Feminist hafıza ve hatırlama kültürü: Kendi hikâyelerimizin anlatıcısı olmak

Kadın ve toplumsal cinsiyet müzelerinde ya da diğer hafıza mekânlarındaki güncel tartışmaları belgeleyen "Feminist Pedagoji: Müzeler, Hafıza Mekânları ve Hatırlama Pratikleri" kitabını Nehir Kovar'la yayına hazırlayan Meral Akkent K24'ün sorularını yanıtladı

Kadın tarihi toplumsal hafıza alanında ne kadar temsil ediliyor? Feminist tartışmalar bu alana ne kadar yansıyor? Feminist pedagojik yaklaşım nasıl alternatif yöntemler öneriyor? Ziyaretçilerle sergilerin ilişkisi ve ziyaretçilerin kendi aralarındaki ilişki, sergi aracılığıyla nasıl sağlanıyor? Kent nasıl hatırlıyor? Kamusal alanlardaki heykeller bize ne anlatıyor?

Meral Akkent ve Nehir Kovar’ın yayına hazırladığı Feminist Pedagoji: Müzeler, Hafıza Mekânları ve Hatırlama Pratikleri kitabı hatırlama kültürü ve pratikleri üzerine farklı deneyimleri bir araya getirirken, tüm bu soruları tartışmaya açıyor.

Kadın ve toplumsal cinsiyet müzelerinde ya da diğer hafıza mekânlarındaki güncel tartışmaları belgeleyen kitap, Srebrenitsa’dan İran’a, Almanya’ya kadın tarihini belgeleme deneyimini kayıt altına alıyor.

Aktarılan hikâyeler bizi bazen bir semtteki kentsel değişimin ortasında, bazen bir cezaevi binasının harabesinin önünde, bazen bir parktaki heykellerin yanında durdurup, bu hafıza mekânlarının toplumsal cinsiyet tarihine bakmamızı sağlıyor.

Kitabı yayına hazırlayanlardan Meral Akkent uzun zamandır toplumsal cinsiyet ve hafıza mekânları üzerine çalışan bir sosyolog. Aynı zamanda İstanbul Kadın Müzesi’nin de küratörü.

Akkent, feminist yöntemlerle alternatif bir hatırlama kültürü oluşturmaktan bahsederken “kendi hikâyelerimizin kendi kelimelerimizle anlatıcısı olmanın” ve “öğrenmenin duygusal boyutunun” önemine dikkat çekiyor.

 

Dünyadaki kadın ve toplumsal cinsiyet müzelerinden ve diğer hafıza mekânlarından bahseder misiniz kısaca? Kadın müzeleri nasıl ortaya çıktı?

Kadın müzelerinin ortaya çıkış serüveni üç sözcükle özetlenebilir: İhtiyaç, mecburiyet, özgürlük.

İhtiyaç, çünkü 1970’lerdeki feminist kadın hareketi, kadın araştırmalarında disiplinlerarası çalışmaların yolunu da açtı. Disiplinlerarası çalışmaların verilerinin daha geniş çevrelerle, kamuyla paylaşılması önemli ve gerekliydi. Kadın müzeleri bu ihtiyacın karşılanabileceği kurumlar olabilirdi ve oldular.

Mecburiyet, çünkü feminist kadın hareketinin tartışma konuları, geleneksel müzelerde kadınların kendilerini bulamadıkları gerçeğini ortaya çıkarmıştı. Öyleyse kadının özne olacağı mekânların yaratılması gerekliydi ve yaratıldılar.

Özgürlük, çünkü kadın hareketinin devinimi yeni vizyonları, yaratıcı enerjiyi, yeni projeleri de beraberinde getirerek, çeşitliliğin dayanılmaz çekiciliğini de görünür yapmıştı. Bu görünürlük için alternatif alanlar gerekliydi. Kadın müzeleri, geleneksel müzelere alternatif kurumlar oluşturma özgürlüğünü yaşama geçiren projeler olabilirdi ve oldular. Sonuçta varlıklarıyla geleneksel müzelerin içeriğini zenginleştirdiler, tarihe, sanata, toplumsal cinsiyetlere yeni açılardan bakmayı talep ettiler, örnek oluşturdular, diğer müzeleri de dönüştürücü rol oynadılar. 

Dünyada 96 kadın müzesi var

Bir taraftan fiziksel mekâna sahip müzeler var, bir de sanal müzeler var. İstanbul Kadın Müzesi de sanal müzelerden biri. Kadın hafıza mekânları destek ve maddi imkân bulmakta zorlanıyor mu?

