Bizde niçin muharrir yetişmiyor?

Osman Cemal Kaygılı 1938 tarihli, haftalık "Modern TÜRKİYE Mecmuası”nda "Günün Meselesi" başlıklı köşedeki yazısında "Muharrir bolluğu devam ederse yazılar bu seneki Ereğli çileğine dönecek" diyor

Bu mesele için şu, bu söyleyeceğini söyledi. Şimdi de ben bir şeyler söylemek istiyorum. Yetişeceği kadar yetişmiş işte, daha fazlası yetişip te ne olacak sanki? Yetişenleri zaten kaç kişi okuyor ki yetişecekleri kimler okuyacak! Marifet iltifata tâbidir! Sözü her halde boş yere söylenmiş bir söz değildir. Gerek bu bahiste, gerek buna pek yakın olan muharrirlerin para kazanıp kazanmadıkları bahsinde bizim Nizamettin Nazif, bana biraz yüksekten atıp tuttu gibi geliyor.

Gazetelerimizin satışları nedir, kitap okuyanların sayısı ne kadardır? İşte bizde muharrir neden yetişmiyor, bir çok gençler muharrirliği kendilerine neden meslek yapmaktan çekiniyor? Suallerinin cevaplarını biraz da şu yukardaki sorularda aramalıdır. Bizde niçin bu kadar bol aşçı, bakkal, zerzavatçı, kasap, şoför, doktor, eczacı, terzi, kunduracı, berber, sinemacı ve hele kahveci yetişiyor? Elbet yetişecek! Yukarıda söylemedik mi marifet iltifata tâbidir! Sözü boş bir söz değildir diye...

Bazı Hint Fakirleri, yahut pek yemek içmek sevmezler gibi, insanları yıl on iki ay oruç ve perhizle vakit geçiren bir memlekette hiç aklı başında bir adam lokantacılığa kalkışır mı?

Okuyan zaten pekâz... Buna karşılık bizde, son zamanlarda niçin yetişmediği söylenen muharrirler yeniden bol bol yetişmeğe başlar ve muharrirliğin bugünkü kadrosu bir iki kat daha genişleyecek olursa korkarım ki biraz sonra, Ankara caddesinde teşhir edilen yazılar bu seneki Ereğli çileğine dönecek, yazılı kâğıtların şimdiki gibi metresi değil de kilosu on iki buçuğa kadar düşecek!

Bizde muharririn yetişmesi, bollaşması için önce okuyanın yetiştirilmesi, bollaştırılması lâzımdır.

Ben, komşularıma haftada en aşağı on beş, yirmi gazete dağıtırım. Hemen dörtte üçünü para ile almış olduğum bu gazeteleri benden gelip isteyenlerin yine hemen hiç biri onların bir tanesine bile göz gezdirmez, onların hepsini de masa, tabla, raf örtüsü ve öteberi torbası yapar; Sonra da gazetelerin her gün bol bol yazmış oldukları günün hâdiselerini icap ettikçe yolda, evde, kahvede yine benden sorarlar. Şimdi bırakalım başka şeyleri, fakat koskoca İstanbulun içinde, günde kaç yevmî gazete çıkıyor? Bunu bilmeyen nice okur yazarlar vardır ki bunların sayısını ancak Tanrı Tealâ bilir. Akşamları tramvayın Çarşıkapı durak yerindeki iki tütüncünün önünde bir sürü insan birikir. İşin ne olduğunu bilmeyen bir adam, uzaktan bu manzarayı görünce sanır ki o küçücük dükkânların içinde ya Karagöz oynatılıyor, yahut kocaman bir Fok balığı teşhir ediliyor. Halbuki oraya biriken kalabalık bu iki dükkâncığın camlarına ve kepenklerine iliştirilmiş olan gazete ve mecmuaların ilk sayfalarını süzüyor; hem de yalnız bu ilk sayfalardaki alaca bulaca resimleri, yazıları değil ha!

Bayezit kahvelerinde, şurada burada:

– Benim ne zamandır okuduğum yok!

– Gazete okumak âdetim değildir!

Diye şuna buna gazete okumamayı günün bir modası, fantezisi, şatafatı gibi göstermek isteyen münevver tavırlı insanların bu propağandaları ise caba!

Müvezziye, tütüncüye üç, beş kuruş verip te hevesli hevesli, meraklı meraklı, tatlı tatlı ve içlerine sindire sindire gazete okumak isteyen bir kısım kimseler de ancak geçenki (Sarışın kadın) cinayeti gibi vak’aları gözlüyorlar.

Mecmuaları ise, işte görüyoruz: Modern Türkiye Mecmuası gibileri müstesna olmak üzere yüzde doksanı bir varmış, bir yokmuş! Bunlardan kışın doğan yazı, ve baharda doğan güzü pek zor bulabiliyor; bazıları ise ikinci, üçüncü, dördüncü sayıda sıfırı tüketiyorlar.

Kitaplara gelince: Gazete ve mecmuanın bu kadar az okunduğu bir yerde o mübarek, tabiidir ki daha çok az okunacaktır.

Hayli uzun zaman var ki ben, muharrir, edebiyatçı, şair gibi bu işlerle uğraşan pek mahdut arkadaşlarımdan başkasile gazete, mecmua, kitap gibi şeyler üzerinde değil tek satır tek kelime konuşamamışımdır.

Yalnız mahallelerindeki bozuk sokak, yanmayan lâmba, semtlerindeki vesaitsizlik, tramvaylarındaki fazla kalabalık gibi dertlerini yanacaklar, ayda bir defa olsun ellerine para ile bir gazete alıp okumadıkları halde böyle işler için gelip bana dakikalarca kafa patlatırlar.

Şimdi gel de sen, bizde niçin muharrir yetişmiyor, gençler muharrirlikten ne için kaçınıyor? Diye sor bakayım! Bana kalırsa şimdilik yazılan ve çizilenlerin hiç olmazsa dörtte, beşte biri okutulsun, sonrasına Allah kerimdir; okuyan arttıkça yazan, çizen de çoğalır.

Diyeceksiniz ki:

– Acaba neden okumuyorlar?

O ayrı, o başka bahis... O ciheti de başka arkadaşlar arasın, tarasın, elesin, işin hakikatini meydana çıkarsın!