Yeni bir “edebiyat” dergisi olarak Çoğul!

“Eteğimizde birikenleri ortalığa dökmek, başkalarının heybelerindekilerinin açığa çıkmasını sağlamak, edebiyatın ve düşüncenin üzerini örten, popüler sığlıklara çimento dökmek için bunu yapmak zorundaydık.”

31 Mart 2016 13:10

Bu kadar çok “yeni” dergi çıkıyorken, dergicilik henüz tanımlanamayan bir yere evriliyorken, bu kadar çok dergi kapanıyor ve varolanlar –salt edebiyat olanlar- güçlükle ayakta duruyorken, herkes okur değil takipçi hesabı, tık hesabı yapıyorken…  Yeni bir dergi, daha doğrusu yeni bir edebiyat dergisi çıktı: Çoğul!

“Çıktığımız bu yolda yarının rüzgârında uçup gidecek günlük heveslere kapılmayan herkesi doğal yoldaşımız kabul ediyoruz. Çoğulluğun ve Çoğul!’un ülkemize katacaklarına inancımızla” diye bitiriyor Çoğul! dergisi okura ilk merhabasını...

Yarı Ankara yarı İstanbullu bir dergi olan Çoğul!’un Yayın Kurulu’nda öyküleriyle de tanıdığımız ve 2015 yılında “Put” adlı dosyasıyla Behçet Aysan Şiir Ödülü’ne değer görülen Alper Beşe, Sevgili Alef kitabıyla tanıdığımız akademisyen Elif Türker, en son Hayvanların Tarafı adlı öykü kitabını yayınlayan Nazlı Karabıyıkoğlu ve edebiyat dergilerinde yayınlanan yazı ve öykülerinden tanıdığımız Volkan Çağan var.

Çoğul! dergi ilk sayısında “Ortam”a dikkat çekmek istemiş ve Açık Ajanda bölümlerinde “Ortam”la ilgili yazılara ve yayın dünyasından isimlerle soru-cevaplara yer vermiş. Dergide özellikle bundan sonraki sayılar için kendini en çok merak ettireceği şüphesiz olan bölüm: Mektup. Elif Türker ile Sabri Gürses arasında olan bu açık yazışmalar umarım bir sonraki sayılarda devam eder ya da bu Mektup bölümü başka yazar-çevirmen-yayıncılarla sürer.

Dergide yazıların yanı sıra ayrıca şiir ve öyküler de var. Ömer Erdem, B. Nihan Eren, Asuman Susam, Çağlayan Çevik, Berna Durmaz, Ethem Baran, Şükrü Erbaş, Nil Sakman dergiye katkı sağlayan isimlerden birkaçı. 

İsmiyle de, derdi belli olan merhabasıyla da ve elbette içeriğiyle de farklı bir dergi olma yolunda olan Çoğul! derginin nedenlerini ve dertlerini daha yakından tanımak ve bilmek istedik. Derginin Yayın Yönetmeni Alper Beşe sorularımızı yanıtladı... 

Öncelikle isimden ve ünlemden başlayalım... Nedir hikâyesi?

Hukuktaki “Başlık, kanun metnine dahildir” ilkesine gönderme yaparak, ünlem derginin adına dahil, diye başlayayım. Yine aynı yerden devamla, isim dergiye dahil demeliyim. Bir metinde bizi ilk karşılayan, okumamıza ilk çerçeveyi çizen başlıktır. Resim söz konusu olduğunda tablonun adı, resmi okuma konusunda bir yönerge sunar. Bu, kimi durumlarda kısıtlayıcı bir etki yaratsa da okumayı derinleştirmek isteyenler için başlık/ad, metnin sonuna gelindiğinde yeni okumalara kapı aralar. Umberto Eco’nun Gülün Adı ile Barnett Newman’ın “Adem” ve “Havva” tabloları buna örnek gösterilebilir. Gülün Adı’nda polisiye bir kurgu etrafında Aristoteles’in varolup olmadığı tartışmalı bir kitabının peşine düşülürken Ortaçağ Hıristiyan dünyasının ayrıntıları arasında bir gezintiye çıkılır. Yapıtın adı ise Ortaçağ’a damgasını vuran “Tümeller tartışması”na bir göndermedir. Kavramların nesnelere içkin veya nesnelerden bağımsız olduğunu ya da kavramların yalnızca adlardan ibaret olup gerçeklikte bir karşılığının olmadığı görüşlerinin çarpıştığı tartışma, Avrupa kültür hayatının belirleyicilerinden biridir. Eco, romanına bu adı seçerek metnin göstergebilimsel ele alınışı için zemin hazırlar. Newman’ın tabloları da salt ışık-gölge kompozisyonu içermelerine karşın, aldıkları başlıklarla insanlık tarihinin en eski hikâyesine götürür izleyiciyi.