Şu anda dünyada 96 kadın müzesi var ve bunlardan 19’u sanal. Bu 96 kadın müzesinin yüzde 90’ı sadece gönüllülerinin desteğiyle var olan kurumlar. Kadın müzeleri, sebatlı, yaratıcı ve genellikle küçük bir grup kadının bir araya gelerek kurduğu, çoğunlukla dernek statülü özel müzelerdir. Müze projesini gerçekleştirmek bazen onlarca yıl sürer. Gönüllü kadınlar, profesyonel meslek yaşamlarına ek olarak ve tüm boş vakitlerini müze çalışmalarına adayarak olağanüstü bir özveriyle müzelerini çalıştırırlar. Sergilerinin araştırma ve gerçekleştirme süreçlerinin organizasyonu ve de en yoğun çalışmayı gerektiren maddi kaynakların sağlanması gibi işleri bir arada yürütebilmeyi becerirler. Düzenli geliri olan kadın müzeleri bir elin iki parmağını geçmez. Kısacası kadın müzeleri genellikle zor şartlarda önemli işler ortaya çıkaran kurumlardır.

Feminist pedagoji nedir?

Tüm kadın müzeleri/hafıza mekânları kapsayıcılık açısından benzer yaklaşımlarla mı çalışıyor? Kitapta “feminist pedagojinin uygulandığı kadın ve toplumsal hafıza mekânları topluluğu” diyorsunuz. Feminist pedagojik yaklaşımı açıklar mısınız?

Tabii ki, tüm kadın müzeleri farklı kadınlık deneyimlerini temsilde yeterince hassas olmayabiliyor. “Kadın müzesi” sıfatını taşımak, bir müzeyi doğrudan kapsayıcı bir müze yapmıyor. Resmî tarihi yeniden üreten ya da ülkesindeki farklı kadınlık deneyimlerini yansıtmayan kadın müzeleri de var. İstanbul Kadın Müzesi 2017 yılında bu eksikliğe işaret etmek amacıyla, kapsayıcı konseptlerle çalışan kadın müzelerini tanıtan “Kadın Müzesi: Toplumsal Bellek Merkezi ve Kapsayıcı Mekân” isimli bir kitap yayınlamış ve kadın müzelerinde gözlemlenebilecek olası ayrımcılık türlerini, kadın müzelerinin gündemine taşımak istemişti.

Feminist pedagojinin tanımını da aynı bağlamda yapmak mümkün. Feminist pedagoji katılımcılık talep eder ve kendi hikâyelerimizin kendi kelimelerimizle anlatıcısı olma prensibini içerir. Çoklu baskı ve ayrımcılık süreçlerini tartışır, görünür kılar. Öğrenenlerin ve öğretenlerin otoriter eğilimlerin bilincinde olmalarını amaçlar. Öğrenmenin duygusal boyutunu vurgular. Alternatifler üretme ve bunları uygulama becerilerini kazandırır. Tüm bu prensiplerle özgürlük bilincini geliştirme alanı açılmasına olanak verir. Özetlersek feminist pedagoji, toplumsal cinsiyete duyarlı bir araçtır. Bireysel ve toplumsal dönüşümü amaçlar.

Dünyada (sanal veya fiziksel mekânı olan) ne kadar toplumsal cinsiyet hafıza mekânı var? Hangi ülkelerde var?

Kadın müzeleri Avusturya’dan Norveç’e, Türkiye’den Kosta Rika’ya, Kanada’dan Birleşik Arap Emirliği’ne, Burkina Faso’dan Çin’e, Japonya’dan Karadağ’a tüm kıtalarda bulunuyor. Sayımız gittikçe de artıyor. 96 Kadın Müzesi’ne ek olarak şu anda 47 tane de kadın müzesi girişimi bulunuyor. Dünyadaki tüm kadın müzeleri, kuruluş yılı veya bulundukları ülke gibi farklı kategorilerde, İstanbul Kadın Müzesi’nin sitesinde incelenebilir.

Kitapta müzeler, kütüphaneler dışında farklı hafıza çalışmaları da var. Türkiye’de İstanbul Kadın Müzesi, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi ile Cins Adımlar turları dışında nasıl örnekler mevcut?

Cins Adımlar, kent tarihini yeniden düşündüren interaktif yöntemle müthiş önemli hafıza çalışmaları yapıyor. Hatırlama kültürü alanında esinlendirici ve etkileyici örnek olarak 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı’nı ise özellikle anmak isterim. Adalar Müzesi de hafıza çalışmaları için önemli bir örnek olabilirdi. Olabilirdi, diyorum, çünkü müzede yürütülen sözlü tarih projesinin toplumsal cinsiyete daha duyarlı olmasını beklerdim. Geri getirilemez biçimde yok edildiği ve dönüştürüldüğü için Türkiye’de mekânın hafızasını korumak çok güç ama buna rağmen kapsayıcı hafıza çalışmaları yapma kararını almak ve bunu uygulamak bizim elimizde.

