Büyük kapatılmanın yakın tarihi

Mohamedou Ould Slahi, 2002’den bu yana Guantanamo’da bir hücrede kalıyor. Üstelik ABD’nin suç isnadında bulunmamasına rağmen... Slahi’nin güncesi, “olağan şüphelilerin” içine doldurulduğu bir yer haline gelen Guantanamo'nun perde arkasını anlatıyor

26 Mart 2015 14:00

Ünlü hapishane modeli Panoptikon’un yaratıcısı Jeremy Bentham ve onu dünyaya hatırlatan Michel Foucault, 11 Eylül’den sonra yeryüzünün dört bir köşesinde açılan “nezih” hapishane ve işkence merkezlerini görseydi herhalde hemen bir akıl hastanesine kapatılmayı isterdi.

11 Eylül bir milattı ama pek çok şeyi tersine döndüren, karanlık noktası bol ve daha çok şiddet üretimine yol açan bir milat. ABD’nin meşhur hukuk tanımazlığının zirve yaptığı 2000’lerin başında, kendisine muhalif ya da yanında yer almayan birey ve toplumları topyekûn terörist ilan etmeye yöneldi. “Terörle savaş” dediği mücadele, ABD’nin bir karşı terör yaratmasından başka bir işe yaramadı. İnsanlar, neyle suçlandığını bile bilmeden gizli ve açık hapishanelere gönderildi, yıllarca mahkemelere çıkarılmadan hücrede kaldı. Bu merkezlerin en bilinenleri Bagram, Ebu Gureyb ve elbette Guantanamo’ydu. Sonuncusu bir simgeye dönüştü. Peki, nasıl bir simge? Özgürlük- güvenlik, terör- güvenlik devleti ikileminden doğan, küresel paranoyanın etkisiyle “olağan şüphelilerin” içine doldurulduğu bir yer haline geldi. Üstelik ABD ve müttefikleri, Guantanamo başta olmak üzere diğer hapishanelerde tutulanların durumunu “önleyici tutukluluk” gibi “dahiyane” bir şekilde açıkladı. İnsan hakları savunucuları ve aktivistler ise bu durumun dünyaya yayılmaya başlamasından dolayı yaşananlara “Guantanamolaştırma” adını verdi.

İçeriden bilgiler

ABD muhalifleri, Guantanamolaştırma’nın altını doldururken tepkisiz bireyler yaratılmak istendiğinden bahsediyordu. Bu, Baudrillard’ın “hiperuyumluluk” dediği yıkıcı sürecin gerçekleştirilmeye uğraşıldığı küresel bir toplama kampı inşa etmek demekti aynı zamanda.

Söz konusu süreci tanımlamak için kullanılan kavramın türetildiği Guantanamo’yla ilgili bilgiler elbette ABD resmî kaynaklarından çıkma değil. Belli bir süre orada tutuklu kalmış, işkence görmüş “mahkûm” ve “şüphelilerin” büyük bir risk alarak dışarıya sızdırdığı bilgiler sayesinde dünya bazı gerçekleri öğrenme imkânı buldu. Örneğin Moazzam Begg, Guantanamo’da başına gelenleri uluslararası basın kuruluşlarına anlattı. Begg, önce ABD’li ajanlarca kaçırıldığını, Pakistan’daki gizli cezaevi günlerinden sonra Afganistan’da Bagram Cezaevi’ne oradan da Guantanamo’ya götürüldüğünü söyledi. ABD’nin Pakistan, Fas ve Tayland’da gizli hapishaneleri bulunduğunu; oralarda işkence ve sorgulamanın Guantanamo’ya göre daha yoğun olduğunu belirtiyor. Bunun nedeni ise basına Guantanamo’ya sınırlı giriş izni verilmesi.

Bir başka Guantanamo anlatımı ise gazeteci Mahvish Rukhsana Khan’a ait. Türkçeye de çevrilen Guantanamo Günlüğüm adlı kitapta Khan, oradaki tutsakların anlattıklarını sayfalara dökmüştü. “Şüpheliler”, orada büyük bir kişiliksizleştirme harekâtına maruz kalmış. Bunun en önemli göstergesi ise isimleri yerine verilen numaralarla kendilerine hitap edilmesi. Avukatlarıyla görüştürülmemeleri ve adil yargılanmamaları da cabası.

Guantanamo Günlüğü, Mohamedou Ould Slahi, Çeviri: Ali Çakıroğlu, Belge Yayınları Khan’ın aktardığına göre Guantanamo’da yatanların büyük kısmı ödül ve ihbar mekanizmasıyla oraya sürüklenmiş. Gerçek suçlularla suçsuzların birbirine karıştırıldığını söyleyen tutuklulardan tam bir itaat bekleniyor. Bu olmazsa Guantanamo’nun en bilindik figürü, itaatsizliğin göstergesi turuncu tulumlar devreye giriyor.

