Cem İleri’den bir resimli roman

Okurun Belleği, romanesk bir okuma denemesi. Anlatıcı-ben, sözalan özne, bile isteye anlatma ile çözümleme arası bînamaz durmayı seçmiş, bir seferin log-book’unu kurmuş. Tehlikeli sefer buradaki...

18 Şubat 2016 13:00

Cem İleri, Yazının da Yırtılıverdiği Yer’den (2007, Metis) sonra, yeni kitabını bitirdi: Okurun Belleği — Benjamin Okuru Sebald, ilk kitabının altbaşlığına yerleştirdiği “Bir Bilge Karasu Okuması” gözönüne alınırsa “fiil”i sımsıkı tutuyor hâlâ.

Okumak, masum edim değil. İçinde yerine göre suçu, günâhı, teşhisi ve teşhiri, sökmeyi ve dikmeyi, bulmayı ve yitirmeyi, erişmeyi ve yitmeyi barındırıyor. Okuyorum, çünkü varsın, çıkagelmişsin, önüne çıkmışsın diyor karşısındakilere.

Karşısındakiler çoğul, bir dolu tekilliğe karşın: Kitaplar, metinler, yazarlar, imgeler, ötesi. Özne-okur, okur-özneliğini işe koşuyor, giriştiğinde. Aralamaya, açmaya açımlamaya, ne yazık ki bazan da açıklamaya kalkışıyor.

Okumak, ondan, bir ilişki(lendirme)ler silsilesi.

*

“Okurun Belleği”, romanesk bir okuma denemesi. Anlatıcı-ben, sözalan özne, bile isteye anlatma ile çözümleme arası bînamaz durmayı seçmiş, bir seferin log-book’unu kurmuş. Tehlikeli sefer buradaki: Kişiyi kendi Maëstrom’una yaklaştıran, etrafında dolaştıran, bir adım kalasıya dipsiz ve geridönüşsüz girdabına komşu kılan bir gözüpeklik bekliyor arkada. Seyir defteri resimli roman karakteristikleri taşıyor: Yalnızca aralara yerleştirilmiş görüntü karelerine bakarak söylemiyorum bunu, bir o kadar da gönderileri hesaba katıyorum — okumaya koyulduktan sonra Sebald’leri, bir zaman geçince Benjamin’leri, Duchamp’ları, bir zaman daha Blanchot’yu, başkalarını masaya taşımam gerekti — Borges bu yan adımları “rafları yormak” imgesiyle karşılıyordu.

*

Cem İleri, geviş getirerek okuyor. Bu zihinsel sindirim dizgesi anıştırmasınıysa Nietzsche’ye borçluyuz. Metinleri, resimleri, binaları okuyorsunuz başlangıçta. Böylece okumaya hazırlanıyor, sonra onları tek tek ve birarada yeniden okuyorsunuz. Bellek, burada bir binyaprak (millefeuilles). Yazdıkça öteki, aynadaki bir yaprak ağır ağır oluşuyor, katmanlar yalnızca üstüste binmiyor, bir de içiçe geçmenin yolunu kolluyorlar.

Okurun Belleği, Cem İleri, Everest Yayınları“Son Klâsikler” büyük yerdeğiştirme kalkışımlarından geçmişlerdi: Goethe, Lord Byron, Stendhal. Bu koşul, “son modernler”de, bir ucu yersizyurtsuzlaşma eğimini hızlandıracak kopuş ve iç/dış göç hareketlerini peydahladı. Sebald, sözgelimi Bernhard ve Handke’den daha da tipik bir örnek: Derin bir kayboluş coğrafyası oluşturarak, karşılığı haritayı kurduğu görülüyor yazdıklarının.

İleri’nin gözüpekliği dedim, o tekinsiz haritayı kâğıt üstüne kazıma çabasına yönelmesiyle orantılı. Yalnızca fîzikî bir harita sözkonusu olsaydı buradaki, iş bu denli tekinsiz sayılmazdı: Asıl ele avuca sığdırılması zorlu yanı bir de ruhî varlığından kaynaklanıyor. Sebald, araları geniş no man’s land’lerin, lieu-dit’lerin (ve non dit’lerin) doldurduğu bir topografik alana yayıyor yazısını. Uzamsal karmaşa neyse ne, yetmiyor, erişilmesi gereken bir zamansal karma (her iki anlamıyla) okurun pusulasını şaşırtan özellikler taşıyor.

Cem İleri, okumasını ilişkilendirmelere dayanarak kaygan, gene de sağlam bir zemine oturtmayı başarıyor. Bir tür aynalar salonu inşa edip yazı masasının arkasında bir döner iskemle yerleştirerek. Pasajlarda ve “Pasajlar”da aynanın rolü canalıcı değil midir? Geçen ve geçilenin sonsuza endeksli içiçe geçişinden, Benjamin ve Sebald’ı hem yanyana, hem karşılıklı yürütüyor İleri. Eyfel ve istasyon bağlantıları belirleyici burada: Benjamin’den Sebald’e dörtdörtlük köprü(lendirme)ler, demir putrellerin boşlukta olağanüstü örgüsü ve rayların Auschwitz’e dek uzanan, son-uç’a giden uğultulu, tik-taklı yolu.

Sebald’ın yolculuğu ne bir yerden başlar, ne bir yerde biter. Bu gönüllü, istenmiş, hedeflenmiş yolda kalış ürpertici biçimde yaşamından ölümüne nakşolmuştur.

Cem İleri, sanki kaza öncesi yanında (yoksa arkasında, arka koltukta mı?) oturmuş, konuşmuşlar, yazmış.

Bizim yazı evrenimizde pek seyrek rastlanan bir söyleşi.