İfşa etmeden nasıl ifşa etmeli?

Kitapta derlenen çalışmalar, çok güncel sorulara da değiniyor. Örneğin İstanbul Kadın Müzesi’nin sizin küratörlüğünüzde gerçekleştirdiği bir sergi var kitapta da yer verilen: “İfşa Etmeden? – unExposed?”. Bu bölümde bir cümleniz var “Başkalarının acı deneyimlerini anlatmak ve sergilemek, empati becerisi ve özen gerektirir.” Bu sanat için de habercilik için de geçerli. Peki ifşa etmeden nasıl sergileriz? Hangi sınırları, sorgulamaları gözetmemiz gerekiyor?

Serginin başlığında kullanılan soru işareti, sözcükler kadar önemli. İfşa etmeden nasıl ifşa etmeli? Bugün bizlerin ve de gelecek nesillerin ruh ve akıl sağlığı için, fail ya da mağdur hangi tarafta olursak olalım, yaşanan travmatik deneyimler hakkında mutlaka konuşmalıyız. Fakat hatırlamalar yeni travmalara da yol açmamalı. Fail ya da mağdur, içimizdeki zehirleyen acıyla ancak konuşarak başa çıkabiliriz. Bu konuda Tokyo’daki Savaş ve Barışa Dair Aktif Kadın Müzesi çok iyi bir örnek teşkil ediyor. Bu müze, savaş ve çatışma durumlarında Japon ordusunun işgal ettiği ülkelerdeki kadınlara yönelik savaş suçları, özellikle de Japon ordusundaki seks köleliği ya da üstü kapalı şekilde söylendiği gibi “rahatlatıcı kadınlar” (comfort women) konusunda çalışıyor. Ve bu suçların Japon devleti tarafından kabul edilmesini sağlamak istiyor. Müzenin yöntemi, ziyaretçilerin kendi kendilerine düşünmelerini sağlamak. Bu yöntemin en önemli noktası, hayatta kalanların yaşadıkları acılara dair tanıklıkların, aynı dönemdeki Japon askerlerinin anılarıyla birlikte müzede sergilenmesi. Kadınların ve askerlerin tanıklıklarının birlikte sunulması, bir olayın ne kadar farklı şekillerde hatırlanabileceğini ve kaydedilebileceğini fark ettiriyor. Örneğin, eski askerlerin, “Rahatlama İstasyonları”nı kullanmanın “eğlenceli” taraflarını anlatan anılarının; mağdurların ifadeleriyle yan yana yerleştirilmesi, suçluların bakış açısından konunun nasıl algılandığını gösteriyor. Fail ve mağdurların tanıklıklarının bir arada sunulma yöntemi, kadınların tanıklıklarını “yalan” olarak niteleyen ve sadece Japon askerlerinin tanıklıklarını ve devletin belgelerinin gerçek olduğunu kabul eden tarih yazımının sorgulanabilmesine fırsat veriyor.

Feminist pedagojinin yukarıda tanımladığım çalışma yöntemleri, empati becerisi kazanmamızı destekler. Hikâyelerimizi, kendi kelimelerimizle anlatabilmek, bu anlatılanlarla baskı ve ayrımcılık süreçlerini görünür yapabilmek empati için alan açar. Bu süreçte aktif anlatan ve aktif dinleyen vardır. Kendi konumumuzu ve olaylara hangi perspektiften baktığımızı düşünme fırsatı bulmak, hepimizin her daim başına gelmesi, gerekli, önemli bir deneyimdir.

Müze ziyaretçisini ya da basın takipçisini “aktif” ziyaretçi ya da okuyucu olarak hedeflemek, öğrenen ve öğreten şablonlarını ters yüz etmek anlamına gelir. Ancak böylece öğrenenlerin ve öğretenlerin otoriter eğilimlerin bilincinde olmalarına fırsat verilebilir. Öğrenmenin duygusal boyutu sağlandığında, kaçınılmaz olarak her konuda alternatifler üretmek ve bunları uygulamak için alanlar açılabileceğini ise, hepimiz yaşamımızda mutlaka çok kereler denemişizdir.


Tokyo’daki Savaş ve Barışa Dair Aktif Kadın Müzesi feminist pedagojinin iyi örneklerinden biri.

Heykeller ve sokak isimleri: Kimlere hayranlıkla bakıyoruz?

Kitapta “Kimlere hayranlık ve saygıyla bakıyoruz?” başlığıyla yer alan çalışmadan İstanbul’daki 3 parkta bulunan 62 heykelden sadece 3’ünün kadın olduğunu; “Kent nasıl hatırlar?” başlığıyla yer alan çalışmadan Almanya’nın Fürth şehrindeki 850 sokaktan 296’sının toplumsal cinsiyet tanımlamaları içerdiğini ve bunlardan sadece 24’ünün kadınlarla ilgili olduğunu öğreniyoruz. Kamusal alanlar tasarlanırken kadınlar nasıl görünmezleşiyor? Ve bu durum toplumsal hafızayı nasıl etkiliyor?