Khan’a Guantanamo’nun amacı “insanları tahrip etmek” diyen Cuma el-Dessari, bu tahribattan kurtulmanın ve hapishaneyi hayatından çıkarmanın tek yolunun kendisinin de birçok defa denediği intihar olduğunu ekliyor. Çünkü Guantanamo’da yatanların hayatı “değersiz” ve onlar “kişiliksiz yaratıklar” olarak görülüyor. Bu tezgâhtan geçmiş pek çok isim var, derdini anlatan da doğal olarak aynı şeyleri bir kez daha yaşamak istemediğinden korkup susanlar da bulunuyor.

Konuşmayı tercih edenlerden biri olan, ABD tarafından 2000’de mimlenen ve 2002’de Guantanamo’ya getirilen Mohamedou Ould Slahi, burada sonradan Guantanamo Günlüğü adını alacak günceyi oluşturur. Güncenin kitaplaşma sürecini ise yazar ve insan hakları aktivisti Lerry Siems yönetir.

“Hiç bitmeyen dünya turu”

Hâlâ Guantanamo’daki hücresinde kalmaya devam eden ve İngilizceyi de orada öğrenen Slahi’nin temyiz başvurusu Washington D.C. Bölge Mahkemesi’nin önünde. Guantanamo yetkililerinin bütün sansür ve engelleme çabalarına rağmen yayımlanan günce, Slahi’nin tutuklanışından sonra hapishanede yaşadıklarını anlatması bakımından çok önemli.

ABD’ye karşı hiçbir suç işlemediğini ve ABD’nin de kendisine herhangi bir suç isnadında bulunmadığını, bu yüzden kimseye kızgın olmadığını söyleyen Slahi’nin tek derdi hukuksuz tutukluluğunun son bulması ve adil bir yargılama yapılması, daha doğrusu mahkemeye çıkmasının sağlanması.

Geçirdiği ciddi travmalara karşın kimi satırlarda esprili bir dil kullanan Slahi’nin bu tavrının yaşadıklarıyla başa çıkma yöntemi olduğunu da düşünebiliriz. Belki de bulunduğu ortamla ilgili ironik bir üslup; her ikisi de mümkün.

Komünizme karşı oluşturulan “Yeşil Kuşak” projesinde 1980’lerde müttefiki olan El Kaide içinde yer alan Slahi, sonradan birbirine kılıçları çeken iki eski dosttan herhangi birinin yanında saf tutmadığını; “teröre karşı savaşın” kurbanı olarak ABD’li yetkililerce ülke ülke gezdirilip sorguya alındığını ve hapse atıldığını söylüyor. Slahi bu sürece “hiç bitmeyen dünya turu” adını veriyor. Son durağı Guantanamo’da ise dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in onayıyla uygulanan sorgu ve işkence tekniklerine maruz kaldığını belirtiyor. Ne de olsa Slahi “yüksek değerde bir gözaltı” ya da “şüpheli”ydi. Bu nedenle özel muamele görmeliydi! Üstelik ABD, Guantanamo’daki “şüphelilerin” Cenevre Konvansiyonu’na tabi olamayacağını çünkü söz konusu belgenin devletler arasında imzalandığını ve ABD’nin “teröre karşı savaşta” devlet dışı unsurlarla (şüpheliler, örgütler…) mücadele ettiğini savunuyordu. Yani Cenevre Konvansiyonu, ABD’li yetkililere göre sadece savaş esirleri için geçerliydi ve Guantanamo tutukluları istenildiği kadar alıkonulup sorgulanabilirdi. Slahi’nin kaleminden çıkanlarda bu keyfi uygulamanın bir belgesi niteliğinde. Günceyi yayına hazırlayan Siems, okurlarla bir bilgi paylaşıyor:

İngilizceyi Guantanamo'da öğrenen Slahi'nin el yazısı “Slahi kesinlikle abartmıyor: Belgelerde, kitaba dâhil olmayan eziyet ve aşağılanmalar var ve kitaba dahil ettiği birkaç örneği de dikkati çekecek bir aklıselimle açıklıyor. Anlattığı olaylar en aşırı olduğunda bile anlatımı ölçülü ve doğrudan. Bu olayların dehşeti zaten her şeyi açıklamaya yetiyor. Bunun nedeni, gerçekte ilgi odağında her zaman bu sahnelerin insani dramların olması.”

Derdest edilip ABD’nin toplama kampları olan cezaevlerine yollamasını izleyen ilk günlerde Slahi, etrafında insan kalabilenlerin var olduğunu düşünerek teselli buluyor ama başına gelenin bir insanlıktan çıkarılma projesi olduğunu kısa zamanda anlıyor. Saçma ve şiddetli sorgular, üstüne suç yıkma çabaları ve kötü koşullara sahip hücresi yavaş yavaş umudunu kırıyor. Oysa “iyi polis” rolü oynayan görevliler Slahi’ye “bir otele götürülüp sorgulandıktan sonra serbest kalacaksın, suçsuzsan ABD bunu er geç anlayıp seni salıverecek” diyor. Anlayacağınız evrensel taktik işliyor.