Dergi veya mecmua, adı üzerinde derlenen, bir araya getirilen parçalardan oluşuyor. Yani bir yapma-kurma işi. Çoğul!’u kurarken adın öneminin farkındaydık. Hem anlam hem de ses değeri bakımından kafamızdaki işi yansıtacak isim neredeyse kendiliğinden oluştu. Edebiyat ve siyasette ya ortak özellikleri olmadan bir araya gelmiş çoklukların ya da homojen ünitelerin bulunmasının üretimi kesintiye uğrattığını düşünüyoruz. Bu yüzden birey/tek olmanın önemini kavrayan ama benzerleriyle bir araya geldiğinde ortaya değer koyabilen bir yapının peşindeyiz. Buna karşılık gelen sözcük olarak “çoğul”u seçtik. Ünlem ise bu derginin bir seslenme, bir çağrı, yeri geldiği zaman bir uyarı olacağı anlamına geliyor. Ayrıca şiirden ödünç bir kullanımla “çoğul”u “çoğal” şeklinde okumayı da teklif ediyoruz.

Lafı uzattığımın farkındayım ama isim konusunun bizim için ne denli önemli olduğunu başka türlü anlatamazdım. Bu konuyla ilgili son olarak, “ç” ve “ğ” üzerinde durmak isterim. İnternet alan adlarında, sosyal medya hesaplarında, İngilizce klavyelerde zorluk yaratacak bu harfler de birer işaret olarak ele alınabilir. Tıpkı “Çok çiğ çağ”da olduğu gibi.

Son birkaç yılda birçok dergi yayın hayatına başladı. Bir furya, bir trend, bir dil doğdu. Bunların çoğuna edebiyat dergisi diyemeyiz ama edebiyatçıların sıklıkla yazdıkları yayınlar. Öncelikle bu furya ya da adına her ne diyeceksek diğer dergileri sizce ne kadar etkiliyor ve sizler okur olarak ne düşünüyorsunuz?

Dünya Savaşları, Soğuk Savaş, Türkiye özelinde 12 Eylül öncesi gibi bunalım dönemleri edebiyatı besleyen zaman dilimleriydi. Bu dönemlerin verimlerinin görünür olduğu yer dergilerdi. Tartışmalar, birleşmeler dergiler üzerinden yürürdü. Çağımızda hâkim olan blog kültürü, yazmanın yaygınlaşmasını sağlarken okumayı köreltmiş görünüyor. Herkes, herhangi bir uğraş vermeden istediğini yazıp yayımlayabiliyor. Ama neredeyse kimse bir diğerinin yazdığını okumuyor. Bu dergi furyasının bunun uzantısı olduğunu düşünüyorum. Bloglarda gelişen ve kötücül bir ur gibi edebiyatı sarmaya başlayan niteliksizliğin bir katharsis etkisi yarattığını gözlemliyorum. Blog, blog türevi dergi, blogdan devşirilmiş kitap gibi mecralarda yazılanlar, harcıalem, herkesin mutlaka bir yerinden kendisiyle bağlantı kurabileceği şeyler. Bunun bu dergiler aracılığıyla sömürülmesi gibi bir durum var ortada. Bireyleşememişlerin bencilliğini tatmin ettiği bir edebiyat oluşuyor ve bunun taşıyıcısı da bu dergiler. Afili sözler, 140 karakterlik hikmetler dil’in, söz’ün yerini alıyor. Buna bir de kahve fincanının yanında dergi kapağı fotoğrafını ekleyin. Bu edebiyatın ve onu temsil eden dergilerin bir yenilik getirdiğini söylemek de güç. Yenilik köksüz, hudayinabit değildir. Sözgelimi felsefede fragmanter yapıyı kuran Nietszche bir geleneğe karşı duruyordu ama o geleneği iliklerine kadar hissediyordu. Aynı şekilde Orhan Veli. Burada köksüzlük bence lafın başında andığım 12 Eylül öncesi dönemdeki arabesk ve seks filmleri furyasına benzetilebilir. Kaliteli müzik ve görece iyi sinema meydandan çekilince ortalığı kaplayan bu iki “şey” de izleyici, dinleyici bulmuştu.

Baştan aşağı olumsuz, hatta habis gördüğüm bu durum diğer dergileri elbette etkiliyor. Onlara benzeme eğilimi gösteren daha eski dergiler ve onların taklidi olmak üzere yola çıkan yeni yayınlara rastlıyoruz. Onlar gibi olmadığı, gerçekten edebiyatın peşinde olduğu için okura ulaşmakta zorlanan kimi dergilerse ne yazık ki yayın hayatına son vermek zorunda kalıyor.

Peki “böyle bir ortamda dergi çıkarmak?” diye sormadan edemeyeceğim. Biliyorsunuz daha geçen yıl Sarnıç ve İzafi yayın hayatına son vermek zorunda kaldı. Çoğul! tüm bu zorluklara hazır mı, direnecek mi?

