980 yılında çıktığında, çeviri aklımın ucundan bile geçmiyordu. Ama zamanla okuyup beğendiğim kitapları, “bunlar niye Kürtçede de yok” diyerek çevirmeye başladım. 

Beni ayakta tutan, hayatıma bir anlam katan yazmaktır. Yazarlık hastalığına kapılmamış olsaydım, hayat benim için ne ifade ederdi bilemiyorum. Kendi dilinde yazmak bir Türk, İngiliz veya Fransız yazarına ne ifade ediyorsa, benim için de öyle. Ama benim onlardan bir farkım var. Onlar yazmaya başladığında onların elinin altında, onların dilinde yazılmış, onların diline çevrilmiş binlerce, on binlerce eser vardı. Benim ise yasaklardan dolayı yoktu. Bu nedenle, kendi dilimle yazarken, bir yandan dili yaşatma misyonuna da soyunmuş oluyorum. Güncel siyasetin ve politikaların dışında olmamama rağmen, politik bir misyon da yüklenmiş oluyorum. Çünkü yasakçı zihniyetlere yazma eylemiyle karşı çıkıyorum…