Kamusal alanlar, toplumsal cinsiyete dair tutumlarımızı, sessiz, sürekli ve ısrarlı bir şekilde etkiliyor. Bu etkinin farkına varmak genellikle çok güç olabiliyor. Kamusal alanlardaki heykeller veya sokak isimleri, içinde bulundukları ortamla bütünleşiyorlar ve “normalleşiyorlar.” Bu heykelleri veya sokak isimlerini yakından incelemediğimiz sürece, zararsız da görünüyorlar. Halbuki kamusal alanlar fark ettirmeden iktidara işaret ediyorlar. Halka, gücün ve servetin kimde olduğunu ve hem mecazî hem de gerçek anlamda kimlere saygı ve hayranlıkla “bakılması” gerektiğine dair bir imge sunuluyor. Bir kentin hikâyesinin tek taraflı anlatılmasına sebep olan bu toplumsal ve siyasal zihniyetin acilen reforma ihtiyacı olduğu bir gerçek. Tabii ki değişim için çalışan birçok kurum var: Örneğin Almanya’daki Bremen Kadın Müzesi, Bremen’deki sokak isimlerinin, toplumsal cinsiyet açısından adaletli dağıtımı için yıllardır mücadele veriyor. inVISIBLEwomen oluşumu, İngiltere’deki heykeller konusunda toplumsal cinsiyet açısından farkındalık yaratacak çalışmalar yapıyor. Biz de bahsettiğiniz iki makaleyi, Türkiye’nin kamusal alanları bağlamındaki toplumsal cinsiyet tartışmalarına feminist bir katkı olarak görüyoruz. Sonuçta kamusal alanlar hepimizin vergileri kullanılarak tanzim ediliyor ve bu alanları hepimiz paylaşıyoruz. Bu makalelerle, bu alanın üzerinde daha fazla çalışılmaya değer bir konu olduğuna işaret ediyoruz.

Kitap bizi hem farklı coğrafyalardaki hem de farklı yaklaşımlarla ya da araçlarla gerçekleştirilen deneyimler aktarıyor. Ortaya çıkan ortaklıklar, kesişmeler neler? Kadın tarihinin kayıt altına alınmasındaki nasıl zorluklar yaşanıyor?

Kadın tarihinin kayıt altına alınmasındaki zorluklar, detaylarda farklılıklar gösterse de hem Türkiye’de hem de diğer ülkelerde prensipte birbirine benziyor: Çeşitliliği yansıtan bir toplumsal bellek inşası halen her yerde halledilmesi gereken bir sorun. Kapsayıcılık konusu halen farkındalık çalışmaları yapılması gerektiren bir alan. Fakat esas önemli olan bu konularda farklı coğrafyalarda yürütülen mücadelelerin sayısız yöntemi, aktivistlerin sonsuz sebatları, keyif aldıkları yaratıcılıkları, birbirlerinden öğrenmekten duydukları heyecan, dayanışmalarının türlü renkleri. Bu aktivistler farklı coğrafyalarda tarih ve kimlik, cinsiyet ve güç alanlarında mücadele veriyorlar. Kendi toplumlarının normlarını görünür kılıyorlar, eleştirel yaklaşımlarla kadın ve erkek ifadelerinin içerdiği anlamları inceliyorlar; müzelerdeki eril normluluk ve erkeklerin tarih yazımındaki yorumlama ayrıcalığını örnekliyor ve bununla mücadele ediyorlar; kadınların yerelde ve dolayısıyla dünya genelindeki faal oluşlarını, deneyimlerini ve yerlerini görünür kılıyorlar; hangi cinsiyet için olursa olsun, hayatın her alanında olanakları ve seçimleri sınırlayan kuralları ve yapıları tanımlıyorlar, ve bunları anlamak için gerekli araçları geliştirilip, herkesin kullanımına sunuyorlar. Ve bunları yaparken de değişimin mümkün olduğuna inanıyorlar.

Bu umutlu tavrı, iklim grevine katılan kız çocuklarında bile görmek mümkün. İklim aktivistlerinden Selin Gören Mayıs 2019’da İstanbul’da yapılan Küresel İklim Grevi’ndeki konuşmasında “Bir şeyler değişebilir ve o değişiklik herkes küçük bir damlayla katkıda bulunduğunda gerçekleşebilir. Çok küçük bir damlanın bile gerçekten büyük bir fark yaratabileceğini biliyoruz” derken değişimin mümkün olduğuna olan inancını dile getiriyordu.