Asıl bu ortamda dergi çıkarmak! Bize bu işi yaptıran, Şeyh Bedreddin’e “Ben gayrı zuhur ve huruç eyleyeceğim” dedirten itkilerle aşağı yukarı aynıdır. Eteğimizde birikenleri ortalığa dökmek, başkalarının heybelerindekilerinin açığa çıkmasını sağlamak, edebiyatın ve düşüncenin üzerini örten, popüler sığlıklara çimento dökmek için bunu yapmak zorundaydık.

Bir önceki soruya yanıt verirken değindiğim gibi bu dergilerin kapanmasını, diğerlerinin çok baskın hale gelmesiyle ilişkilendiriyorum. Tıpkı güncel siyasette çoğunluğu elinde bulunduran partinin çeşitli araçlarla diğer bütün grupları sindirmesi, onlara soluklanma alanı bırakmaması gibi. Bütün alışkanlıkları çağın çiğliklerine göre düzenlenmiş bir toplumda tüketim nesnesi elbette caziptir. Ama geleceğe kalacak olan bu değil. Ateşi söndürmek için bir bardaksa bir bardak, bir tankerse bir tanker su sıkmak zorundayız. 

Edebiyat dergilerinin geçmişte genç yazarlara bir destek, bir dayanak, bir kapı olduğunu biliyoruz. Çoğul! ekibi de yazar ve şairlerden oluşuyor. Sizin hayatınızda nasıl bir önemi vardı dergilerin ve Çoğul! dergiyi neye göre hayal edip içeriğini oluşturdunuz?

Dergilerin yazarlar için de okurlar için de birer okul olduğu söylenir. Açıkçası okul benim için hiç olumlu bir anlama gelmiyor. Benim gördüğüm okul, günlük veya akademik hayatta karşılığı olmayan bir yığın malumatı öğrencinin beynine depolar ve bu depolama kapasitesini takdir etmek üzere ona diploma verir. “Ustamız Acemilik” diyen Turgut Uyar’ın tavrıyla yaklaşarak bir uzmanlık belgesi vermeyen ama öğreten bir yapı demek istiyorum dergilere.

Dergilerde ürün yayımlatmak yazı hayatının başındaki herkes için olduğu gibi bizim için de önemliydi, hâlâ da önemini koruyor. Biz, okumadığı dergilere sırf imzası orada görünsün diye ürün gönderen gençler olmadık. Bizi bir ekip yapan etkenlerin başında galiba bu geliyor. Çoğul!’u oluştururken okumaktan ve ürün vermekten zevk alacağımız, hatta ürün yayımlatmak için heyecanlanacağımız bir yapı kurmak istedik. Belli bir oranda öznellik taşıyan bu tutumumuzu sağlamlaştırmak için eski ve yeni dergileri masaya yatırdık. Edebiyat anlayışlarımızı yan yana koyduk. Yol haritamızı çizdik. Daha fazla beklemenin gereksiz olduğunu fark ettiğimiz an kolları sıvayarak ilk sayıdaki içeriği oluşturduk.

İlk dosya konusu: Ortam. İlk konunun “ortam” olmasının elbette önemli bir nedeninin biraz da belki Çoğul! derginin meselesiyle ilgili olduğunu düşündüm, bilmem siz ne dersiniz?

Evet, Çoğul!’un bir meselesi var. Ama bunu bir –izm’in, bir furyanın içinden değerlendirmek güç. İyi edebiyat için bir alan açmak, kendimizi iyi edebiyat denizine bırakmak istiyoruz. Bunun tek başına yapılamayacağını düşündüğümüzden ortam kavramının önemini bir kez de biz vurgulayalım istedik. Çeşitli açılardan bu konuya yaklaşarak genişleyebilecek bir tartışma alanı açmayı amaçladık. Yapı’yı oluşturan her unsura önem verdiğimiz gibi onun içinde bulunduğu ortamı da önemsiyoruz.

Eleştiri ne kadar önemli Çoğul! için?

Çok önemli. Sanatın, edebiyatın, üretimin eleştirisiz düşünülemeyeceği ortada. Ortamı canlı kılanın dergilerdeki canlılık olduğunu düşünüyorum. Bir dergide yayımlanmış bir ürün hakkında yakın zaman içinde başka bir dergide –olumlu/olumsuz- başka bir yazı çıkması üretimi tetikler. Dergide bastığımız çalışmalar hakkında yazılmasını isteriz. Kendi sayfalarımızı da buna açmayı vadediyoruz.

Sizce bir edebiyat dergisinin yaşaması için okura düşenler nedir?

İşin hem ticaret hem edebiyat boyutunda okura çok iş düşüyor. Yazdıklarında okurdan bir şeyler bekleyen bir ekibin çıkardığı bir dergi de haliyle okura bazı “görevler” yükleyecektir. İşin ekonomik boyutlarına girmeyi, “Dergimizi satın alın ki yayın hayatımıza devam edelim” tarzında bir cümle kurmak istemem. İyi edebiyatın peşindeki okurun bizi keşfedeceğini düşünüyorum. Okurdan en büyük beklentim işimizi iyi yapmıyorsak bunu bize göstermesi.