Slahi’nin anlattıklarından çıkarılabilecek sonuçlardan biri, insan bir kez mimlenmeyegörsün, hakkında yazılan raporlar ve oluşturulan dosyalar ömür boyu peşini bırakmaz. Slahi’nin de karşılaştığı bu; üstüne yıkılmaya çalışılan komik suçların haddi hesabı yok. Her tutuklanışında ve Guantanamo’ya götürüldüğünde, kendisinin dahi bilmediği pek çok şeyle suçlandığını fark ediyor. Herhangi bir suç işlemediğini ısrarla söylemesine rağmen yetkililerin yanıtı korkunç:

- “Ama ben ülkenize karşı suç işlemedim ki.”

- “İşlemediysen elimden üzülmekten başka bir şey gelmez. Kendini kanser olmuş farz et!”

Slahi, güncesinin tamamında hapisliğinin haksız olduğunu söylüyor. Ama asıl nerede, ne gerekçeyle bulunduğunu anlamaya uğraşıyor. Slahi ve ABD arasında tam bir psikolojik savaş sürüyor.

“Cezaevi ailesi”

Guantanamo’daki pek çok isim gibi Slahi de ABD’nin “teröre karşı savaş”ta üstünde çalışmalar yürüttüğü bir denek adeta. Yetkililerin ve sorgulayıcıların sürekli bir suç üretmeye uğraşması ve olmadık bağlantılar icat etmeye çabalaması Slahi’ye ABD’nin adaletsizlikte ısrarcılığını kanıtlıyor. Bu da bahsi geçen deneyi ve tutukluların denek gibi görüldüğünü açığa çıkarıyor.

Tutuklulardan, gerçek dışı ya da yalan beyanda bulunarak kendi kafalarındaki şablona uygun bir “suça” bulaştığını anlatmasını isteyen duygusuz gardiyan ve sorgulayıcıların tavırları Slahi’yi çok etkilemiş. Adaletin sıfırlandığı Guantanamo’da herhangi bir haktan ya da insani koşuldan söz etmek mümkün değil. Bu ortamda Slahi, üzerindeki utanç verici baskının hangi sonucu doğurduğunu kısaca özetleyip bir Guantanamo gerçeğini önümüze koyuyor: “Bu dönemde, arkadaşlarım hakkında yalan ifadelerle dolu binden fazla sayfa yazdım. ABD istihbaratının bana biçtiği elbiseyi giymek zorundaydım ve yaptığım da kesinlikle buydu (...) Baskı arttığı ölçüde, ben daha fazla hikâye uydurdum ve sorgucularım bana karşı kendilerini o kadar iyi hissetti.” Kumpasın tıkır tıkır işlediği ve Slahi’nin “yeryüzü cehenemi” dediği bir yer Guantanamo.

Slahi, Guantanamo’ya “alıştığı” ve dünyadan korkmaya başladığı aşamada gardiyan ve sorgucuların oluşturduğu bir “cezaevi ailesinin” varlığından söz ediyor. Bu ailenin fertleri genellikle kötü bireylerden mürekkep.

Anglosakson dünyanın siyasette sıkça kullandığı “ikna edemiyorsan kafaları karıştır” yöntemi, Slahi’nin güncesinde görüldüğü gibi Guantanamo’da “suç yoksa bile tutuklunun kafasını karıştırıp yalan ifade verdir”e dönüşüyor. Az önce bahsedilen ailenin kötü evlatları, bu yöntemi hemen hergün kullanıyor.

Slahi’nin Guantanamo’da karşılaştığı bir gerçek, “Amerikan rüyasının” aslında şiddete yatırım yapan ve öncelikle kendi insanlarını “tüm dünyayı koruma” yalanına inandıran bir ordudan ibaret olduğu. O yalan ortaya çıkasın diye başvurulan yöntem ise sansür. Tıpkı Slahi’nin güncesinin hemen her sayfasına uygulandığı gibi.

Slahi, tutuklanıp Guantanamo’ya getirildiği günden beri olup bitenlere kafa yormuş ve kendisi gibi haksız yere alıkonan insanlarla birlikte bir şekilde adalet aramaya çalışmış. Bu çabası devam ediyor. Kimseye kızgın olmadığını belirtiyor ve söz konusu hukuksuzluğun uygulayıcılarıyla karşılıklı oturup konuşabileceği günün hayalini kuruyor. Guantanamo Günlüğü, onu yazan Slahi’nin hikâyesi değil sadece. Orada neyle suçlandığını bilmeden ve mahkemeye bile çıkarılmadan hapis yatan onlarca insanın ruh halini yansıtıyor.